Genel seçim sonuçlarının açıklandığı 28 Mayıs akşamı İstanbul’dan kamuoyuna seslenen Erdoğan, yerel seçimleri de kazanmakla ilgili hedefini erkenden açıklamıştı. Temel amacı, seçim yenilgisinden sonra muhalefetin moralsizliğini ve dağınıklığını avantaja çevirmekti elbette. Ankara ve İstanbul için özel çalışmalar yürütüleceği de anlaşılıyordu. Bu yeni hedef için, iktidar cenahında genel bir uyum olduğu görülüyor şimdilik. Gerçi, AKP 7 Ekim’de Olağanüstü Kongre kararı aldı ve oradan çıkacak değişimin niteliği, yerel seçimde kurulması muhtemel ittifaklar için de belirleyici olacak. Mayıs seçimlerinde iktidar ittifakına eklemlenmiş olan küçük partilerden, şu günlerde çıkan uyumsuz seslerin, o zaman nasıl olacağını da göreceğiz. Kararlı bir politikanın yansıması mı bu sesler, yoksa sadece pazarlık alanını genişletmek amacını mı taşıyor anlayacağız.
DIŞ BORÇ 207 MİLYAR, CARİ AÇIK 60 MİLYAR DOLAR
Ancak iktidar tarafını etkileyen olumsuz faktörler de var. Bu seçim yerel olmasına rağmen, ekonomik durum, enflasyon, hayat pahalılığı ve işsizlik gibi özellikle büyükşehirlerde etkili olan sıkıntılar, oy tercihlerinde çok etkili olacak haliyle. Emeklilerin ve dar gelirlilerin durumu için özel bir şeyler yapılacak belki yıl sonunda ama ek kaynak yaratılmazsa, yeniden para basılmak zorunda kalınacak bunun için ve bu da kaçınılmaz olarak enflasyonu tekrar coşturacak. Kısa vadede ekonominin düze çıkması pek olası değil. Üstelik önümüzdeki 12 ay içinde ödenmesi gereken dış borç 207 milyar dolar, cari açık 60 milyar dolar, TCMB rezervi ise -66 milyar dolar seviyesinde. Bu borcun çevrimi oldukça zor. Ayrıca işsizlik konusunda artık sıkça gündeme giren mülteciler sorunu da var sırada. Velhasıl iktidarın işi bir hayli zor.
SLOGAN SİYASETİYLE SEÇİM KAZANMAK GÜÇ
Mayıs seçiminde kaybeden muhalefet tarafında ise, henüz taşlar tam olarak yerine oturmadı. CHP’de kongre süreci devam ediyor ve 29 Ekim’i izleyen günlerde nihayete erecek. İYİP o süreci geçti ve şimdi konsolide olabilmek adına “tek başına gücünü belirleme” ekseninde yol almaya çalışıyor. SP ise GP ile bazı ittifak görüşmelerini sürdürüyor. Bu çerçeveye bakınca, muhalefetin yerel seçimlerdeki performansı için çok da umutlu şeyler söyleyebilmek oldukça zor. Fakat daha yedi ay var seçime. Yarın neyin nasıl değişeceğini önceden tahmin etmek de mümkün değil artık Türkiye’de. Genel görünümü etkileyecek her şey olabilir. Üstelik 21 senelik AKP iktidarı döneminin yapılanmasını da çok iyi tahlil etmek gerekiyor. Kurulan ortak çıkarlar ağını, toplumsal örgütlenmeyi, tarikat ve cemaat bağlarını, ihale sistemini vb. dikkate almaksızın, sadece kalıplaşmış bazı söylemleri öne çıkartan slogan siyasetçiliğiyle, bu seçimlerde başarı kazanmak oldukça güç.
