DOLAR 19,1074 % 0.09
EURO 20,6895 % 0.29
GRAM ALTIN 1.201,37 % 0,05
ÇEYREK A. 1.964,25 % 0,05
BITCOIN 26.972,22 -2.968
GİRİŞ YAP

SON DAKİKA
hava 12°
Google News

DIŞ POLİTİKA! SIFIRA SIFIR ELDE VAR EKSİ!

Son Güncelleme :

24 Temmuz 2021 - 0:26

DIŞ POLİTİKA! SIFIRA SIFIR ELDE VAR EKSİ!

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile birlikte, Mustafa Kemal Atatürk ve yakın çalışma arkadaşlarının ilke ve hedeflerini belirlediği dış politikanın 2002 yılına kadar görev yapan tüm hükümetler rotasından sapmadan sürdürüldüğünde Türkiye’ye neler götürüp getirdiğine, bu rotadan çıkarıldığında ise ne tür olumsuzluklara neden olduğuna dönemler halinde bakıldığında ortaya çıkan gerçekler:

I)1923-1950 dönemi: Hatay’ın Suriye topraklarında ayrılarak Türkiye’ye katılması (1939) ve ikinci Dünya savaşında izlenen istikrarlı, ağır başlı dış politika sayesinde savaş dışında tutulabilmesi olmuştur. Bunlar, bazılarının “iki ayyaş” olarak tanımlayıp – sözüm ona aşağılamaya çalıştıkları – Cumhuriyet’in kurucuları seçkin insanlar Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü’nün önce Kurtuluş savaşında, ardından Cumhuriyet döneminde Türkiye’ye kazandırdıkları dünyanın takdir ettiği askeri ve siyasi zaferlerdir.

II)1950-2002 dönemi:

Demokrat Parti iktidarı ile birlikte Türkiye’nin dış politikadaki rotası ABD odaklı olmuştur. Bu yöndeki ‘kararlılık’, Türkiye’nin NATO’ya kabulü için daha NATO üyesi olmadan ABD’nin Kore savaşına asker göndererek kanıtlanmaya çalışılmıştır. Türkiye, NATO’ya kabul edildikten sonra (1954) askeri, siyasi ve ekonomik ilişkilerinde ABD’yi öne çıkararak ABD-Rusya liderliğinde bloklaşan dünyada Batı blokunda yer almıştır. Takip eden yıllarda 2003 yılına kadar göreve gelen hükümetler, esas itibariyle Atatürk’ün gösterdiği “yurtta barış, dünyada barış” ilkesinden sapmamaya özen göstererek Türkiye’nin karşılaştığı dış politika konularını, sorunlarını başarıyla yönetmişlerdir. Bu dönemde öne çıkan önemli dış politika konuları:

  • 1967 ve 1973 Arap İsrail ve 1980-88 İran Irak savaşları: Tarih boyunca büyük devletlerin üzerlerinde planlar yaptıkları bölge devletlerini aralarında savaştırdıkları Ortadoğu’da Türkiye, dikkatle izlediği ancak taraf olmaktan uzak durduğu bu çatışmalardan herhangi bir kayıp yaşamadan, saygın ve barışçı devlet konumunu koruyarak, güçlendirerek çıkmayı başarmıştır.
  • Altmışlı yıllarda Kıbrıs kaynaklı Türkiye Yunanistan anlaşmazlığı sırasında ABD Başkanı’nın Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği çirkin mektuba İsmet Paşa’nın verdiği; “yeni bir dünya kurulur, Türkiye’de o dünyada yerini alır” cevabı, dünya diplomasi literatürüne geçecek onurlu bir dış politika belgesi olmuştur.
  • 1974’teki Kıbrıs sorunu ortaya çıktığında, Türkiye anlaşmalardan doğan askeri müdahale hakkını, geçerli tüm diplomatik kanal ve araçları izlediği seviyeli dış politika ile kullanmış ve dünyaya kabul ettirmiştir.
  • Doksanlı yılların başında Başbakan Özal’ın “bir koyup üç alacağız” hafifliği ile ABD’nin Arap Körfezindeki planına asker göndererek alet olmak istemesi üzerine dönemin Genel Kurmay Başkanı nitelikli devlet işleyişi ve hiyerarşisine uygun şekilde görevinin gereğini yaparak buna karşı çıkmış ve Türkiye’nin bir maceraya sürüklenmesi önlenebilmiştir. Şimdilerde bazılarının “eski Türkiye” olarak tanımlayıp küçümsedikleri “o Türkiye” de liyakat sahibi sivil ve askeri bürokrasinin görev sorumlulukları gereği yaptıkları öneriler dikkate alınıyordu. Bu çağdaş, nitelikli, güven veren devlet mekanizmaları “yeni Türkiye”de! ‘vesayet’ olarak nitelendiriliyor. Anlamak mümkün değil.
  • 2002 yılı sonlarında ABD’nin ‘büyük Ortadoğu projesi’ olarak adlandırdığı dış politika gereği Irak’a göndereceği askerlerin Türkiye’de konuşlanması, buradan lojistik destek alabilmesi için çiçeği burnunda AKP hükümetinin TBMM’ne gönderdiği 2 Mart tezkeresi CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Mecliste milletvekillerine hitaben yaptığı uzun ve içi dolu konuşma sonucu kabul edilmedi. Bu, Türkiye’nin Ortadoğu’daki geleneksel dış politikasının son uygulaması oldu. Bundan sonra olanlar malum…

