ERDOĞAN – TRUMP, FIRTINALI BELALI AŞK!

Duyarsınız, tanıklık edersiniz, her gün gazetelerin üçüncü sayfalarında; fırtınalı aşk cinayetle bitti, sevdiğini dövdü, ayrılan sevgililer tekrar bir araya geldi. Sevdiğini döverken ayırmaya gelenlere; ölümüne seviyorum, severim de, döverim de diyerek ayırmaya gelenlere kızdı!

Belalı aşıklar vardır; bela, kavga eksik olmaz ama birliktelikleri kavga gürültü devam eder…
ABD-Trump, Erdoğan ilişkisi ne seninle ne sensiz der gibi fırtınalı ilişki inişli çıkışlı devam ediyor. Daha önce de son mektuba bezer durumlar yaşandı. Bir zamanların önemli kişisi Cüneyt Zapsu’nun ABD’li yetkililere Erdoğan için ‘deliğe süpürmeyin, kullanın’ dediği ortaya çıktı. Bugün Cüneyt Zapsu ve o günün yöneticileri yok; Erdoğan’a büyük aşkla bağlıyım diyen, her gün farklı twetlerle gündem belirleyen ‘sarı şeker’ Trump var.
Ya istiklal, ya ölüm diye çıktığımız 30KM derinlik 440KM uzunluklu terörden arındırılmış ‘güvenli bölge’ oluşturma mücadelemize 120 saat ara verdik.
Harekata başlarken zafer kazandık! Harekatı durdurarak da zafer kazandık! Muhtemelen çekilirken de zafer kazanırız!

ABD bize ateşkes ilan edin diyor, asla ateşkes ilan etmeyiz dedik; ateşkes ilan etmedik, ara verdik diyoruz.
Verilen ara bitti, söz verilen terör unsurları tam çekilmiş değil; iki tarafın değerlendirmeleri kendi zaviyesinden devam ediyor.
Ara vermenin öncesi biraz da, fırtınalı aşkımız Trump’ın hakarete varan aşağılamaları ve sonradan ortaya çıkan dili, üslubu diplomasi geleneğinden, devlet adabından uzak aşağılayıcı hakaretamiz mektup oldu.
Bugüne kadar en küçük eleştiride aynı seviyede hatta daha ağır cevap verdiğimiz muhataplarımızın aksine aşkımız Trump’ın seviyesiz mektubuna cevap vermek bir tarafa, yok saymak istedik ta ki; mektubun sahibi deşifre edinceye kadar. Devletimizin menfaati, çıkarları dedik. Diyelim ki öyle, peki AB ile menfaat ve çıkarlarımız yok muydu bu süreçte AB’den gelen eleştirilere ‘ulanlı’ cevaplar vermekten imtina etmedik.
Son mektuptan önce Trump’ın ayar veren bayağı çok tweeti vardı, onları yok saydık, bölgede askerlerimizle cevap veriyoruz dedik. Ama daha önce Rahip-Pastör Brunson olayında olduğu gibi mektupla birlikte gelen iki ABD yöneticisi ile yapılan müzakere sonrası harekatı durdurduk. Biz diyoruz ki; istediğimizi aldık, terör unsurları güvenli bölgeyi terk etmezse harekata yeniden başlarız.
ABD diyor ki; Türkiye istediğimiz noktaya geldi, istediğimiz her şeyi aldık.
İki tarafta kendisini kazançlı sayıyor; bir zamanların Wien Wien yani kazan kazan öyle mi?

Gerçekten siyasi etik, diplomasi ve devlet adabından uzak ülke tarihine kara bir leke olarak geçebilecek mektup yok sayılabilecek kadar hafif mi? veya kamuoyunda sıkça tartışılan mektupta da geçen maddeler arasında yer alan ‘mal varlığı’ meselesi mi elimizi kolumuz bağlayan, Trump’a bizi mahkum hale getiren.
Yaptırım kararları içinde geçen bakanlıklarla ilgili Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri, Enerji  Bakanlıklarının ABD’de ne mal varlığı olabilir ki deniyor ama Erdoğan’ın mal varlığı yok denemiyor.
Yok sayılan mektupta ‘’Sayın Başkan, iyi bir anlaşma için çalışalım. Binlerce kişinin katledilmesinden sorumlu olmak istemiyorsun, ben de Türkiye’nin ekonomisini mahvetmekten sorumlu olmak istemiyorum ve ederim de…’’ Mektubun bir yeri çok çarpıcı ‘’Sorunlarının bazılarını çözmek için çok çalıştım…’’ Yukarıda ‘’Türkiye’nin ekonomisi’’ derken bir alt paragrafta ‘’Türkiye’nin sorunlarını’’ demiyor. ‘’Sorunlarının bazılarını…’’ yani senin sorunlarını diyor. Şimdi haklı olarak akıllara şu soru gelmez mi; Trump, Erdoğan’ın hangi sorunlarını çözmek için çok çalıştı? Bu çok çalışılan sorunlar mı elimizi kolumuzu bağlıyor, hakaretamiz mektubu yok saymamızı gerektiriyor.

‘’… Eğer iyi şeyler olmazsa seni şeytan olarak göreceğim. Sert bir adam olma. Aptal olma. Seni daha sonra arayacağım.’’
Sevgi, aşk istedikleri olmazsa bir anda şeytanlığa dönecek. Talepler yerine gelmezse; sert adam ve aptal olunacak.
120 saatlik süre doldu, yaptırım kararlarını kaldırdım diyen Trump aynı setlikte; ekonominizi ‘mahvederim, dümdüz’ ederim tehditlerini savurmaya devam ediyor.
Tüm bu tehditlerin gölgesinde 13 Kasım’da ABD’ye gidiş hazırlıkları sürüyor.
ABD ile işler böyleyken, Rusya-Putin’le Soçi’de görüşüldü. 10 maddelik ‘muhtıra’ ile 150 saatlik anlaşmaya varıldı. ABD ile 120 saat bitti, Rusya ile 150 saat başladı. 150 saatin dolduğu gün Cumhuriyet’in ilanı 29 Ekim gününde doluyor.

Gitmeli dediğimiz, muhatap almadığımız, değiştirmek için yola çıktığımız Esad yönetimi Adana mutabakatıyla Soçi’de 10 maddelik anlaşmayla bir kez daha gerçekliğini kabul ettirdi. Ortadoğu-Suriye’de ki küresel ‘satranç’ devam ediyor. Türkiye Ortadoğu’da masada yoksan, menüdesindir; biz menüde değil masada olmak istiyoruz diye çıktığı yolda, masada mı, menü de mi olacak?

Exit mobile version