GAVUR MAHALLESİ’NDEN BEN TÜRKAN SAYLAN’A…

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

BİR zamanlar yönetim kurullarında görev yaptığım Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin periyodik gezi programlarına ne zamandır katılmıyorduk.

En son 2009’da Antalya’ya gitmiştik sanırım. Ondan önce Kapadokya ve Şile – Ağva gezileri olmuştu.

Bu gezilerde koordinatörlük ve rehberliği ÇYDD Şube Başkanı İsmail Erten üstlenmişse, yeme içme, gezme tozmanın ötesine geçer program.. Kültür sanat turuna dönüşür.

Örneğin Kapadokya gezisinde herkesin peri bacalarına, mağara kiliselere falan odaklandığı bir anda, Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz’ün evine götürmüştü bizi. Ürgüp’teki evinde eski zamanda bölgenin köylerine eşek sırtında kitap taşıyıp köy çocuklarına nasıl okuma alışkanlığı kazandırmaya çalıştığını anlatmıştı rahmetli.

Eşekli Kütüphaneci’nin pek çok ödülü de vardı.. Bunların başında Uluslararası İnsanlık Hizmetinde Gönüllü Takdirnamesi geliyordu. ABD tarafından verilen bu belge evin baş köşesinde duruyordu.

Antalya gezisindeyse, Burdur’a uğramıştık ilkin. Orada, kırk yılını Fakir Baykurt’un eserlerini okuyup özümsemekle geçirmiş, yıllar sonra Fakir Baykurt’la tanışma olanağı bulmuş ve yazarın özendirmesiyle yazmaya başlayan Birnur Şener’le tanışmıştık.

Fakir’in Kıyısında, Düş Kurma Oyunu, Konuk gibi eserlerin sahibi Birnur Şener, köy evinde çay ikram etmişti bizim kalabalık gezi grubuna. Fakir Baykurt’tan, köy romancılığından, edebiyattan, köy hayatından bahsetmiştin uzun uzun.

Sonra yine Burdur’un tepelik yerlerindeki Sagalassos Antik Kenti’ni ziyaret ettik. Muhteşem bir tanışmaydı. Ayakta kalmayı başarmış yapıları, çeşmeleri, amfitiyatrosu, kütüphanesi, agorasıyla büyülenmiştik adeta. Büyük İskender’in gelip geçtiği, sonra Romalıların işgal edip yönettiği bu antik şehrin günümüze ulaşan kalıntıları bile, kendi zamanının ihtişamını yansıtmaya yetiyordu.

Antalya gezisi ağırlıklı olarak bölgedeki antik kentlerin ziyaretiyle geçmişti. Perge’yi, Aspendos’u gördük meselâ.. Termessos’u, Olympos’u gördük. Tarih ve arkeolojiye doyduk hâttâ.

 

***

İSMAİL Hoca bu gezilerde otobüste uyutup horlatmaz sizi.. Hiçbir şey kalmadıysa anlatacak, şiir okur.. Sizi de boş bırakmaz, şiir okutur. Ayrıca Troya uzmanıdır; Homeros’un İlyada’sını ezbere bilir. Troya’nın ilk katmanından son katmanına kadar neler olup bittiğini özetleyiverir size.

Şile – Ağva gezimizdeyse Polonezköy’e uğramıştık ilk. Bu sessiz, sakin, hoş kokulu, yemyeşil yerleşmeliğin ara sokaklarında anı evleriyle, müzelerle tanışmıştık. Sonra meşhur Şile Feneri’ni ziyaret etmiştik. Karadeniz havasının başlangıç noktasında, kıyıyı döven dalgaları izlemiştik kayalıklardan.

Ağva ise muhteşem bir doğa ziyaretiydi bizim için. İki nehrin arasında, Türkiye’de ilk Özgür ismi verilen yurttaşın teknesinde, nehir boyunca uzanan ağaçları, su kaplumbağalarının sevişmelerini, doğallığın ortasına kurulu ahşap verandalı balıkçı lokantalarını, küçük teknelerle nehir turu yapan doğaseverleri izlemiştik keyiflice.

 

***

DEMEK ki on üç yıl kadar olmuş İsmail Hoca’nın rehberliğinde bir geziye gitmeyeli.

Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği’nin gecesinde, “hazır ol, seni İzmir’e götüreceğim” dedi.

“Olur” dedik.

Geçen cumartesi bir otobüs dolusu ÇYDD gönüllüsüyle sabahın erkeninde düştük yola. Akhisar’da çorba molası, ardından ver elini İzmir.

Kültürpark’ta ilk durağımız Mübadele acısını anlatan, üzerlerine valizlerin, bavulların sıkıştırıldığı kaya kütleleri oldu. Geniş alanda onlarca kaya kütlesi ve zorunlu göçü simgeleyen eski bavullar.

İsmail Hoca, “sen mübadele konusunu iyi bilirsin, o yüzden bunları görmeni istedim” dedi. Hemen yan tarafta ‘Gavur Mahallesi’ adlı sergide, Güneştekin’in büyük boyutlu enstalasyonlarını, heykel çalışmalarını, metal aletleri bir araya getirdiği farklı formları izledik. Sergi salonundaki genç rehber, sanatçının çalışmaları hakkında uzun uzun bilgiler verdi.

