Çocuklar cinsiyet eşitsizliğini ailelerinden öğreniyor
Psikolog Darcy Lockman’ın makalesini Gökçen Sena Duman çevirdi.
Son zamanlarda kadın düşmanlığını genellikle iş yerleri açısından inceliyor ve irdeliyoruz. #MeToo (#BenDe) adıyla başlatılan kampanyayla gördük ki kadınların profesyonel iş hayatında ahlaki açıdan kabul edilemeyecek davranışlar karşısında sessiz kalması bekleniyor. Ne var ki, şiddete maruz kaldıkları iş yerlerinden bir şekilde uzaklaşmayı başarabilen kadınlar kendi evlerinin sınırları içerisindeki cinsiyet dinamiklerinden kaçamıyor.
Yürütülen birçok çalışma heteroseksüel ebeveynler arasında en genç ve en düşünceli sayılabilecek erkeklerin bile ev içerisindeki iş yükünü adil bir şekilde paylaşmaktan kaçındığını gösteriyor. Çalışan iki ebeveynden oluşan bir ailede anne ailenin çocuk bakımı sorumluluklarının yüzde 65’ini üstleniyor. Bu oran neredeyse yüz yıldır hiçbir değişikliğe uğramadı. Bebeği olan kadınlar eşleriyle karşılaştırıldığında hafta sonlarındaki boş vakitlerini yarı oranda değerlendirebiliyor. Çocuğu okul öncesi dönemde olan ve aynı zamanda çalışan anneler gece saatleri içerisinde eşlerine göre 2 kat daha fazla oranda çocuğuyla ilgilenmek zorunda kalıyor. Bakıcı ayarlama, okulla ilgili formları doldurma, bebeğin eskimiş eşyalarını ayıklama gibi çocuk büyütmenin beraberinde getirdiği yönetimsel ve bir noktada angarya olarak nitelendirebileceğimiz işlerin hepsini anneler üstleniyor.
Son 1 yıldır kadınların çocuk yetiştirme deneyimlerini kaleme alacağım kitabım için ev dışında aktif bir çalışma hayatı olan kadınlarla röportajlar yapıyorum. Genellikle de Portland’da görüşme gerçekleştirdiğim kadının hikâyesine benzer durumlarla sıkça karşılaştığımı söyleyebilirim: “Eşimin çocuklarla arası oldukça iyi. Arkadaşlarımın eşleriyle karşılaştırdığımda onlardan çok daha fazla sorumluluk üstlendiğini görüyorum. Ne var ki, ben çocukların işleriyle uğraşmak veya çamaşırları yıkamak için ev içerisinde koşuştururken o telefonuyla ya da bilgisayarıyla ilgileniyor. Ben sabahları çocukların öğle yemeklerini hazırlarken, kızıma kıyafetlerini giydirirken ya da oğluma ödevi konusunda yardım etmeye çalışırken o kahvesini yudumlayarak telefonunda geziniyor. Öylece oturuyor. Bilerek yapmadığını düşünüyorum. Etrafında olup bitenlere karşı bir bilinç geliştirememiş. Bu konuyu ona ne zaman açsam savunmaya geçiyor. Akşamları da aynı durumla karşılaşıyorum. Yemeğe bir şekilde yardım etse de sonrasında yine telefonuna bakmaya devam ediyor.”
Evlilik eşitlik üzerine kurulsa da…
Deneysel araştırmalar annenin tam zamanlı çalışıp babanın çalışmadığı bir aile yapısında bile çocuk bakımı sorumluluğunun eşit olarak dağılmasını sağlayacak domestik bir anlaşmaya varılamadığına işaret ediyor. Kendimizi ebeveynler arasındaki cinsiyet eşitsizliğinin büyük bir gelişme kaydettiğine inandırmak bardağın dolu tarafını görmeye benziyor. Gerçekler bize bardağın yarısının boş olduğunu gösteriyor. Her ne kadar modern kadın ve erkek eşitlikçi düşünceler ışığında evlense ve kararlarının ortak olduğunu iddia etse de, sonuçlar babanın ihtiyaç ve hedeflerinin anneye göre daha ağır bastığının altını çiziyor.
Son zamanlarda sayısı artmakta olan aile çalışmaları ve klinik çalışmalar eşler arasındaki eşitliğin evliliğin kalitesini artırdığını fakat bir eşitsizlik söz konusu olduğunda bağların zayıfladığını ortaya koyuyor. Bu eşitsizlik hali annelere sadece duygusal, fiziksel ve maddi açıdan çok fazla yük bindirmekle kalmıyor, aynı zamanda çocukların aklında da bir kadın ve erkek arasında hangi davranışların kabul edilebilir olduğuna dair yanıltıcı bir şema oluşmasına neden oluyor.
