ESERLERİNE SAHİP ÇIKAMADIK!

OSMANLI yıkılma sürecine girmiş, ekonomi sömürgeci devletlerin kontrolünde, doğduğun topraklar kaybedilmiş, ülkenin her karışı işgal altındaydı.
Tek hedefin vardı ‘bağımsızlık’. Ömrün boyunca sadece işgale karşı, vatanını işgalden kurtarmak için silahlı mücadele verdin. Savaş zorunlu olmadıkça ‘cinayettir’ dedin.
Trablusgarp’ta, l. Dünya Savaşı; Çanakkale’de, Muş’ta, Bitlis’te, Suriye-Filistin’de…
Düşman donanması İstanbul Boğazı’nı işgal edip, namlularını saraya doğrulttuğunda ‘geldikleri gibi giderler’ dedin.
Kurtuluş Savaşı; Sakarya’da, Dumlupınar’da, Kocatepe’de işgale karşı kendi topraklarını, halkının namusunu, vatanını savundun, müdafaa-i hukuk mücadelesi verdin.
Düşmanlar farklı olsa da düşman emperyalizmdi. Verdiğin mücadele yedi düvele karşı antiemperyalist bir mücadeleydi.
‘Emperyalist ve kapitalist’ baskıya karşı verdiğin mücadelenin ‘ulusal kurtuluş’ için yetmeyeceğini biliyordun ‘tam bağımsızlık’ diyordun.
Verdiğin mücadeleye o günde inanmayanlar, karşı çıkanlar ‘maceraperest’ ‘hayalperest’ diyenler çoktu. Sakarya’da, Dumlupınar’da ‘askeri bağımsızlığı’ kazandın sonra Lozan’da masa başında uzun müzakerelerle ‘siyasi ve hukuki bağımsızlığı’ kazandın.
Sınırları belli bağımsız bir vatanın tapusunu kazandırdın. Kurduğun cumhuriyeti yönetenler ise Lozan hezimettir deme densizliği, basiretsizliği içindeler.
Yetmez, ‘ekonomik’ ve ‘kültürel’ bağımsızlık olmazsa olmaz dedin. Bunun için akıl ve bilimin rehberliğinde çalışmaktan başka çare yok dedin.
Osmanlı saray saltanatında padişah ’rai’(çoban), halk ise ‘reaya’ sürü statüsündeydi. Padişah ‘’Bir millet var koyun sürüsü, ona bir çoban lazım o da benim’ diyordu.

Sen ‘Yüce Atatürk’ 23 Nisan 1920’de TBMM’yi açtın. 1921’de ‘’Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’’ diyen anayasayı ilan ettin, 1922’de saltanatı, 1924’de halifeliği kaldırdın ve 1923’de cumhuriyeti ilan ettin. Saltanattan Cumhuriyete geçiş öyle sanıldığı kadar kolay olmadı. Muhafazakar kitlelerin, ‘ben sarayın ekmeğini yedim’ diyen en yakın silah arkadaşlarının muhalefetine rağmen ‘vicdanında sır gibi sakladığın’ cumhuriyeti düşünceden uygulamaya geçirdin.
Egemenliği asıl sahibine, millete verdin. Osmanlı’da ‘kul’ durumundaki ‘padişahın tebaası’ cumhuriyetle kendi iradesini kendi eline alıp seçme ve seçilme hakkını kullanan ‘yurttaş’ statüsünde özgür ‘bireyler’ haline getirdin.
600 yıllık teokratik monarşiden, 10 yıllık meşruti monarşiden, 4 yıl sonra laik cumhuriyete geçirdin.
Yetmez diyerek sıralı devrimlerle çağdaş bir devlet olma yolunda Eğitim ve Öğretim Devrimi, Harf Devrimi, Dil Devrimi, Soyadı Kanunu, Kıyafet Devrimi, Takvim saat ve ölçüler değişikliği, Kadın Haklarının Tanınması; Avrupa’dan önce 5 Aralık 1934’te seçme seçilme haklarını tanıdın ülkenin kadınlarına.
Duyunu umumiye-kapitülasyonları kaldırdın, Osmanlı’dan kalan borçları son kuruşuna kadar ödedin.
Bağımsızlık, ekonomi olmadan olmaz diyerek iktisat kongrelerini topladın. Üç beyaz ‘un, şeker, bez’ diye sanayi hamleleri başlattın. Yurdun dörtbir yanını demir ağlarla ördün.
Eğitimsiz, mesleksiz, salgın hastalıkların yaygın olduğu, yıkılmış, borçlu bir ülkeyi çağdaş bir topluma dönüştürmek için büyük mücadeleler verdin.
Sizlere hiçbir ‘dogma’ bırakmıyorum rehberiniz akıldır, bilimdir… Tek tarikat medeniyet tarikatıdır dedin. Kitlelerin peşine takılarak, kitlelerin istediğine göre değil, kitleleri peşinize takarak kitlelere aklı, bilimi rehber göstererek aydınlanmayı, çağdaşlaşmayı hedef gösterdin.
Manevi mirasım ilim ve akıldır dedin. Cumhuriyeti genç nesillere emanet ettin.

Biz ne mi yaptık…
İzindeyiz dedik izinden gitmedik. Devrimlerinin bekçisiyiz diyerek ‘yenileşmeyi, mücadeleyi’ bıraktık. Aklı, bilimi terk ettik. Kitlelere rehber olmak yerine, kitlelerin peşine takıldık; halka önderlik değil, halka karşı popülizm yapmayı uygun gördük; halk böyle istiyor dedik. Kapattığın tarikatlar cemaatler birer birer açıldı sesimizi çıkarmadık. Halk isterse tabi ki laiklik kalkar dediler, kaldırdılar sesimizi çıkarmadık; laiklik tehlikede değil dedi senin koltuğuna oturanlar.
Hiçbir şey yapmadık mı, çok şey yaptık…

Kişi ve kurumlar olarak her özel günde demeçler verdik, bildiriler yayınladık. Şimdi artık daha kolay, sosyal medya denen düzen var; bayramlarda, ölüm yıldönümünde tumturaklı bir mesaj yayınladık mı görevimizi yapmış sayıyoruz. Kim nasıl görüyor ve anlıyorsa anlamak istediği Atatürk tarifi yapıyor.
Medya ve kurumlarda öyle, içeriksiz, boş, ruhsuz, anmış olmak, görevlerini yapmış olmak için programlar yapıyor Atatürk profili çiziyorlar.

En büyük karşıtların bile özel günlerde herkesten daha çok Atatürkçü oluyor, huzuruna geliyor saygılarını sunuyor ama ilkelerini yok saymaya devam ediyorlar.

‘’Benim iki büyük eserim vardır; biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri Cumhuriyet Halk Partisi’dir’’ dediğin partinde özel günlerde, anma günlerinde herkes gibi Atatürkçü. Sonra mı, onlarda ilkelerini yok sayıyor; kitlelerin peşine takılıyor popülizm yapmaya devam ediyorlar.


Oysa Kemalizm dünyayı değiştiren 1789 ve 1917 devrimlerinden etkilenen, bağımsızlık mücadelesiyle mazlum dünya halklarına örnek olan en büyük devrimdir. Antiemperyalist, ulusal bağımsızlıktan yana olmayan bir anlayışın Atatürk ile yan yana gelmesi düşünülemez.
Yüce Atatürk, 82 yıl önce o günde haklıydın, aradan geçen 82 yıl sonra bugün daha çok haklısın. Eserlerine yeterince sahip çıkamadık. Sana en içten duygularımızla minnet, şükran, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.

Exit mobile version