2003’ten sonraki ‘yeni Türkiye’nin dış politikası seksen yıllık Cumhuriyet tarihinin tarzından, teamüllerinden kopuk olmuştur. Bu hoyrat girişimle birlikte diplomasi bir meslek, uzmanlık işi olarak görülmemiştir. Hariciye mesleğinin, camiasının bilgili ve deneyimli saygın insanları “monşer” tanımlamasıyla hafife alınmıştır. Önemli yurt dışı görevlerine meslek dışından AKP mensupları yerleştirilmiştir.

Geleneksel ‘yurtta barış, dünyada barış’ politikasından hızla uzaklaştırılan “yeni Türkiye” başta Ortadoğu ve diğer uluslararası anlaşmazlıklarda, sorunlarda taraf olmuştur. Bu politika, hamaset dolu, ‘fetih’ ilhamlı söylemlerle savunularak gerekli ve doğru gösterilmek istenmiştir. Ancak, Türkiye müdahil olduğu hiçbir konuda sonuç alamamış, dış politikada mevzi kaybetmiş, sorunlar artarak daha karmaşık, içinden çıkılmaz hale gelmiştir. Tüm devletlerle çatışan, ABD-Rusya-AB arasında bocalayan, birbirinden kopuk kısa vadeli politikalar ve inişli çıkışlı karar değişiklikleri ile bunalan bir “yeni Türkiye” var artık. Hiçbir sorunun nasıl çözüleceği, nereye varacağı belli değil.

 

NELERİN OLABİLECEĞİNİ DOĞRU ANLAYABİLMEK İÇİN, NELERİN OLAMAYACAĞINI İYİ DÜŞÜNMEK GEREKİR.

Din eksenli dış politikanın Türkiye’nin başına açtığı diğer büyük sorun da; dört beş yıl önce Suriye’den, şimdi de Afganistan’dan gelen burada üremeye devam eden göçmenlerdir. Bunların içte yarattığı ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlar sarmalı her geçen gün artarak büyüyor.  Türkiye, göçmenler üzerinden AB ile ‘bakıcılık karşılığı para’ pazarlığı yapıyor. Cumhurbaşkanı’nın Afganistan’a asker gönderme ısrarını sürdürebilmek için Taliban’la görüşme (aslında pazarlık) konusundaki yaklaşımının lâik bir devlet için düşünülmesi dahi söz konusu olamaz.

TBMM’nin, yurt dışına asker gönderilmesi dışında bilgilendirilmediği, amacı ve nereye varacağı belirsiz bir dış politika sürdürülmeye çalışılıyor. Son örnek; Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı; Türkiye’nin Kıbrıs politikasının geleceğine ilişkin kişisel kararı.

Not: Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’ne Cumhurbaşkanlığı külliyesi yaptırma kararı Kuzey Kıbrıs için onur kırıcıdır. “Uydu Cumhurbaşkanı” Ersin Tatar’ın yerinde makamının hakkını veren bir Cumhurbaşkanı olsa, bu tek taraflı karara itiraz eder, bina yerine Türkiye ile birlikte geliştirilecek, Kıbrıs Türk Halkı’nın ekonomik refahının iyileştirilmesine yönelik bir ortak üretim projesini gündeme getirir, halkını düşündüğünü göstermiş olurdu.

Son olarak; içte ve dışta yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Türk halkının üçte biri gidişattan ya habersiz ya da memnun! Muhtemeldir ki; ‘buna da şükür’, ‘büyüklerimiz bizden iyi bilir’ vb. kaderciliği ile hayatını sürdürmekte…

Bunun nedenini “muhalefet yetersiz onun için böyle” gibi bir açıklamayla yapmak yüzeysel ve kolaycılık olur. “Osmanlı ruhu” denilirse Atatürk’ün Cumhuriyet’i kurarken belirlediği ‘hareket noktası’ daha doğru anlaşılacaktır.

Düşünen Adam

YORUM ALANI

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.