
Hangi ekonomik sistem/model uygulanırsa uygulansın, sağlıklı bir ekonomi yönetimi için ‘esas’ kabul edilen ve hepsi de aynı derecede önemli altı temel makro denge; “-arz-talep -tasarruf-yatırım -dış ticaret ve ödemeler -işgücü ve istihdam -gelir dağılımı -enflâsyon-kur-faiz” gözetilerek bilimsel ilkeler doğrultusunda oluşturulan politikaların uygulanması şarttır.
Yirmi yıldır uygulanan günü kurtarıcı Tahtakale esnafı ekonomi anlayışı, son bir yılda enflâsyon-kur-faiz dengesini alt üst eden ekonomi biliminin ‘e’ sinden uzak politika sonucu dibe vurdu. “Faiz sebep, enflâsyon sonuç” inadı yüzünden Ekim 2021’de yüzde yirmi olan yıllık enflâsyon bir yıl sonra yüzde yüze, dokuz lira olan dolar on dokuz liraya çıktı. Bu süredeki on iki aylık kur ortalamaları dikkate alınarak yapılan hesaplama ile Türkiye’nin ithalât maliyeti TL bazında yüzde yüzün üzerinde artarak, iç enflâsyona hız kazandırdı.
Ukrayna savaşı ile birlikte dünyada başta enerji hızla yükselen ham madde fiyatları sonucu ABD ve AB’de yüzde onlara yaklaşan enflâsyon, yanlış kur-faiz politikası nedeniyle Türkiye’nin ithalât maliyeti olabilecek seviyenin üzerine çıktı, 2021 ocak-ekim döneminde 200 milyar dolar olan ithalât hacmi 300 milyar dolar oldu.
Ekonomide dış ticaret dengesinin tesisi ve sürdürülebilirliğinin sağlanabilmesi için döviz kurunun iç ve dış enflâsyon farkı kadar ihtiyaca göre devalüe veya revalüe edilmesi gerektiği iktisattaki ‘dış ticaret ve kur’ teorisinde açıklanmıştır. Buna göre; Türk lirasının dolar karşısında değeri – ,zamanında yapılmayan düzeltmeler de dikkate alınarak – 2021 sonunda yüzde otuz dolayında devalüe edilmiş olsaydı Türkiye’nin ithalât maliyeti uluslararası piyasalardaki olumsuzluklara rağmen 250 milyar doları aşmamış, iç enflâsyon daha düşük, Türkiye’nin ihraç ürünlerinin rekabet gücü de korunmuş olacaktı.
Enflâsyonun ,“talep” enflâsyonu ve “arz” enflâsyonu olarak tanımlanan iki türü vardır. Gelir dağılımındaki çarpıklık ve yüksek ithalât maliyeti nedeniyle Türkiye’de, kurulu kapasite tam kullanılamamakta, buna bağlı olarak birim üretim maliyetleri yüksek olmaktadır. Bu nedenlerle Türkiye’de yaşanan enflâsyon ‘maliyet enflâsyonu’dur.
Türkiye’de borçlanma faizi neden yüksek? Bunun nedeni, toplam makro tasarruf yetersizliğidir. Bu konu iktisat birinci sınıfta okutulan bölüşüm teorisinde nedenleri ve olası sonuçlarıyla açıklanmıştır. Gelir dağılımındaki eşitsizliğin kaçınılmaz sonucu makro tasarruf hacmi düşük, borçlanma talebi yüksek, bundan dolayı da borçlanma faizi yüksek olmaktadır. Anlamayanlar için sebze fiyatlarındaki mevsimlik değişmeler basit örnek olabilir veya Avrupa’da faizlerin neden yüksek olmadığı sorulabilir! Türkiye’de borç para talebi sadece yatırım için değil, gelir dağılımındaki dengesizlik nedeniyle tüketim için de vardır. Yüksek faiz sorununu doğru anlamak ve değerlendirebilmek için önce bu gerçeği kabul etmek gerekir.
Bilim dışı ve yanlış ekonomi politikasının ekonomiye maliyeti neler oldu?
· Dövizdeki yükselişin önüne geçebilmek için kur korumalı mevduat uygulaması başlatıldı. Yoksuldan varlıklıya servet transferine olanak sağlanırken, bütçe açığı rekor kırdı.
· Yaygınlaşan enflâsyonun olumsuzluklarını hafifletebilmek için çeşitli kesimlere bütçeden yapılan sübvansiyonlar genel bütçeye ilâve yükler getirdi.
· Finansman darlığı yaşanan ekonomide zorunlu hale gelen ücret artışları nedeniyle maliyet enflâsyonu hız kazandı, ücret artışları kısa sürede eridi.
· Yüksek enflâsyon firmaların bilânçolarına kâr olarak yansıdı. Reel büyüme olmayan bu durum gerçekte makro ekonomik iflâs anlamına geldiğinden, ekonomide ‘bir vergi olarak enflâsyon’ olgusu (iflâs ekonomisinin itirafı) gündeme geldi ve iş dünyasından haklı olarak “enflâsyon muhasebesi”ne geçilmesi talepleri geldi.
· Tasarruf açığı büyüyen ekonomide TL ile karşılanan dış finansman maliyetleri katlandı.
Sonuç olarak; bilim dışı ekonomi yönetimi bir işe yaramadı. İhracat artmadı, cari açık gerilemedi, istihdam büyümedi. Artanlar sadece kur, enflâsyon ile yaygınlaşan enflâsyon oldu.
Arap ülkelerinden dış kaynak arayan Türkiye, bunun için verilen ekonomik, siyasi ödünlerin maliyetinin bilinmediği, Orta Doğu’nun ‘muhtaç ve bunun için ödün veren’ ülkesi’ durumuna düşüyor.
‘Baz etkisi’ türü istatistik oyunlarıyla rakamsal olarak gerileyeceği söylenen enflâsyondaki rakamsal düşüşün gerçek nedeni ekonomide makro satın alma gücünün tükenişi ile ortaya çıkan toplam talep yetersizliği olacaktır. Reel değeri olmayan ücret ve maaş artışları, sübvansiyon harcamalarının getireceği bütçe açıkları ile enflâsyonun durması beklenemez. Ekonomide bunun adı durgunluk içinde enflâsyon, iktisat literatüründeki “stagflâsyon”dur.
Ayrıca; talimatla düşürülen politika faizi ile birlikte mevduat faizleri de düşeceği için ve karşılığı olmayan borçlanmalarla bulunan dolarlar sayesinde kısa dönemde kurların da göreceli olarak stabil olacağı beklentisi nedeniyle küçük tasarrufların altına, yastık altına, büyük tasarrufların da kumarhane kapitalizmine (borsa) yönelmesi beklenmelidir. Bunlarla birlikte, kısa dönemde zaten yetersiz olan tasarruf hacminin daha da düşmesi, ekonomide dolaşıma giren para arzında (borç verilebilir fonlar) daralma olması doğaldır.