Epeyden beri unuttuğumuz, atadan kalan değer yargıları. Bu deyimler, helalinden ve emek vererek kazanmayı teşvik eden, ön plana çıkaran, takdir eden ve toplumda yaygınlaşmasını sağlayan, çok anlamlı ve kıymetli sözler.
Günümüzde bunlar artık geri plana itilmiş, pek hatırlanmıyor. Fakat “köşeyi dönmek”, “işini bilmek”, “gemisini yürüten kaptan” sözleri veya deyimleri bunların yerini almış. Yani ne şekilde ve hangi yolla olursa olsun, çok para kazanıp zengin olmak.
Balıkesirimizde bir mahal var, adı “Deveyoncası”; halk böyle diyor. Resmi adı da böyle. Bu adın kökeni muhtemelen “deveciler loncası” olmalıdır. Çünkü Balıkesir, tarihte lonca teşkilatının önemli olduğu bir şehir olarak bilinir.
Balıkesir’de Deveciler loncasından başka, abacılar, ayakkabıcılar, yorgancılar, hallaçlar, saraçlar, urgancılar, helvacılar v.b. pek çok lonca mevcuttu. Bunlar pek yakın bir maziye kadar, şehrin belirli yerlerinde kümelenmişlerdi. Şehirdeki imar değişiklikleri sonucu dağıldılar.
Bilhassa abacılık çok önemliydi.1Keçeciler, şayakçılar, dinkçiler yün ve keçi kılına bağlı olarak imalat yapan mesleklerdi.2
Loncalara mensup el sanatkârları, meslek ahlakı prensipleri dahilinde. kol gücüyle çalışır, alın teri akıtır. göz nuru dökerlerdi.3
Balıkesir’de eski loncaların bazı izlerine rastlıyoruz. Ayakkabıcılar (kunduracılar) loncası ustalarının torunları bir binanın çatısı altında ayrı ayrı küçük mütevazı dükkanlarında el emeği harcayarak, alın teri dökerek ve göz nuruyla icra i sanat etmektedirler. Lonca ahlâkı kısmen bunlara kadar ulaşmıştır.
Kızpınar deresi (şimdi hatalı bir şekilde Çay deresi deniyor) boyundaki Tabak sokak bize dericileri, yani debbağları hatırlatıyor.4 Dinkçiler mahallesi aba ve keçe döğenleri, şayakçılar abadan kaba kumaş imal edenleri, keçeciler, keçi kılından keçe yapanları, Kasaplar mahallesi kasaplar loncasını, Tahta Avdan Sokak, tahtadan alet edavat yapanları, Keten Avdan Sokak, urgan, halat, sicim yapanları, Balık Avdan Sokak, balık ağları ve balıkçılık malzemesi imal edenleri hatırlatmaktadır.
Balıkesirin lonca geleneği geçtiğimiz yılda yıktırılan Hal binasına kadar taşınmıştı. Benzer işleri yapan Esnaf, bu mekan içerisinde birbirine komşu dükkanlarda yer alıyordu. Sakatatçılar, kasaplar, balıkçılar, zahireciler, baharatçılar gibi. Bazıları da Paşa Camisinin yanıbaşında idi. Mesela helvacılar ve simitçiler.
Lonca sanatkarları ve Lonca esnafı ortadan kalkınca, bunların günümüze taşıdıkları değer yargıları da cemiyetin hafızasından silindi gitti. Köşe dönücüler, işini bilenler, gemisini yürüten kaptanlar ortaya çıktı. Mallar kalitesizleşti, fiyatlar anormalleşti, dürüstlük ve doğruluk aşındı. Ölçüye ve tartıya dikkat edilmez oldu. Bunlarla berber güvensizlik te yayıldı.
Kaybolan değerleri yeniden topluma kazandırmak gerekiyor. Tabii bu aileden başlayacak ve her kademedeki eğitimde, iş ortamlarında (serbest veya resmi) devam edecek. Alın teri dökerek, göz nuru harcayarak elde edilenlerin makbul, değerli, hakedilmiş ve etik olduğunu her zaman telkin edeceğiz. Böyle davrananlar, işlerini bu prensiplere göre yapanlar, ön plana çıkarılmalı, ödüllendirilmeli ve onore edilmeli.
Maalesef toplumumuzda mükafat değil mücazat hakim durumda. Akıllar hep şu kişiye nasıl engel olurum, onu nasıl tökezletirim düşüncesi üzerine çalışıyor.
İlkokul sıralarındayken , Türkçe kitabımızda bir okuma parçası vardı. “Bir dilim ekmeğin hikayesi” Bu hikaye hiç aklımdan çıkmaz. Bir çocuk babasıyla yolda giderken, köylü kıyafetli birisi yol üzerinde bir ekmek parçası görür. Onu yerden alır, öper alnına götürür ve çiğnenmeyecek, üzerine basılmayacak bir yere koyar. Çocuk bunları görünce güler. Ve o zaman babası ona bir dilim ekmeğin soframıza nasıl geldiğinin hikayesini anlatır.
