BU ŞEHİRDE YAYA OLMAK ZOR ZANAAT

BU şehirde yaya olmak çok zor. Alayı saygısız sürücüler (ben dahil) şehrin caddelerinde “öncelik benim” havasında gaza basarken..

Karşıdan karşıya geçmek, okyanusu yüzerek geçmekten daha zor!

“Ben dahil” dedim.

Direksiyona geçince, herkes gibi “caddeler benim” moduna geçiyorum.

Arabadan inince, saygısız sürücülere sövüyorum!

Hepimiz böyleyiz.

Yayayken, sürücülere ders verilmesi gerektiğini düşünürüz.

Arabaya binince, “bu yayalar çok cahil…”

Hâttâ ‘yayalara ehliyet’ verilmesi gerektiğini bile düşünmüşümdür.

Ehliyetsiz sokağa çıkmasınlar yani…

Bu psikolojiyle yaşıyoruz hepimiz.. Çok benciliz çok.

 

***

 

MOTOR VAR, MOTORCUK VAR…

 

EFENDİM, ‘Yaya Öncelikli Yıl’ ilan ettik 2019’u.

Asfalta dandik iki yaya geçidi çizgisi çekip, kavşaklara ‘önce yaya, yol ver’ falan diye yazdık ya..

Yayanın öncelikli olduğunu bellettik herkeslere.

Vazife tamamdır!

Kavşaktan dönenin önceliğine aldırmadan tali yoldan kavşağa dalış yapan cahil ve bencil sürücüleri yaya önceliği konusunda eğitmek mümkün mü?

“Kes bakalım iki ceza, aklı başına gelsin…”

Cezalandırdın mı eğitirsin… Bu mu yani?

Hem zaten eğitim öncelikli trafiği değil, ceza öncelikli trafiği öngören bir sistemimiz var bizim.

Trafik polisi arkadaşların yüzlerinden okunuyor bu durum.

“Gel bakalım geeeel, bi ceza tutanağı tanzim edelim sana” sırıtışı eşliğinde.

Sürücü de zaten, “anam, enselendik, yedik cezayı” formunda.. Hem öyle içimize işlemiş ki bu durum, trafik ekiplerini görünce kendimize cezaevinden firar etmiş mahkum muamelesi çekiyoruz!

Bu psikolojiyi yaratan sistemdir elbet.

En çok da motosikletçi milleti böyledir.

Çünkü çoğu kere eksiği vardır; ya kask takmamıştır, ya plakasızdır, ya ruhsatsızdır, ya trafik sigortası yaptırmamıştır.. Ehliyetsizdir, egzozu patlatmış el kadar motordan uçak gibi ses çıkıyordur falan filan.

Yolu kesen trafik ekiplerini görünce hayatının son saniyeleri olduğunu düşünmeye başlar.

Sonra, yiyeceği cezanın yanında motosiklete de el koyma muhabbeti.. Yalvar yakar durumlar.

O büyük, çok gürültülü ve çok pahalı motorlar polisin önceliği olmaz pek.. O motora dünyanın parasını veren adam küçük tefek eksiklerle, kusurlarla kendini ezdirmez.

Zaten motorize polisler falan, o tür motosikletçilerle kanka olur genellikle.. Motorsal muhabbetlerin dibine vurulur.

 

***

YAYA diyoruz, motorcu milletini anlatıyoruz.

Ama n’apalım azizim, arabadan inince yaya olan bizler, asfaltı cayırdatan, sıkışık trafikte herkese makas atan, trafiği tehlikeye attığını düşünmeden artistlik yapan motorcularla da muhatap oluyoruz neticede.

Kural tanımıyorlar, yaya önceliğine aldırış etmiyorlar; en çok da pizzacının, lahmacuncunun, tostçunun motorize kuryeleri.. Sipariş soğumasın aman!

 

***

 

KALDIRIMSAL DURUMLAR…

 

GERÇEKTEN bu şehirde yaya olmak zor.

Kaldırımlar yayalar için.. Haydi gel de yürü bakalım.

İşgal altında olmayan tek bir kaldırım gösterin. Lokantacı, kafeteryacı masa atmıştır kaldırıma.

Kırtasiyeci, tuhafiyeci, konfeksiyoncu falan yaymıştır malını, tezgahını.. “Burası benim” havasındadır.

Elektrik direkleri, panolar, kutular, konteynerler, yerkonlar, billboardlar, her şey kaldırımda.

Geriye kalan alan senindir; yürü yürüyebilirsen.

Bir de motosiklet, bisiklet park yerleri var malum. Kaldırım kenarlarında babalar, delinatörler falan.

Demir kelepçeler dizilidir uzun uzadıya.. Motorcu, bisikletçi gelir oraya zincirler.

