Yeşil Tepeler, etrafını çevirirken karınlarını içeri çekip başlarını arkaya atarak etrafına tas şekli verdiği toprağı verimli, sulanır ova, Osmanlı Padişahı tarafından, köylülerin elinden zorla alınıp o bölgede gözü kulağı vurucu gücü olan el etek öperek;
“Çok yaşa padişahım” diye bağıran Sümbül Ağa’nın dedesine bağışlanmıştı. Padişah, zulmüne karşı duran, baş eğmeyip dikleşen köylüleri, gözünü kırpmadan kılıçtan geçirirken,katliamdan kaçarak kurtulanlar kendilerini,tepelerin arkasından yükselen başları çatallı yüce dağların, askerin ulaşması zor, savunmanın kolay, kuş uçmaz kervan geçmez yerlerine atarak köylerini kurup hayata tutunmaya çalıştılar.
Ovada insan boyu kalkan buğday ekini rüzgar, önünde bir yönden öbür yöne deniz dalgaları gibi kabara kabara akıyor, bire on veriyor. Ama aynı ekin, dağlar arasında topraktan yukarı iki karış kalkamıyor, bire bir o da yağmurun bol düştüğü yıllarda veriyordu.
Sümbül Ağanın ambarları buğday, ahırları büyük baş sığır, sayaları koyun sürüsü ve kesesi parayla dolup taşıyor , köylüler, ağız dolusu ekmek yiyecek un bulamıyor, üç beş kel kör hayvanla yarı aç yarı tok sürünüyor, meteliğe kurşun sıkıyorlardı..
İşsizlik, milleti kırıp geçiriyor, iş bulamadan gurbetten dönenler, başlar önde, kollar sanki omuzlardan sopa gibi aşağı sarkmış, köy içinde aylak aylak dolaşıyor, sıkıntıdan soluğu burundan alıp veriyorlardı.
Sözün özü ağanın evi düğün bayram yeri, topraksız köylülerinki ise, ölü toprağı sepilmiş evi gibi.sessiz,sinek vızıltıları duyuluyordu.
. .
Sonunda kimi dolandırıcı, kimi kapkaçı, kimi de resmen hırsız oldu.
Köye dönebilen dolandırıcı gaspçı ve hırsız, getirdiğini ailesi ile tükettikten sonra tekrar işe çıkıyordu. Suçüstü yakalananlar karakollarda falakaya yatırılıyor, adliye koridorlarında süründürülüyor, cezaevi zindanlarında çürütülüyor. Ama suçun ardı arkası gelmiyor, gün be gün suç ve suçlu sayısı çığ gibi büyüyordu.
“Bu düzen değişmeli, toprak kanunu uygulanmalı, milli gelir halkça bölüşülmeli, emek korunmalı, İstiklal Savaşı’nda ordunun belini oluşturan köylü, bu zulmü hak etmiyor” diye bağıran, yazan ve çizen bir elin parmak sayısını geçmeyen aydınlar, yaka paça zindana tıkılıyor, devam eden hayatla birlikte bir kör döğüş akıp gidiyordu..
Tilki Hasan, koyun çalmaya karar verdi. Bu işi tek başına yapması zordu. Kendi çobanı oyalarken, yardımcı koyunu sürüden çıkaracaktı.
Tilki Hasan, on kapı çaldı, eli boş geri döndü . Kimse o gün teklifini kabul etmedi. Çaresiz kaldı. Akli dengesi biraz bozuk olan Garip Mustafa’da karar kıldı. Bayramdan bayrama yardım severin verdiği etin kokusu, şimdi Garip’in burnunda tütüyordu Onun için, önlerindeki iki büyük dağı yürüyerek geçmek bir tarafa; yedi dağı aşmaya dünden razıydı, tereddüt etmeden kabul etti. Koyunu pelit odun közünde döndüre döndüre kızartacaklar, sonra başına çöküp üç gün üç gece yatıp kalkarak yiyeceklerdi. Gün ağarırken yola. koyuldular.
Sürü Çıplak bir tepenin yeşil yamacında otluyordu, içinde otuza yakın keçi vardı. Çoban kavalı ile yanık bir hava çalıyordu. Sıcağın bastırmasını beklediler. Kuşluk vakti hayvan kendiliğinden. tek sıra halinde sayanın içine aktı. Çoban, kavalı kesti. Kalktı. Kavalı beline soktu, sürünün ardı sıra tembel tembel yürüdü.