Burada “Bu konu hakkında neler yapabiliriz?” diye sormayı düşünebilen erkekler için bir fırsat doğuyor. Öncelikle bu her noktaya nüfuz etmiş evlilik dinamiğinin sorumluluğunun en azından yarısını üstlenmeyi kabul etmelisiniz. İkinci bir seçenek ise gerçekten inanarak ve kimsenin sizden böyle bir şey istemesine gerek kalmadan erkeklere tanınan imtiyazları sorgulamak. Kültür içerisinde zamanla kalıplaşan “bu kadının işi” tanımı, kadınların işlerinde kendilerini çok daha iyi bir şekilde kanıtlama şansı bulduğu günümüzde bile, erkeklerin daha az geleneksel roller alma konusunda teşvik edilememesine neden oluyor. Kadınlar bu eşitsizliği erkeklerden daha fazla dile getiriyor zira erkekler iş yükünün sadece yüzde 36’sını üstleniyor olsa bile bunun adil bir paylaşım olduğu algısına sahip.
Genç erkeklerde de kalıplar aynı
Evli olmayan üniversite öğrencileri arasında yapılan çalışmalar günlük hayatın örüntüsüne karşı karışık bir tolerans sergilediklerini vurguluyor. Vurgulanan bir diğer nokta ise genç kadın ve erkeklerin eşleriyle birlikte eşit bir oranda sorumlulukları bölüşeceği ve evi geçindireceği bir geleceğin hayalini kurmaları. Araştırmacılar bunu “A Planı” olarak adlandırıyor. B Planına gelindiğinde ise düşünceler farklılık göstermeye başlıyor. Erkekler evin geçimini sağlayacak birincil özne konumunda olmayı tercih ediyorlar zira kadınların birincil rolünün ev işlerine ve çocuğa bakmak olduğu kanısından sıyrılabilmiş değiller. Kadınlar ise böyle bir durumda boşanma yoluna gitmeyi tercih edeceğini belirtiyor. Tüm araştırmalara rağmen merkezde konumlanan bu kavram karmaşası anlamsızlıklara yol açıyor ve bize bir yol haritası çizmekte yetersiz kalabiliyor.
Evimizde ve iş yerimizde zorla tolerans gösterdiğimiz ve kendimizi durumdan memnunmuşuz gibi göstermemiz beklenen bu düzeni değiştirmeliyiz. Bu çerçevede “eşitlik” yaklaşımına doğru atılan küçük adımlar bile büyük hareketlerin zeminini oluşturmada etkili olacaktır.
(kulturservisi.com)
***
Yazar Adaylarına Mektuplar
Yazmaya başlamadan önce tam olarak “ne söylemek veya sergilemek” istediğini belirle.” (Nietzsche)
“Yazacağın hikaye için gereken ön araştırma yap ama bunu okurun gözüne sokma.” (Stephen King).
“Masanın başına oturmaktan asla vazgeçme ve yazmaya bir gün bile ara verme.” (Stephen King)
“Kötü yazılarını, daha iyi yazmanı sağlayacak bir ısınma egzersizi olarak kabul et.” (Jennifer Egan)
“Anımsayarak ve şaşırarak yaz.” (Allen Ginsberg)
“Kalbinden geçeni yaz.” (Joyce Carol)
“Tecrübelerini yaz ama tecrübe tanımını geniş tut.” (William Faulkner)
“Tecrübenin, dilin, bilginin yüceliğinde utanma ve korku yoktur.” (Allen Ginsberg)
“Zihninin derinlerindeki sonsuzluktan ne istiyorsan onu yaz.” (Allen Ginsberg)
“Metaforlara özen göster. Benzetme yapmaya uğraşırken, inandırıcı olamazsan, komik olursun. Dil oyunlarından elbette yararlan ancak onlar sanki aslında yokmuş gibi kendiliğinden dahil olsun yazdıklarına.” (Stephen King)
“Eski metaforlar, mecazlar ve deyimler kullanarak, anlamınızı belirsiz bırakma pahasına sadece okuyucu için değil kendin için de, zihinsel çabadan tasarruf et.” (George Orwell)
“Edebi, gramatik ve sentaktik kısıtlamalara takılma.” (Allen Ginsberg)
“Ritim duygunu geliştir. Yazarken aksama, yavaşlama…” (Stephen King)
“Durduğun zaman kelimeleri düşünme fakat büyük resmi daha iyi görmeye çalış.” (Allen Ginsberg)”
