Ekonomide neler oluyor?

 

Seçimler gelip geçti. Ülkeyi yönetenler yerinde kaldı. İktidar tarafı, kendi bileşimini bir miktar daha genişleterek hem Cumhurbaşkanlığı’nı ve hem de TBMM çoğunluğunu aldı. Mazbata, yemin, atama, hükümet işlemleri de bitirildi ve gördük ki, seçim döneminde estirdikleri “vatan elden gidiyor” havasına rağmen, onlar için de esas sorun ekonomideki yangınmış.!

 

Aslında ülkemizde rasyonel düşünebilen herkes de farkındaydı bu gerçeğin. Dünyada karşılığı bile olmayan bir ekonomi uygulamasını ısrarla sürdürerek, ülke ekonomisi sıfırı tüketme noktasına kadar getirilmişti. Seçim öncesinde ise, son bir gayretle bazı ülkelerden alınan borçlarla,  öyle harcamalar yapılıp, öyle sözler verildi ki, “ya seçiliriz tekrar, ya da yerimize gelenlerin eli yanar” denildi adeta. Sonuçta tekrar seçildiler. Fakat yaptıkları cüretkar propagandanın ana ekseni “onlar asla beceremez, başka güçlerin eline düşerler” korkusunun topluma salınmasıydı sadece. Hatta araya parça koyup, “onlar Kandil’den, biz Allah’tan emir alıyoruz” sözü bile söylendi mitinglerde. Algı yönetimi çok önemli oldu bu seçimlerde. Vatandaşlık verilen yabancılar, vatandaşlık satılan yabancılar, blok oy kullanılan aşiretler, sahip çıkılamadığı itiraf edilen 17.000 sandık, sadaka rejimi sayesinde oyu rehin alınanlar, tarikatların desteği, ikinci turdaki seçmen isteksizliği ve muhalefetin bazı aşikar hataları derken, sonuçta % 52 ile iktidar tarafının “zaferi” açıklandı. Daha seçim akşamında yapılan otobüs ve balkon konuşmalarıyla da, bu algı çizgisinin devam ettirileceği ilan edilmiş oldu. İşin ilginci, seçimler bitmiş olmasına rağmen aynı çizgi halen gayretle sürdürülüyor.

 

FİNANSAL OYUNLAR.. KISA VADELİ SICAK PARA GİRİŞİ.. VARLIK SATIŞI…

İktidar, bu gemiyi yüzdürmeye nasıl devam edeceğine acilen çözüm bulmak zorunda. Bu sebeple de algı farklı yönde yaratılıyor. Fakat asıl sorun “beka” değil, ekonominin ve finans yönetiminin sıkışıp bir dar boğaza girmiş olması. Son dakikada bulup buluşturarak, günü atlatmakla olmuyor huzur ve istikrar. Küçük bir esnafın dükkanı değil ki burası, koca bir devlet. Üstelik çok uzun süredir, yani bu iktidarın yönetime gelmesinden çok öncesinden başlayarak, sıcak para girişi olmadan Türkiye’nin çarkları da dönmüyor bilindiği gibi. Ekonomik vaziyete “rasyonel” bakan herkes görüyor durumu. Bu nedenle, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na daha önce görev yapmış ama sonra gözden çıkartılmış ve biraz da örselenmiş olan bir isim, hem de ısrarlı çağrılarla getirilmek zorunda kalındı. Kendisi yerli olamaya yerli ama ABD ve Britanya vatandaşı da aynı zamanda. Önemli uluslararası bağlantıları var. Mehmet Şimşek sonuçta geldi ama görevi teslim alırken, kendisinden mucize bekleyenlere de dönüp “rasyonel temel” dedi. Elbette cebinde parayla gelmiyor yeni Bakan ve kendisinden beklenen işlevi yerine getirmesi için çok net bir şekilde “yapısal değişimi” zorunlu gördüğünü söylüyor. Kapitalist sistemin genel kurallarına uygun çalışan ve akşam yatıp sabah kalkınca kuralların değişmediği bir Türkiye oluşturulabilirse, yatırım için yeni para girişini de mümkün kılacak. Başka türlüsü bazı finansal oyunlarla kısa vadeli sıcak para girişi sağlamak veya varlık satışıyla olabilir ancak.

 

KİM KİMİNLE DENGE KURACAK, KİM KİMİ DENETİM ALTINDA TUTACAK?