Tilki Hasan: Garip Mustafa ya;
“Ben çobanı lafa tutacağım, sen koyunu sürüyerek çıkaracaksın, tamamı mı!”dedi.
“Heç merak etme Hasan Emmi!”
Tilki Hasan kulübeye girdi. Selam verdi. Çoban selamını aldı yer gösterip;
“Buyur otur. Hoş gelmişin kardaş“ dedi.
Çoban, niye geldiğini, hangi köylü olduğunu sordu.
“Sarıtaş Köyündenim, kasabaya gidiyorum; bir bardak ayranı içer içim serinler diye girdim.”
“Başım gözüm üstüne!“
Çoban kalkıp bir derin kapta yoğurdun üstüne su döktü kaşıkla adamakıllı, çırpıp bir bardak misafire, bir bardak kendine doldurdu. Karşılıklı olarak diktikleri bardakları bir solukta içip bitirdiler.. Tilki Hasan derin bir nefes salarak:
“Ölmüşlerin ruhuna değsin” dedi.
“Afiyet bal olsun!“
Çobanın tatlı dilli güler yüzlü cana yakın oluşu, işini kolaylaştıracağını anlayan Tilki Hasan:
“Ağa” dedi. “Gelirken çok güzel bir kaval sesi duydum, sen mi çalıydın?“
“Bendim!“
“Yine çalar mısın, hayatımda böyle bir kaval sesi daha duymadım. Ciğerime işledi sesi.”
“Sesin güzel mi?”
“Fena sayılmaz. “
“ Şimdi oldu, ben çalarken sen de söyleyeceksin!“
Canına minnetti. Canı gönülden..
“Haay haaay!”
Çoban çalmaya, Tilki ,söylemeye başladı:
“ Koyun gelir yata yata”
“ Çamurlara bata bata “
“ Gelin Ayşem suya gider “
“ Yosunlara tuta tuta…”
Garip Mustafa. gözüne kestirdiği koyunun önüne gelen boynundan yakalayıp kenara çektiği beyaz kıllı keçiden acı çığlıklar yükseldi, Çoban kavalı kesip kulak kabarttı. Çığlıklar bir dakika kadar kısa sürdü. Çoban kavalı üflemeden Tilki hemen yeni türküye başladı.
“Tutma kıllıyı kıllıyı”
“Belaya sokar başını”
“Düşürür seni dama”
“Gün bitmez yata yata”
“Tut tüylüyü tüylüyü”
“ Hiç çıkmaz sesi soluğu”
“Uslu uslu yürür yanı sıra”
“Çıkarır seni selamete”
Çoban şaşkın boğuk bir sesle;
“Yahu böyle türkü mü olur“ dedi.
“Çok haklısın, bizim köyün delisi Hüseyin, bu türküyü çıkardı, köylünün diline doladı. “
“Heeeeeee!”
“Heeeeee yeeee!”
Çoban çalıyor. Tilki, bildiği türküleri içten gelen bir kapılışla arka arkaya sıralıyordu; yirmi dakika yakın süre böyle geçti. Garip, koyunla tepeyi aştı.
Tilki Hasan:
“Kardaş yeter” dedi. “Hakkını helal et! “
“Helal olsun yolun açık olsun!”
Koyunun çalındığı koca sürü içinde iki gün sonra fark edildi. Sümbül Ağa Jandarmaya şikayette bulundu.
Jandarma Komutanı:
“Sarıtaş Köyünden hırsız çıkmaz “ dedi.
Çoban adamı tarif etti
Jandarma komutanı, Tilki Hasan olduğunu anladı. Bir çavuş iki eri köye gönderdi. Tilki Hasan ve muhtar karakola getirildi. .
Tilki Hasan suçu şiddetle reddetti. Muhtarla odasında görüşen komutan o gün köyde Garip Mustafa’nın da olmadığını öğrendi. O da getirildi. İfadeleri alınıp mahkemeye sevk edildi. Sorgu hakimi, Sümbül Ağa’ya delilini sordu. Şahit olarak dinlenen Çoban, Tilki’nin söylediği türküyü tekrar etti. Hakim merakla;
“Bu türkü nasıl delil olur?“diye sordu.
