SEÇİM DEĞERLENDİRMELERİ – 2
2023 seçimlerinin erteleneceği depremden önce de depremden sonra da
konuşuldu. The Economist dergisi Erdoğan için Diktatör benzetmesi yaptı.
Keza Time’s dergisi onu Hitler’e benzeştirdi. Ancak seçim sonuçlarıyla ve
seçimin geçtiği politik atmosferde gördük ki bunlar algı yönetiminden başka
bir şey değildi. Erdoğan’ın bu ülkede önemli bir karşılığı var ve Türkiye
demokrasi konusunda birikimi olan insanların yaşadığı bir ülke. Kaldı ki
bölgesel olarak önemli güç savaşlarının olduğu ve haritaların değiştiği bir
coğrafyanın unsuru olan Türkiye’nin bu dönemi iç politikada büyük
dalgalanmalar yaşamadan bugüne kadar oldukça başarılı yönettiğini
düşünebiliriz. Bunda başkanlık sisteminin muhakkak olumlu tesirleri vardır.
Seçmen muhtemelen oy verirken bu bölgesel huzursuzluğun yönetimini de göz
önünde bulundurdu.
İktidarın ve özellikle Bahçeli’nin son mitinginde dile getirdiği “Hans, Sam,
Tony, Johnny, Herkel, Frank alayı birden Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ı
silkmeye kalksalar, başaramazlar. Anadolu çocuğu Recep Tayyip Erdoğan
alayına yeter.” Söyleminin aksine ben Batı’nın Erdoğan’la çok büyük bir
kavgası olduğunu düşünmüyorum. Elbette Erdoğan ,reel politiği Anadolu
oportünizmi ve uyanıklığı ile birleştirerek başarıyla uygulayan bir
siyasetçi olarak ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa başta olmak üzere Avrupa
Birliği ve hatta Rusya ile çok keskin pazarlıklar yürütüyor. Bu
pazarlıkların bazılarında onların canlarını fena yakmış da olabilir. Ancak
her şeye rağmen Erdoğan konuşulabilir, anlaşılabilir ve uzlaşılabilir bir
liderdir. Batılı güçler Türkiye’nin kim kime dumduma bir siyasi erk kaosu
olmasındansa bir kişi ile oturup pazarlık edebilecekleri bir yapının devam
etmesini her şeyden fazla tercih ederler. Uluslararası ilişkilerin doğası
kaostur ancak prensibi görüşme, müzakere ve diplomasidir.
İyi Parti, Saadet, Gelecek, Deva, Demokrat Parti ve dışarıdan HDP ile büyük
bir güç koalisyonu ile iktidara talip olan Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki
cephe kazansaydı bu koalisyonun yürütme erkine etkisi nasıl olacaktı
tartışmalıdır. Seçim sonuçları öyle bir tablo yaratmıştı ki seçim öncesinde
Parlamenter sisteme geçme sözü veren Kılıçdaroğlu eğer seçilse ve
parlamenter sisteme geçse meclis çoğunluğu AKP ve MHP de olduğu için ülkeyi
yönetemez hale gelecekti. O nedenle Kılıçdaroğlu ister istemez başkanlık
sistemini devam ettirmek isteyecek, bu durum da kendisi hatta partisi ve
diğer ortakları ile çelişeceğinden belki 5 yıl bile sürdürülemeyecek bir
siyasi güvensizliğe neden olacaktı. Kaldı ki parti içi klikleri ve güç
savaşları ile meşhur olan CHP’nin seçimden sonra ortaklarıyla nasıl
geçinebileceği sadece tahmin yürütebileceğimiz bir siyasi senaryodur. Çünkü
CHP ve kadrolarının devlet yönetme tecrübesi, özellikle de son 20 yılda
dönüşmüş böyle bir bürokratik sistemi yönetme tecrübeleri yoktur.
Bu seçimde iki adayın siyaset sahnesinden silindiklerine şahit olduk.
Bunlardan biri Muharrem İnce idi. Ben İnce’yi en başından beri hiç samimi
bulmadım. Onu AKP’nin CHP seçmenini bölme projesi olarak gördüm. Erdoğan ile
danışıklı dövüş içinde olduğunu düşündüm. Nitekim öyle ya da böyle yükseldi
ve düştü. Bir süre sonra adını kimse hatırlamayacaktır. Diğer yandan Sinan
Oğan kendisini kovan MHP’ye seçim öncesi söylemlerine rağmen ilk tur
sonrasında Erdoğan’a yanaşarak kendisinde “büyük ırki erdemler keşfetmeye
hazır” seçmenini yanılttı. En son yaptığı “Plana sadık kal” şeklinde ki
Roosevelt alıntısından sonra iyice karikatürize olduğunu düşünüyorum. Bence
kendisinin siyasi geleceği Numan Kurtulmuş’tan daha parlak olmayacaktır. O
da Erdoğan kendisi ile çalışmak isterse mümkündür. Böylece gördük ki “büyük
laflar etmek ve büyük davaları savunmak ve “devlet adamı” olmak bambaşka
şeylerdir.
Bu seçimin ortaya çıkardığı diğer bir fenomen Ümit Özdağ’dır. Özdağ
Cumhuriyetin bürokrat elitlerinden olan bir aileye mensuptur. Babası
Muzaffer Özdağ 27 Mayıs ihtilaline Yüzbaşı olarak katılmış bir askerdir.
Dedesi kendi iddialarına göre Şeyh Sait isyanında görev almış bir binbaşı
idi. Kendi iddialarına göre Dağıstan Kumuk Türkleri’ndendir. Ancak Çerkes
oldukları söylenmektedir. Her durumda göçmen bir ailenin soyundan
gelmektedir.
Özdağ Türk siyasetinde ilk defa ırk üzerinden siyaset
yapmaktadır. Zafer Partisi’nin kuruluşu Türkiye’de anti göçmen hislerin
yükselişinin zamanlamasıyla uyumludur. Özdağ bir akademisyendir. İyi bir
polemikçidir. Aynı zamanda sosyal medya manipülasyon ve ajitasyonlarına son
derece hâkim görünmektedir. Türkiye’de kayıtlı 4 milyon ve kayıt dışı
milyonlarca göçmenin yarattığı tehlikeyi kamuoyu gündemine taşımaktadır.
Diğer yandan Özdağ’ın marjinal ve ırkçı söylemleri olan partisinin bu
açıklamaları aslında Türkiye için bir “beka” sorunu olan göçmen tehlikesi
sorununu “sulandırmakta mıdır yoksa hafifsenmesine mi hizmet etmektedir”
tartışılmalıdır.
Göçmen konusu Türkiye için sosyal bir tehlikedir evet. Ve
bu tehlikenin bir siyasi partinin değil her siyasi partinin meselesi olması
ve konunun bilimsel verilerle, rakamlarla, istatistiklerle konuşulması
gerekir. Yoksa ırkçı aşağılamalar veya ırklara atfedilen suçlarla körüklenen
milli infial göçmen sorunundan daha büyük sorunları tetikleyebilir. Ancak
görünen o ki Zafer partisi ve Ümit Özdağ’ın ismini daha bir süre duymaya
devam edeceğiz. Çünkü kendileri tetiklenmeye hazır ve her geçen gün
gerilimin arttığı bir sosyal fay üzerinde siyaset yapmaktadır. Zafer partisi
ile veya onlarsız bu göçmen meselesi “çözülmelidir.”
Devam edecek