Çiftçi toprağı sürer, buğdayı eker, dokuz ay sonra başaklar olgunlaşır. Ekinler biçilir, saplarından ayrılır. Taneler değirmende öğütülür. Un olur. Fırıncılar bu unlardan ekmek imal ederler. Bizde alırız soframıza getirir ve yeriz. Neredeyse bir dilim ekmek için çiftçiler başta olmak üzere isimsiz kahramanlar bir sene boyunca çalışır. Ter döken çiftçiler, değirmende çalışanlar, unları taşıyan hamallar, ateşin karşısında onu pişirenler. Hepsi de ter döken, güç harcayan saygı ya layık kişilerdir.
Öğretim, eğitim işinde 40 yılı aşkın çalıştım. Maalesef kopya hastalığının çok yaygın olduğuna şahit oldum. Üniversite seviyesinde bile imtihanlarda kopya çekilmemesi için pür dikkat kesilirdik. Buna rağmen yine de olurdu.
Bir gün sınıfta dedim ki; kopya bir hırsızlıktır. Kaldı ki; siz öğretmen olacaksınız. Branşınızı gayret sarfederek niçin hakkıyla öğrenmiyorsunuz? Öğrencilerinize ne öğreteceksiniz bu durumda ?Alın teri dökün, göz nuru harcayın diplomanızı hak edin dedim.
Necatibey de çalıştığım yıllarda, Tarih bölümünün coğrafya derslerine giriyordum. Bir öğrencim vardı. Yaptığım yazılı imtihanlarda sürekli zayıf not alıyor ve üzülüyordu. Dürüst bir öğrenciydi. Bir gün yine sonuçları açıkladıktan sonra odama geldi. Dedi ki: Hocam, ben neden sürekli zayıf alıyorum? Ona derse nasıl çalıştığını sordum. Bana ders notlarını alıp ezberlediğini söyledi. Bu çalışma ile konuyu anlayamazsın. Çalışma metodunu değiştirmen lâzım dedim. Nasıl yapayım Hocam dedi. Ona; Atlası ihmal etmeyeceksin daima önünde olacak, sık sık bakacaksın. Şema, kroki çıkaracaksın, önemli noktaları ara ara müsvedde olarak yazacaksın. Böyle yaparsan başarırsın dedim. Teşekkür etti gitti. Ve bu öğrenci, ilerki günlerde yaptığım yazılı imtihanda çok başarılı bir kağıt verdi. Tüm soruları doğru cevaplamıştı. 100 aldı. Sınıfta en yüksek nottu. Notları açıkladıktan sonra odama geldi. Yüzünde, gözlerinde büyük bir sevinç ifadesi vardı. Ona dedim ki; İşte alın terinin, göz nurunun karşılığı. Sen bir öğretmen adayı olarak konuyu iyice çalışmış ve anlamışşın. Seni kutluyorum. Bu aldığın not sadece maddi olarak değil, manevi olarak da çok değerlidir. Teşekkür ederek gitti.
Büyükler olarak bizim gençlere, alın terinin, göz nurunun ve el emeğinin çok değerli olduğunu daima telkin etmemiz ve bunun örneklerini göstermemiz gerekiyor. Bu hususta evveliyetle her derecedeki eğitim ve öğretim mensuplarına görev düşmektedir. Peki bu değer yargılarına samimiyetle inanan ve bunları öğrencilerine telkin eden mensupları nasıl yetiştireceğiz ? Telkin aileden başlamalıdır. Sonra da eğitim ve öğretim kurumlarında devam etmelidir. Bu değerlerin yerleştirilmesinde Eğitim Fakülteleri öncelik kazanır. Ve diğer Fakültelerde de öğretmen olacak gençlere telkin edilmesi gerekiyor.
Bu değerleri özümsemiş olarak göreve başlayan öğretmenler, ilk ve orta öğretimdeki öğrencilerine, inanarak, ciddiyetle , örneklerle , tatbikatlarla bunları telkin ederlerse, benimsetirlerse, toplumda bu değer yargıları yavaş yavaş yer bulmaya başlayacaktır. Ayrıca Belediyeler, Devletin kültürle, sanatla ilgili birimleri el emeği , göz nuru harcayan, alın teri döken sanatkarları ön plana çıkarıp, onore eder, ödüllendirirse, haberlerini medyatik hale getirirse, bir havuza atılan taşın oluşturduğu dalgaların genişleyerek yayılması gibi toplum içinde yayılacaktır. Bu takdirde toplum, köşe dönücü, alaın teri dökmeden kazanan, kurnaz, işini bilen, işini yürüten, gemisini yürüten anlayışında olan insanlardan da yavaş yavaş arınacaktır.
Dürüst, çalışkan, alın teri dökerek üretmekten zevk alan, güvenilir fertlerin çoğunlukta olduğu bir toplum haline gelecektir. Zaten isteğimiz ve nihai hedefimiz de bu değilmidir ?
***
1-Aslıer, K. (2021), Maziye Açılan Küçük Bir Pencereden Balıkesir c.ııı, İkiz Kağıtçılık, Balıkesir.
2-Mutaf, A. (1995),Salnâmelerde Karesi Sancağı (1847-1922), Toner Ofset, Balıkesir.
3-Sertoğlu, M. (1958), Resimli Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul Matbbaası, 1958. İstanbul.
4-Eren, M. (1993), Mutasarrıf Ömer Ali Bey, Zağnos Kültür Vakfı Yayını, İstanbul, 1993.