BU VİRÜS HEPİMİZE AZLA YETİNMEYİ ÖĞRETECEK!

BU salgın süreci bize azla yetinmeyi, her anlamda mütevazı olmayı öğretir mi?

Sokağa çıkma yasağı kararı alınınca, kendini sokaklara atıp bakkalların, büfelerin önünde uzun kuyruklar oluşturan vatandaşın haline bakarsanız..

..ki o uzun kuyruklarda birbirinin üstüne çullanıp tekme tokat dövüşeni de gördük.

Öğrenmeyiz yani.

Yağmacı, azgın, dövüşken, bencil ve cahillikte sınır tanımayan yapımızla..

Azla yetinmeyi, kabarık iştahlarımızı susturmayı, nefsimize hakim olmayı öğrenemeyiz.

Yani bunları yazan ben de ortalama aynı durumdayım.

Bir aydan fazladır kimseyle görüşmeyip, kimselere kapı açmayan ben..

Evden gazeteye, gazeteden eve gelip gün içerisinde en az yirmi kez ellerini köpürte köpürte yıkayan ben..

Eve girer girmez üstündekileri çıkarıp makinaya atan.. Elleri yıkamak yetmez; sabah akşam kaynar sularla banyo yapan.. Yetmiş beş yanındaki annemle sofrasını ayıran, evin salonunda birlikte oturmayı yasaklayan.. Kapıya gelen sucuyla, kargocuyla, bilmem kimle araya üç metre mesafe koyan, herkesin dokunduğuna dokunmayan.. Gazetede onbeş dakikada bir lavaboya gidip ellerini yıkayan, dezenfektan sürünüp kolonyalanan ben…

Saat 22.00’de ilan edilen sokağa çıkma yasağını duyar duymaz sokağa fırlayıp..

mahalle bakkalının önünde sigara ekmek kuyruğuna girdim yani.

 

***

AÇ MI kalırız, hayır…  N’olur n’olmaz diye her şeyi almışız eve. Makarnası, bulguru, pirinci, patatesi, soğanı.. Un da var… Sigara desen, sabah aldım üç paket.. İki gün yeter!

Yetmiyormuş demek ki. “Saat 24.00’de yasak başlayacak” der demez televizyon, sokağa attım kendimi üç beş paketlik stok için!

Sonra ekmek geldi aklıma.. Sigaradan sonra geliyor!

Bakkalda bitmiş… Gece yağmacıları tüketmiş hepsini.

Sanayi ikinci kapıdaki Vakfıkebirciye yollandık.

Önümüze geçen her araca sövüyoruz iyi mi! Bizden önce fırına varacak, hakkımız(!) olanı alacak diye…

Fırının önü kuyruk; nereden baksan bir kilometre.. Saatlerce beklersen anca sıra gelir. Sana sıra gelince ekmek bitmiş olabilir.

Büyük sorun. Ekmek bulamazsan evde bir şey eksiktir artık.. Bet bereket kaçak mazallah!..

Neden sonra çarşıya attık kendimizi. Millet önce kendi sokağındaki, mahallesindeki bakkala yazıldığı için çarşı boş. Sonradan doldu tabi. Gıdacı dükkanları kepenk kaldırdı, büfeler, manavlar açıldı.. Millet üşüştü haliyle.

Bizim manavı açık görünce, n’olur n’olmaz diye daldım. Evde her şey var, ne alacaktım?

C vitaminidir, bugünlerde çok lazım, iki kilo portakal alayım en azından!

Bekle bekle sıra gelmiyor.. Vazgeçtim.

Ama yan taraftaki kasap açık olsa, girip bir kilo biftek alabilirdim…

 

***

HANİ marketler açık olsa o saatlerde.. Rafların tümüyle yağmalanması muhtemeldi. Sona kalanlar dona kalırdı. Kola, cips, çerez, alkollü içki rafları tamamen boşalabilirdi.

Bu süreçte marketler değil, iki saatlik yağma zamanında bakkal ve büfeler kazançlı çıktı.

Herhalde bir haftalık ciroyu iki saatte yapmışlardır.

Şimdi pek rahatım. Sigara stokum iyi.. Bu yazıyı yazarken “sigaram bitiverir” korkusu yaşamıyorum!..

Bu arada ezelden beri sigara içenleri düşman gibi gören annem, koronadan arınıp dinlensinler diye balkona bıraktığım torbayı görmüş.. İçinde beş altı paket sigara var tabi.

“Gördüm” dedi, “gıdanı ihmal etmemişsin gene…”

Güldüm, cevap vermedim. Versem, akşama kadar sigaranın zararlarını anlatacak bana.

Söylenmeye başlayınca mevzuyu değiştirmeyi denedim. Yemedi.