Kimi formda Şahmaran efsanesi anlatılıyordu, kimisinde Troya, kimisinde göç, kimisinde şehrin kaosu.

Muhteşem çalışmalar. Tabi bu sanat türünden bihaberseniz, mekanın büyük duvarlarını süsleyen devasa eserlere birbiriyle uyumlu geometrik şekiller olarak bakıyorsunuz.

Sergide herkesin dikkatini çeken çalışma ise hiç kuşkusuz Mübadilin Kayağı.

Büyükçe bir kayığın üstüne yığılı sandıklar, çantalar, valizler, bavullar.. Zorunlu göçleri anlatan bu eserin bulunduğu bölüme girdiğiniz anda, başka bir dünya karşılıyor sizi. İçeride aç ve çaresiz kalmış bir kedinin bağırtısı var. Herkes o sesin geldiği yere odaklanıyor.

Salonun orasına burasına, hâttâ tavan bölümlerine bile bakıyorum; acaba bir kedicik mahsur mu kaldı oralarda?..

Kayık estalasyonunun bir parçasıymış oysa.. Kayalıklara vurmuş görüntüsü verilen kayıkta, göç yolunda çekilen acıların seslenişiymiş o!

İnsan sesi etik olmaz diye kedi miyavlamasıyla anlatmaya çalışmışlar acıyı.

Sanatçının iç dünyasından taşan duyguların, öykülerle, efsanelerle, yaşamdan kesitler ve yaşadığımız coğrafyayla harmanlanıp anlatıldığı bu  muhteşem sergiyi mutlaka görmenizi öneririm. 5 Mart’a kadar İzmir Kültürpark Atlas Pavyonu’nda ziyaret edilebilir.

 

***

ORADAN İzmir’in tepelik mahallelerinin arasından ilerledik otobüsle, Kadın Üretici Pazarı’nı aradık. Otobüsün geçmekte zorlandığı daraşmalık sokakları aşıp pazarın kurulduğu alana gittiğimizde hüsrana uğradık. Kadınların ürettikleri yiyecek, giyecek ve çeşitli eşyaları satışa sundukları Pazar kaldırılmış.

En çok da otobüsteki kadınlar üzüldü bu duruma. Onlar Pazar tezgahlarında satılan eşyalara odaklanacaktı, biz peynirli gözlemelere saldıracaktık güya…

 

***

O HALDE ver elini Urla!

Ne için gittik Urla’ya?.. Şair, romancı, öykücü, oyun yazarı Necati Cumalı’nın Urla’daki müzeevini ziyaret için…

Necati Cumalı da bir mübadil çocuğu. Türk – Yunan mübadelesinde Yunanistan’dan İzmir’e gelenlerden. Yunanistan’da doğmuş, İzmir’de büyümüş. Göçle geldiklerinde İzmir’e, ailesi Urla’ya yerleşmiş. Gerisini zaten biliyorsunuz. Eserleriyle çoğunuz yakından tanıyor O’nu.

Müzenin kapalı olduğunu görünce, Kadın Üretici Pazarı’nda yaşadığımızın on katı hayal kırıklığı kapladı içimizi. Demir kapıda kocaman asma kilit.. Duvarların ardında pembe panjurlu taş ev.. İçeriye giremiyoruz.

İsmail Hoca en çok üzülendi bu duruma. Kilometrelerce yol gelmişken, müzeyi göremeden geri dönmek…

Bir başka sefere artık.

 

***

AKŞAMINA Karşıyaka’da Suat Taşer Kültür Merkezi’ndeydik. ‘Ben Türkan Saylan’ adlı tek kişilik oyunu izleyeceğiz.

Salon hınca hınç. Bizim gibi İzmir dışından gelen var mı başka bilmiyoruz; ama İzmirliler bu oyuna hayli ilgililer. Genci yaşlısı, kadını erkeği, şık şıkıdım giyinip gelmişler.

Herkes yerini buldu, oturdu; oyun başladı.

Sahnede dizilerden tanıdığımız sanatçı Şenay Gürler. Türkan Saylan’ı oynuyor.

Çocukluğunu, gençliğini, öğrencilik yıllarını, tıp fakültesi dönemini, doktorluğunu, cüzzamla mücadelesini, ÇYDD için verdiği emeği.. Türkan Saylan’ın tüm yaşamını muhteşem bir performansla sahneliyor.

Son kertede kanserle mücadelesini, Ergenekon davasında çektirilen hiç hak etmediği çileyi ve ölümünü…

Arka sesler, fotoğraflar ve videolarla Türkan Saylan’ın en yakınında olanların anlatımları da var.

Mart ayında Balıkesir’de de sahnelenecek bu oyun. Kaçırmayın derim.

 

***

ÖZETLE, bizim için bilgilendirici, doyurucu bir program oldu İzmir gezisi.

İsmail Erten hocamıza bu olanağı sağladığı için teşekkür ediyor, tekrarını bekliyoruz.

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
harika
Harika
0
_ok_do_ru
Çok Doğru
0
kat_l_yorum
Katılıyorum
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün
GAVUR MAHALLESİ’NDEN BEN TÜRKAN SAYLAN’A…
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!