Merkez Bankası da elbette finansal istikrar ve enflasyonla mücadele alanında çok önemli bir kurum. Orada “peki efendim” diyerek iktidarın tepesiyle uyumlu kalabilen bir başkanın olmaması gerekiyor işin doğası gereği. O nedenle, mevcut başkanın da değişmesi gerekti, o makama yine yerli olmasına yerli ama çok uzun yıllardır ABD kurumlarında çalışmakta olan H. Gaye Erkan getirildi. Fakat eski Merkez Bankası başkanı Şahap Kavcıoğlu da kenara itilmedi, aksine Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) başkanlığına atandı. Halbuki orası da Mehmet Şimşek’in çok yakın çalışma içinde olması gereken bir kurumdu ve bu atamadan önce tercihi sorulabilirdi. Öyle yapılmadı ve işlemi pek de doğru bulmadığını kamuoyu öğrenmiş oldu. Böylece daha ilk günden finans yönetiminin tepesinde, çok bir garip denge oluşturuldu. Kim kiminle denge kuracak, kim kimi denetim altında tutacak, kim kimin gölgesini sürekli üzerinde hissedecek belli değil. Yoksa “seninkiyle benimki bir olup, bizimkini dövdü” gibi bir durum mu çıkacak ortaya? Zaten acil olarak alınan bir önlem de yok yeni atanan kademelerde. Amaçlananın ne olduğu çok da belirgin değil.

Aslında ekonomi çevreleri gerek M. Şimşek’in ve gerekse de H. Gaye Erkan’ın uluslararası finans kapitalin onaylamış olduğu adaylar olduğu da dile getiriyorlar. İktidar medyasının “Mucize Türk Kızı” veya “Paranın Babası” söylemlerinin nedeni de bu. Fakat vaktiyle ülkemize borç veren batılı çevrelerin, anapara ve faizin geri ödenmesini garantiye almak amacıyla güven duydukları bu kişileri, Türkiye’de ekonomi ve finans yönetiminin başında görmek istedikleri ve bu durumda yeni borçlar vermelerinin mümkün olacağı da ifade ediliyor. Bu bahse de, şöyle bir dokunup geçelim ama bu ikilinin ne kadar uyumlu olduğunun veya olacağının bilinmediğini de ifade delim.

 

HIZLA DEĞER KAYBEDEN TÜRK LİRASI…

Diğer yandan, Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak yeni atanan Cevdet Yılmaz’ın kimliği ve işlevi de oldukça dikkat çekici. Kendisi iktisatçı kökenli, Devlet Bakanı ve Kalkınma Bakanı olarak devletin işleyişini oldukça iyi biliyor. Şimdi tekrar önemli bir göreve geldi ve doğrudan hükümetin ekonomi yönetimi ile Erdoğan arasında köprü görevi göreceği ifade ediliyor. Yeni hükümette esas ağırlığın ekonomi alanında olacağının bir diğer göstergesi de bu aslında. Cevdet Yılmaz ayağının tozuyla önemli açıklamalar da yaptı. Orta Vadeli Program’ın değiştirileceğini, ilkesel hatların yeniden belirleneceğini söyledi. Zaten, bizdeki bu Orta Vadeli Programların başına gelen, pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. İster aileden, ister dışarıdan atanan kişiler gelsin ekonomi yönetimine, hemen yeni bir program açıklanır ama sonuç nedense hiç değişmez. Bakalım bu sefer orta vadede bir değişiklik yaratılabilecek mi?

Kısa vadede ise olanlar oldu. Türk Lirası hızla değer yitirdi. Bu durumun, yeni Hazine yönetiminin bir tasarrufu olduğu düşünüldü başta. TL’nin hızla bir devalüasyona tabii tutulduğu anlayışı hakim oldu. Zira Aralık 2021 döneminden bu yana Merkez Bankası’nın döviz kurlarını tutabilmek için “arka kapı” müdahalelerinin 191 milyar USD tutara eriştiği biliniyor. Bunun 52 milyar USD bölümünün ise seçim öncesi vaat yağmurunun zirveye çıktığı 2023 Nisan ve Mayıs aylarında satıldığı hesaplanıyor. Ancak dışarıdan borç olarak alınan dövizlerin bu şekilde satılmasıyla bir çeşit “sabit seviye” sağlanabildiği anlaşılıyor. Şimdi ise adeta bu müdahale hali, Hazine’de yeni bir görevlendirme yapılmasıyla tümüyle ortadan kalktı ve birkaç gün içinde TL hızla % 20 kadar değer kaybetti. Geldiği seviye, aslında ihracatçıların uzun süredir istediği bir durumu oluşturdu. Fakat sonradan anlaşıldı ki bu hızı bile durdurmak için Şahap Kavcıoğlu görevden ayrılmadan hemen önce 2,5 milyar USD daha satmış Merkez Bankası’ndan. Fakat bankanın rezervleri eksi değerlere indiği için, takip eden günlerde piyasaya müdahale görevi kamu bankalarına devredilmiş. Onların sattıkları dövizle de, TL’nin değer kaybı biraz olsun yavaşlatılmış ama gereken güven ortamı oluşturulamadığı için piyasanın dövize talebi hala devam ediyor. Belirsizlik sürüyor ve USD karşısında TL 25 veya daha üzeri değerleri görecek gibi duruyor.