Yeşilay’ın sigarayı bırakma programıyla ilgili haber izlemiş televizyonda, onu anlatıyor.

“Bak, sigarayı bırak, beş bin lira vericem” dedi!

Önümüzdeki üç ayda harcayacağı emekli maaşının tamamına yakınını verecek yani; yeter ki bırakayım.

O da korkuyor koronadan. Sigara içenlerin hastalığı atlatamadığı haberlerini izleyip izleyip bana anlatıyor.

 

***

SOKAĞA çıkma yasağının sabahında bir arkadaş arıyor; yasak kararı alınır alınmaz sokağa fırlayan insanların hali üzerinden sosyolojik analizler attırıyor.

“Ya, geç birader analizi manalizi” dedim, “ben de çıktım yani…”

Bu kez toplumsal hasletlerimiz üzerine bir telekonferans yaptık. Yani herkesin sokağa fırladığı anı olumlamaya çalıştım!

Kendimi kurtarmak, bir anlamda iyi hissetmek için…

Aslında hem kendimize, hem başkalarına kötülük ettik.

Tabi yasak kararını iki saat önce açıklayıp insanların sokağa fırlayacağını hesap edemeyenlerin suçu daha büyük.

İtalya, İspanya gibi olmayalım diye uğraşırken..

Geldiğimiz nokta vahim.

 

***

AJANSTAN bir fotoğraf düştü.. Akçay sahilinden.

Kordon bomboş.. Sahilde kuşlar.. İnsan yok.

İnsan işgalinden arta kalan bu iki günlük boşluğu kuşlar doldurmuş.

Altına ne yazarsan yaz götürür.

İster doğa sevgisiyle bir şeyler yaz.. İster çevreci açıdan bak mevzuya.

Dinsel, tinsel, manevi yönden bak…

Materyalist açıdan da bakabilirsin.

Yağmacılığın, hoyratlığın, bencilliğin insanoğlunu getirdiği nokta üzerinden dem vurabilirsin.

Öyle ya, var olalı beri insanoğlunun yer yüzüne ve birbirine etmediği kalmadı.

Eve kapanma günlerinde akarsuların berraklaştığı, denizlerin daha bir mavileştiği, suların temizlendiği haberleri yapılıyor meselâ.

İnsanoğlu dünyanın ebesini ağlattı malum.

Yani insan olmasa yeryüzünde hayat daha mı yaşanabilir olacak?

Sadece karnını doyuracak kadarıyla yetinebilse insanoğlu.. Ne kavga, ne savaş yaşardık.

Hepsini istedi. Her şeyi istedi. Yerüstünde, yeraltında ne varsa…

Her şeye hakim olmayı istedi, “hepsi benim olacak” dedi. Bunun kavgasını, savaşını verdi, veriyor.

Ama ne oldu?

Laboratuvarda ya da doğada şekillenen bir virüs herkesin yüzüne çarptı acı gerçeği.

Sen istediğin kadar nükleer silahlar üret, dünyaya hakim olmaya çalış, savaşlar çıkar, petrole, doğalgaza, altına, gümüşe sahip olmak için mücadele et.

Bunu yaparken milyonlarca insanı köleleştir, süründür, öldür.. Devletleri ele geçir, işgal et.. Ya da demokrasi(!) getir.

“Görünenle savaşın beni bağlamaz, görünmeyenle savaş göreyim” dedi virüs.

Hepimiz, tüm insanlık, dünyanın hepsi  ölümcül virüse odaklanmış durumda.

Hastane koridorlarında biriken cesetlerin görüntüleri paylaşılıyor sosyal medyada.

Haydi göster gücünü.

Ne mümkün.

Bu virüsün aşısını üretmeye çalışıyor insanlık.

Pek çok hastalığın aşısını üretti çünkü.. Salgınlarla başa çıkmayı başardı.

Ama hiç bir salgın dünyayı bu duruma getirmedi.

Büyük savaşlar bile!

O derece ki, Hitler’in zulmü bile virüs salgınının yanında hafif kalır.

..ki artık tek bir hastalık değil mücadele edilen. Mutasyonla değişim geçiren virüs insanlıkla oyun oynuyor.

 

***

BU salgın insanlığı yeniden avcı – toplayıcı dönemlere geri götürecek gibi iddialı bir cümle kurmuyorum. Tabi bakış açıları, ideolojiler, yönetim şekilleri, yaşam alışkanlıkları, her şey değişebilir.

Ama insanoğlu da sonradan gelip yerleştiği bu dünyada mütevazı yaşasın artık; arsızlık etmesin. Her şey benim demesin. Yağmacılık, yayılmacılık yapmasın. Dünyanın nimetleri yeryüzünde yaşayan tüm canlılara yetiyor.

 

 

 

Exit mobile version