
- Ürettikleri mal ve hizmetlere talebin salgınla birlikte önemli ölçüde azalması hatta durması nedeniyle faaliyetlerini anında yavaşlatan/durduran, OHAL ilân eden küçük, orta, boy işletmeler, büyük sermayeli özel sektör kuruluşları,
- bunun sonucunda işlerini kaybederek işsizlik maaşı, kısa çalışma ödeneği, sosyal yardım adı altında devletten alabilecekleri paraların peşine düşen milyonlarca çalışan,
- borç taksitlerini erteleten, yeniden borçlanarak ne olacağını kestiremedikleri iki üç ay sonrasına kadar kendilerini avutan, kandıran esnaf, küçük-orta boy iş yerleri,
- kamusuyla, özel sektörüyle, çalışanlarıyla, çiftçisiyle, emeklisiyle borç batağına saplanmışken bir de salgın atağı ile ‘knock out’ olan Türk ekonomisi. Sosyal yardımlar, destek kredileri, borç anapara ve faiz ödemeleriyle yama tutmaz hale gelmiş Hazine…
Şimdi ümitler, yeniden faaliyete geçmesi beklenen özel sektörün büyük sermayeli kuruluşlarında, holdinglerde. Zira ekonominin kontrolü onlarda. İstihdam, ücret politikaları onların insafına kalmış bir durum söz konusu. Ne zaman, ne kadar çalışıp üreteceği onun güç ve dirayetinde! Alacağı “teşvik primleri”ni, kredi miktarını ve –olacaksa- geri ödeme koşullarını o belirler ve ekonomi yönetimine fısıldar!
Özel sektör faaliyete başlama kararını nasıl alır ya da almaz?
- üretmeyi planladığı mal ve hizmetlere yönelik beklenen iç ve dış talep hacmine,
- bu talep hacmi ile yapacağı üretim için kullanacağı kaynaklara(işçilik, ham madde, enerji, yarı mamul vb. tedarikçilerine) ödeyeceği sabit ve değişken maliyet bedelinin nasıl en alt düzeye indirilebileceğine, bunun için uygulanabilecek sömürü yöntemlerine,
- birim üretim maliyetlerine,
- üreteceği mal ve hizmeti serbest piyasa koşullarına göre satabileceği fiyata,
- bu değişkenlere göre elde edeceği kârın kendi belirlediği kriterlere göre “yatırımın kârlılığı”nı (azami kârlılık) sağlayıp sağlamadığına bakarak üretime başlama kararını alır veya almaz! (“azami kârlılık” “azami sömürü” demektir)!
Yeniden faaliyete başlama kararı vermese bile, gene de ülkesi için özveride bulunmak istediğini bunun için de devletten teşvik gerektiğini açıklar. Bu “kahramanlığın” toplumun bir kesimini arkasına alması da oldukça mümkündür. Çoğu kez devlet desteği sağlanır da! Özel sektör yapsın, işletsin, kâr garantisi farkını devlet ödesin, vergi muafiyeti, yatırım teşviki…
***
Türk ekonomisinde gayri safi yurt içi hasılanın yaklaşık yüzde 82’si özel sektörün önemli paya sahip olduğu sanayi, inşaat ve hizmet -turizm, bankacılık- sektörlerinden elde ediliyor.(%30 sanayi ve inşaat, %52 hizmet.) Bu oranlar istihdamda yüzde 29 ve 52.
Türk ekonomindeki temel sorun; üretim – paylaşım ilişkisindeki çarpıklık, diğer deyişle gelir dağılımındaki eşitsizlik. Marx’ın tanımı ile; “üretim araçlarının mülkiyetiyle bölüşüm ilişkisindeki çelişki”. Gelir dağılımındaki eşitsizliği ortaya koyabilmek için ekonomistlerin kullandıkları referans hesaplama yöntemi “Gini katsayısı” veya “Lorenz eğrisi”dir. Türkiye için Gini katsayısı 0.5tir. Bu katsayısının sıfıra yaklaşması gelir dağılımındaki eşitsizliğin azaldığını, 1’e yaklaşması eşitsizliğin arttığını gösterir.
Bu çarpıklığı ortadan kaldırıcı ekonomi modeli ve bununla uyumlu ekonomi ve maliye politikaları benimsenip uygulanmadığı sürece hormonlu büyüme rakamları ile avunur, bununla beraber de her dört beş yılda bir ekonomik kriz yaşarız. Kriz geldiğinde; ekonomiyi yönetenler ve onların amigoları malûm medyanın paralı askerleri “swap, hedge, forward” gibi fantezilerle, gazino kapitalizmini itiraf eden lâflarla topluma –kendilerinin de inanmadığı- ümit dağıtmaya, borç yapılandırmalarını topluma “çözüm” gibi sunmaya çalışırlar.
Gelir dağılımının dengeli hale gelebilmesinin olmazsa olmaz koşulu sömürünün önüne geçilmesidir. Bireylerin ellerinde kalan “harcanabilir gelir” seviyesi yükseldikçe ekonomide canlanma başlar, üretilen mal ve hizmetlere olan talep artar. Talepteki artışın ekonomik canlanmaya katkısı, “çarpan katsayısı” etkisiyle 1’den büyük olur, refah yaygınlaşır, seviyesi artar. (Fransız ekonomist Say’ın; “her arz kendi talebini yaratır” şeklinde tanımlanan teorisi ‘Mahreçler Kanunu’). Sermayenin anlamadığı, anlamak istemediği husus işte budur.
Düşünen Adam