 

TATLI KAZANÇ…

Döviz dışındaki diğer bir kısa vadeli önlemin ise Merkez Bankası tarafından politika faizinin % 8.5’dan yukarı doğru kademeli olarak arttırılması ve kalıcı bir etkisinin olabilmesi için de % 40’lara kadar çıkartılması gerekeceği belirtiliyor. Yani planlanan “ortodoks” önlemler dizisi tamamlanmaya ve yeni bir parasal denge bulunmaya çalışılacak. Sürekli olarak hem döviz de hem de faiz arttırılmayacak haliyle. Yeni yönetimin yapmak istediği, böyle bir ilk şoktan sonra kademeli bir düzelme sağlayabilmek. Bu durumla da döviz gelmesi sağlanacak. Buna göre yabancılar veya yabancı görünümlü bazı yerliler, ülkeye dövizlerini getirip yüksek kurdan bozduracak, yine yükseltilmiş olan TL faizine yatıracak, vadesi gelince de tekrar dövize dönerek önemli miktarda para kazanacak. Bu “tatlı kazanç” için döviz sahiplerinin Türkiye’yi seçmeleri bekleniyor. Tıpkı 5 sene önce olduğu gibi. Göle çalınan bu mayanın tutması için, ABD Hazinesi’nin 14 Haziran’da faiz artışını durdurma yoluna girme kararı almasına güveniliyor. Fakat 2018 krizinde olduğu gibi dışarıya para ihraç etmeyen bir ABD söz konusu artık ve yabancı yatırımcıların Türkiye’de risk almaya bu kadar iştahlı olmaları ve koşarak gelmeleri ne kadar mümkün olacak belli değil. Borç almak zorsa, döviz için çekim merkezi yaratmaya çalışılacağı anlaşılıyor. Merkez Bankası 22 Haziran’da politika faizini belirleyeceği aylık Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısını yapacak, orada ilk adımın atılıp atılamayacağını göreceğiz.

 

IMF’NİN KAPISINI ÇALMAK ZORUNDA KALABİLİRİZ

Tıpkı biz vatandaşlar gibi, hükümette her şeyin tek yöneticisi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan da görecek. İstenen kulvar değişimini sağlayabilmesi için elbette iktidar kadroları ve diğer bakanlıklar da Mehmet Şimşek’e yardımcı olacaklardır. Fakat işler yolunda yürümezse, kısa vadeli bu bataktan çıkmak için farklı anlaşmalar yapılmak zorunda kalınabilir çeşitli ülkelerle ki bunu daha önce Erdoğan doğrudan kendisi yapıyordu. Bakalım şimdi neler olacak? Hatta IMF’nin kapısı bile çalınmak zorunda kalınabilir bu dönemde. Zira önümüzdeki 12 ay boyunca Türkiye’nin ödemesi gerek 202 milyar USD dış borç var. İktidar açısından çok önem verilen bir de yerel seçim var. Mayıs’taki genel seçimler döneminde, toplumun çeşitli kesimlerine verilen bazı akçeli sözler de var. Bu beklentiler, ülkenin birikmiş sorunları ve ekonomik darboğazlar nedeniyle, Mehmet Şimşek ve ekibinin vatandaşa acı ilacı içirmekten başka öneride bulunması pek mümkün görülmüyor. Fakat Türkiye’nin ihracat yapan sanayicileri de, hazır işçilik ücretleri 300 USD seviyesine inmişken 500 USD seviyesinde asgari ücret vermek istemeyeceklerdir. Üstelik depremin etkilerinin giderilmesi, konut inşası ve yerel seçim öncesi gereken bazı yatırımlar da büyük önem kazanacak. Bütün bu nedenlerle, ekonomideki öncelikler ve yapılacak siyasi tercihler, anılan kadrolar arasında çekişme yaratma potansiyeli taşımaya aday görünüyor. Seçimle gelenler ile atanarak gelenler arasında tercih farkları başlayınca da sonucun ne olacağını daha önce defalarca gördük. Belirsizliğin bir nedeni de bu.

Muhalefet tarafı da gelseydi yönetime geçtiğimiz seçimlerle, elbette acı ilacı vatandaşa içireceklerdi. Sistem tercihleri çok da farklı değil aslında. Muhtemelen, muhalefet tarafı, vatandaşın üzerine binecek yükü bir miktar azaltabilmek adına birkaç insaflı rötuş yapılacaktı ama sonuç değişmeyecekti. Fakat acıyı belirli bir süre çekmek, hatta bir süre sürünmekle; belirsizlikler içinde sürekli savrulmak arasında elbette çok önemli farklar var. “Durmak yok yola devam” diyordu seçim döneminde iktidar tarafı ama yol epeyce sisli ve puslu görülüyor.

 

Exit mobile version