“Keçi acı acı çığlık atınca, bu türküye başladı. Onunla keçi tutma bağırır, koyunu tutarsan sesini çıkarmaz diye bildirdi sonra anladım. “
Hakim:
“Ne diyor un? “ diye Tilki Hasan’a sordu.
“Kabul etmem, ne bu adamı gördüm, ne ayranını içtim ne de böyle bir türkü bilirim ve ne de söyledim. Külliyen yalan! “
Hakim kafasını öne eğdi bir süre düşündü. Sonra başını kaldırıp Garip Mustafa’yı tepeden tırnağa süzdü, duruş ve tedirgin bakışlarından, saf biri olduğunu, korktuğunu anlayınca başını ona aniden çevirerek dövecek gibi bir tavırla bağırdı:
“Söyle oğlum, sizin köyde bu türküyü başka kim söyler! “
Korkudan titreyen Garip Mustafa;
“ Kim söyleyecek hakim beğim Hasan’ın babası söyler, ondan öğrenmiştir “ dedi.
Tilki Hasan’ın yüzünü anında soğuk ter bastı.
“Yaktın ulaa beniii” diye mırıldandı, içinden.
Hakim ikisini de tutukladı.
Tilki Hasan’ın dedesi Kara Bayram Çavuş Sakarya Savaşı’nın en kritik en tehlikeli eşiğinde takımının en önünde dönüp arkasına bakmadan, gözü kırpmadan kelle koltukta, Yunan askeri ile boğaz boğaza tutuştuğu boğuşmada siperden sipere atılarak güneşte paralayan alkanlara boyanmış süngüsüyle destanlar yazarken, savaşı yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa’nın dürbüne takılarak heyecanlanıp sesinin titremesine sebep olmuştu.
Yanıbaşında harbi dikkatle takip eden İsmet Paşa’ya;
“İsmet! Şu tarafa bak çocuklar yaman dövüşüyor, başlarındaki bir afat.”
Tarif edilen yöne dürbünü çeviren İsmet Paşa;
“Paşam o çocuk Kara Bayram Çavuş, Eskişehir Şavaşlarında önüne çıkan Yunan askerini tepelemiş, onu devirecek biri çıkamadı. karşısına.. Sordum soruşturdum, bu çocuklar dedelerinin ellerinden ovayı zorla alıp Sümbül Ağa’nın dedesine bağışlayan padişahın dağlar arasına sürdüğü yoksul ve topraksız köylülerin çocukları olduğunu öğrendim.”
“İsmet! Savaşı bu çocukların sayesinde kazancağız! “
“Paşam! Bu çocukların hakkını nasıl ödeyeceğiz?”
“Hiç merak etme İsmet! Sıra onlara da gelecek şu belayı bir defedelim.”
Bela defedildi. Mustafa Kemal Paşa köylünün toprak sahibi yapılmasını istedi.
Yapmaya ömrü yetmedi! Bin dokuz yüz kırkbeş yılında toprak kanunu çıkarıldı. Başta Sümbül Ağa olmak üzere bütün toprak ağaları birleşip rest çektiler:
“Bizde verilecek bir karış toprak yok, haydi alında görelim!”
Onların dediği oldu. Kanun uygulanamadı. içinde kanun olan raftaki dosyanın üstünde bir parmak kalınlığında toz birikti. Yüce dağların doruğundan uzun menzilli gözleriyle ovayı süzen Kara Bayram Çavuş, yokluk, yoksunluk içinde toprak özlemi çeke çeke öldü. Oğlu Kara Mehmet ve torunu Tilki Hasan hırsız oldular.
Topladığı rüşvetle, İstanbul Boğazında bir yalı yaptıran Beyoğlu’na dört adet işhanı diken, İstiklal Harbi karşıtı Padişah taraftarı, Paşa Dedesinin yalısında el bebek gül bebek büyütülen, Anadolu’nun yoksul çocukları bozkırın ortasında aç susuz ve çıplak halde Yunanla boğuşurken yatağında göbeğini kaşıyarak boy atan hakim, tek bir soruyla elde ettiği başarıdan dolayı duyduğu gurur ve takındığı keyifli bir gülümsemeyle, sanki tahta oturuyormuş gibi koltuğunda kasılarak Tilki Hasan a;
“Hadi bakayım” dedi, “bu türküyü bol bol söyleyecek zamanın olacak!”