Sen Proust değilsin. Uzun cümleler kurma. Eğer aklına gelirse onları yaz ve sonra böl.” (Umberto Eco)
“Sık sık yeni paragrafa başla. Bunu; mantıksal olarak ve metnin akışı gerektirdiğinde yap. Ne kadar çok yaparsan o kadar iyi.” (Umberto Eco)
“Kuvvetle muhtemel bir thesaurus’a (eşanlamlılar sözlüğü), temel bir dilbilgisi kitabına ve gerçeklik hakimiyetine ihtiyacın olacak. Sonuncusu her şeyin bir bedeli var anlamında. Yazmak bir iştir, ama aynı zamanda da bir kumar. Yazarın emeklilik planı yoktur. Bu yolda başkaları sana destek olsa da aslında kendi başınasın. Kimse seni yazmaya zorlamıyor: Sen seçtin, bu nedenle mızmızlanmayı bırak.” (Margaret Atwood)
“Diyaloglarda röntgenci bir tavır benimse. Okurunla elbirliği edip karakterlerini en özel anlarında gizlice dinliyormuşsun gibi…” (Stephen King)
“Konuştuğun gibi yaz.” (David Ogilvy)
“Umutsuz, zalim, yalnız karakterleri öv.” (Allen Ginsberg)
“Bütün karakterlerini eşit derecede sev. Yazar için ‘kötü karakter’ yoktur.” (Stephen King)
“Bir yazar olarak asla yargılamamalısın. Anlamalısın.” (Ernest Hemingway)
“Karakterlerini iyi tanı, hikaye kendini yazacaktır.” (William Faulkner)
“Anlatmak istediğin doğruları ruhları baştan çıkarana değin öze indige!” (Nietzsche)
“Kendin için yaz, okurları daha sonra dert edersin.” (Stephen King)
“Yalnız yaşayan dâhiyi oynama.” (Umberto Eco)
“Hemen Nobel Ödülü almanın hayalini kurma.” (Umberto Eco)
“Yazmak istediğin kitapları unutma ama sadece o an yazdığın kitabı düşün. (Henry Miller)
“Bir yetişkin gibi, yazdıklarını bir başkası okuyormuş, hatta daha da iyisi bir düşmanın okuyormuş gibi oku.” (Zadie Smith)
“Etkileyici bir hikaye, yazardan okura bir şeyler iletmeli ve bu iletilenler, hikayenin mükemmelliğinin ölçütü olmalıdır. Bunun dışında bir kural yoktur. Bir hikaye etkileyici olduğu sürece herhangi bir şey hakkında olabilir ve herhangi bir tekniği ya da anlamı içerebilir. Bu kuralın bir alt başlığı olarak, bir yazarın ne söylemek istediğini yani ne hakkında konuştuğunu bilmesi gerekir. Örneğin, hikayenin özünü bir cümleye indirgemeye çalışırken, onu 3, 6 ya da 10 bin kelimeye kadar genişletebilecek kadar iyi bilmeliyiz.” (John Steinbeck)
“Sanatçının ihtiyacı olan tek ortam; ne olursa olsun barış, ne olursa olsun yalnızlık ve ne pahasına olursa olsun keyif alabileceği bir zevk değildir.” (William Faulkner)
“Bir yazar karanlığı sever, ama her zaman ışığın altında dolaşır.” (Joy Williams)
“İdeal bir okuyucuyu veya herhangi bir okuyucuyu tahmin etmeye çalışma.” (Joyce Carol)
“Mükemmellik ufkun peşine düşmek gibidir. Devam et.” (Neil Gaiman)
“Her şey aşırılıktan doğar: büyük sanat ürünleri büyük korkulardan, büyük yalnızlıklardan, büyük yasaklardan, istikrarsızlıklardan doğar… Ve aşırılık her zaman onları dengeler.” (Anaïs Nin)
“Başladığın işi bitirmen gerekir, bitirmek öğreticidir, işleri bitirerek öğrenirsin.” (Neil Gaiman)
“Yazmak, güzel bir kadınla yatmak gibidir ve sonrasında kalkar, çantasına gider ve bana bir avuç para kazandırır.” (Charles Bukowski)
“Kompozisyon; çoğunlukla zahmetin zorunluluk ya da kararlılıkla sürüklendiği ve her anın daha keyifli olmaya başladığı yavaş bir gayret ve sürekli azmin getirdiği bir çabanın parçasıdır.” (Samuel Johnson)
“İyi bir yazı; her şeyi okuyanın zihninde yapan -canlı ve güçlü şekilde- net ve mantıklı olandır.” (Samuel Delany)
Ve William Faulkner’ın Nobel Ödülü kabul konuşması:
“Bir şairin, yazarın görevi; tüm kalbiyle insanlara yardım etmektir.”