MEVCUT SİSTEM İTTİFAKLARI ZORUNLU KILIYOR
Elbette durumdan ders çıkartan, estirilen kimi rüzgarlara kapılmaktan geri duranlar ve reel politik gelişmelerden etkilenenler de var. İBB Başkanı İmamoğlu, partisinin başına geçme yarışından belki de şimdilik vazgeçerek, tekrar rotasını belediye başkanlığına çevirdi. ABB Başkanı Yavaş da tekrar aday olduğunu açıkladı. Üstelik bunu, kendisine 2019’da başarıyı sağlayan ittifaka ne kadar önem verdiğine ve daha da geliştirmek istediğine nazikçe bir vurgu yaparak değerli kıldı. Zaten muhalefet partilerinin özellikle büyükşehirlerde başka bir yöntemle başarılı olması mümkün de görünmüyor. Mevcut sistem, ittifakları zorunlu kılıyor ve bu gerçeğin sadece bazı küçük istisnaları var. Elbette siyasetteki iki ana eğilimden başka birliktelikler de var alternatif olarak ve bu husus da çok önem kazanacak yerel seçimlerde. Demokrasi cephesinde muhtemelen anlamlı ve rasyonel gelişmeler olacak. Beklenenin aksine, siyaset alanında görevini devreden genel başkanlar da çıkacak. Fakat genel seçimde sözü edilen bir siyasi figür haline gelebilen bazı partilerin, yerel seçimlerden hemen sonra varlığının bile tartışıldığı bir noktaya gerileyeceğini ve pazarlık güçlerini tümüyle yitireceklerini de beklemek gerekiyor.
TEKÇİ İKTİDAR… ÇOĞULCU MUHALEFET…
Özetle, ülkemiz için önemli bir dönüm noktası olacak önümüzdeki yerel seçimler. Tekçiliği esas alan iktidar ittifakının, yerel seçim sonuçlarını da istediği yönde başarı kazanarak tamamlaması halinde, bununla yetinmeyip daha farklı hedeflere yöneleceği aşikar. Anayasa değişikliğine giderek “farklı bir Cumhuriyet” oluşturmaya, ülkeyi tümüyle dönüştürmeye yöneleceklerini ve son rötuşları yapmaya girişeceklerini zaten hissettiriyorlar. Buna karşılık, çoğulculuğa dayanan muhalefet, esaslı bir ittifak kurarak yerel seçimlerde başarılı olursa, ülke yeni bir atmosfere girecek, her alanda farklı çözümler öneren görüşler daha yüksek sesle dile getirilmeye başlanacak. Hatta artık değişmez denilen, kalıcı hale geldiği düşünülen bazı konulara karşı da, daha kararlı mücadele edilmeye girişildiğini göreceğiz.
MUHALEFET BU SEÇİMDE DE YANLIŞ YAPAR MI?
Elbette burada önem kazanan iki husus var. İlki yerel seçimlerin gerçekten yerel mi olacağı. Muhalefet tarafı, yerel seçimlerde iktidarın yumuşak karnı olan ekonomik sorunlara ağırlık veren bir kolaycılık yaparsa, yerel sorunları ötelerse, yine umduğunu bulamayacak. Bölgenin, ilin, ilçenin yerel sıkıntılarına sahip çıkıp, çözüm önerilerini mi gündemlerine alacak muhalefet partileri, yoksa Ankara’daki genel merkezlerinin ürettiği çözüm kalıplarını mı sunmakla yetinecekler seçmene? İçerik önemli olacak kesinlikle. İkincisi ise adayların yerelde kabul gören aday mı, yoksa genel merkezlerin arkasında durduğu aday mı olacağı hususu. Aday seçimi de çok önemli olacak. Yerel yönetimlerde halkın katılımı olmadan, asla güçlü bir yönetim yapısı kurulamaz. Böyle olunca da çözüm üretilmesi mümkün olmaz. Üstelik “iktidarı alalım, sizin sıkıntınızı da çözeriz o zaman” demeyi ilke edinen muhalefet partilerinin, artık böyle bir şansları da yok. Genel seçimi kaybettiler zira… “Bizi seçerseniz, bu sefer artık çözeriz derdinizi” diyen iktidar partilerinin ise bıraktığı ize bakılacak haklı olarak. Geçen dönemde çözemediyse, acaba nasıl inandırıcı olacaklar? Her iki cenahın da dışında alternatifler bulunan il veya ilçeler de olacak elbette. Onların işi daha kolay olabilir ama oralarda da sandıktan çıkana koltukta oturma fırsatı verilip verilmeyeceği derdi var.
Velhasıl, aslında bir demokrasi sınavı olan yerel seçimlerin, propaganda aşamasından mazbataların alınmasına kadar da değil, bir de halkın tercihine saygı duyulması gibi süreçlerde dahi korunmaya ihtiyacı olacak. Bir diğer husus ise, yerel yönetimi alanın, merkezi yönetimden siyasi tercih olmaksızın adil hizmet alıp alamayacağı gerçeği. Mevcut sistemde “kendi seçmenine daha çok hizmet” tercihi yapılması normal karşılanıyor ne yazık ki. Seçmen bu durumda, muhalif belediyelerin merkezi yönetim tarafından baltalanmasıyla değil, seçim sonucunda kendisine sağlayacağı fayda ile ilgileniyor sadece. Oyunu stratejik kullanıyor.
YAPILAN HİZMETLERİ LÜTUF OLARAK SUNUYORLAR!
Muhalefet partileri için çok farklı başka engeller de var. Yerel yönetimler, kamu kurum ve kuruluşlarından hizmet beklerken sadece siyasi tercihle veya kutuplaşma sorunuyla ilgili zorluklar yaşamıyorlar. Kamu kurumlarının birlikte iş yapmaları için rasyonel bir işbölümü de uygulanmıyor ülkemizde. Her kurum, sadece kendi penceresinden bakıyor konuya. Hizmet yaparken birbirlerini tamamlama, önünü açma geleneği yerleşmemiş. Mesela bir belediyenin düzenlediği dere yamacını, ertesi sene DSİ gelip yeni baştan yapabiliyor. Birbirlerinin programlarından, muhtemelen haberleri bile olmuyor. Aynı durumu, belediye tarafından düzenlenen bir sokağın çeşitli kurumlar tarafından defalarca tekrar tekrar kazılmasında ve sonunda tümüyle sökülerek yeni baştan yapılması örneğinde de sıkça görüyoruz. Mesela muhalefetin yönettiği bir yerel belediye, halkın artık kokudan pencere bile açamadığı bir arıtma tesisine müdahale edilmesi için yeteri kadar Büyükşehir yönetimine veya Bakanlık’a baskı yapmıyor. Yapsa da sonuç alamıyor. Fakat seçimler yaklaşınca çözüm üretmek için müşterek çalışmaları kaçınılmaz oluyor ama onlar temel atmak yerine, bu sefer de siyaseten çekişmeyi yeğliyorlar. Halbuki tek doğru var: halka hizmet etmek. Zaten varlık sebepleri de bu değil mi? Seçildikten sonra, her hizmeti görevi olduğu için değil de, sanki bir lütufta bulunuluyormuş gibi sunmaya kimin hakkı olabilir ki? Önce merkezin, sonra partinin, daha sonra ihale bekleyen yandaşın tercihine kulak kabartırsa yerel yönetim, halkın isteğine sıra bile gelmiyor çoğu kez.
SOSYAL BELEDİYECİLİK Mİ, ZENGİNİ DAHA ZENGİN YAPMA BELEDİYECİLİĞİ Mİ?
Bırakın açıkça “ben zengini severim” diyen belediye başkanını, sosyal belediyecilik yaptığını söyleyenler bile, doğaya kıyıp zengini daha zengin etmeye yönelik projelere “kalkınma” diyorlar. Zeytin kesilmiş, konutlara da ruhsat verilmiş, belediye başkanı da çıkıp “her şey mevzuata uygun” diyor. Yok ya, peki hani altyapı nerede? “Falancanın işi o, benim değil” diyor. Peki yaptırmak için ne çaba gösterdin, birlikte planlama mı gerçekleştirdin? “O benim sorunum değil” diyor. Oldu, sen sınıfta kaldın, sandığa da bir daha gelme..! İlçelerin belediye meclislerinde sürekli imar planı değişikliklerini yapıp onaylanıp, büyükşehir belediye meclislerine götürülüyor. Oradan olumlu karar almak için de büyükşehir yönetimine kim bilir hangi konularda taviz veriliyor? Vatandaş durumu ancak zeytinler kesilip inşaat makineleri çalışmaya başlayınca fark edebiliyor. Neye göre tercih yapacak şimdi seçmen? Beş senede bir sandığa gitmenin demokrasiyle bir alakası kalıyor mu bu durumda? Halk seçerken değil sadece, seçtikten sonra da yönetime katılmak zorunda. Bunun yolu da Belediye Meclisleri, Kent Konseyleri ve Mahalle Meclislerinden geçiyor. O nedenle bunlar için söz verenleri destekleyin dostlar. Beraber yönetmekte samimi olanı destekleyin. Yoksa eski hamama yeni tas gelmesi, hiçbir şeyi değiştirmeyecek.