Ara ara yaya geçiş noktaları bırakılır ki, insanlar kaldırıma rahat çıkabilsin. Oralara da park edilir, geçemezsin.

Geçemeyince söversin tabi.. Bakınırsın, oralarda bir yerlerde zabıta falan var mı; hani gidip şikayet edeceksin ya.. Göremezsin. Telefonla bildirirsin şikayetini; “tamam, ilgileneceğiz” derler.. Hepsi o kadar.

Aynen devam eder bu muhabbet.

 

***

OTOPARK işi başlı başına sorun zaten. Şehrin tüm caddeleri, sokakları paralı otopark ya.. O araçların arasından geçip kaldırıma erişmek marifet gerektirir.

Tam erişirsin, adımını atarsın; bu kere kaldırımın oynak taşına basar düşersin.

Bu şehrin caddelerini arşınlayan yayaları her yerde hayati tehlikeler bekler.

Yaya önceliği falan hikayedir. Sürücüler için zaten hikayedir de.. Yönetenler için de öyledir.

 

***

 

O KAVŞAKTAN SÖVMEDEN GEÇENE

BENDEN BİR TEPSİ BAKLAVA…

 

BİZİM ev Atatürk Mahallesi’nde. Bazen yürüyerek geliyorum çarşıya.

Otel Basri’nin önündeki batçığın oradan karşıya geçmek yürek ister.

Yayalar için en tehlikeli noktalardan biri orası. Yaya geçidi çizgileri çekmekle “görevimizi yaptık” diyorlar ama, öyle değil. Şimdi bu yazıda durumu nasıl anlatayım? Şehri yönetenler bir gün çıksınlar, yürüsünler, o kavşaktan karşıya geçmeyi denesinler. Arkalarında koruma ordusu olmadan, bir başlarına…

Yürüyün bakalım, geçin karşıdan karşıya… Ağzınızdan tek bir sövgü cümlesi çıkmadan geçebiliyorsanız, bir tepsi baklava benden; ağzınız tatlansın.

Ben her geçişte fena halde ve acı acı sövüyorum; gönderin baklavalarımı, ağzım tatlasın!

Oradan Toplu Taşıma tarafına geçmek de yürek işi. Sürekli önünü arkanı kollamak zorundasın. Gönül rahatlığıyla yürüyemezsin.

Cumhuriyet Meydanı’na erişip Millikuvvetler’e giriş yapmak istersen, sürücü öncelikli düşünen çoğunluğun “tarlada mı yürüyon laaayn” bağırtılarına muhatap olursun.

Böyle durumlarda Annem gibi yapacaksınız o zaman.

Yayaları adam yerine koymayan sürücülere elindeki bastonu sallayıp ayar veriyor her seferinde.

Bastonunuz yoksa, el kol hareketi yapın.

Mülayim bi tipse, “bak işine” der, yoluna devam eder.

Magandaysa..

Dövüşürsünüz.

Millete seyirlik olur hem.. Çekirdek çıtlatmak için en muhteşem anlar.

 

***

DÜNYANIN parasını harcayıp kavşak düzenlemeleri yaptılar.. Batçıklarımız oldu, köprülü kavşaklarımız oldu. Yeni yollar, gıcır gıcır asfalt…

Hepsi araç trafiğine özel.. Yaya öncelikli değiller.

Meselâ Çardaklı’dan Sanat Okulu’na geçiş yapılan köprü.. Yol kenarındaki elli santimlik boşluktan yürüyüp gidiyor yayalar. Haydi gel, ‘yaya öncelikli’ de şimdi, diyebilirsen.

 

***

VELHASILI, yaya olmanın zorluğuna dair sayısız örnek var bu şehirde.

Say say bitmez.

Sonra devam ederiz artık.

Eyvallah.

 

 

********************

 

 

Dünyanın en gereksiz köprülü kavşağı

 

BU soruya muhatap olursanız günün birinde:

“Balıkesir’deki Adliye Kavşağı” diyebilirsiniz.

Dünyanın en gereksizidir çünkü.

Buni sadece ben söylemiyorum, pek çok Balıkesirli söylüyor.

..ve dünyanın parası harcanarak yapılmış bir kavşak.

Hani, “kendi paramızla yapıyoruz” diye hava atıyordu ya eski Başkan Zekai Kafaoğlu.

O’ndan önceki Başkan böyle işleri devletin kurumlarına yüklüyor, işin havasını kendisi atıyordu. Akıllı siyaset böyle yapılırdı.

Kafaoğlu, vatandaşın parasıyla yaptığı bu köprülü kavşakla neyin havasını attı?

Oradan geçtikçe gereksizliğini daha çok anlıyor insan.

Dümdüz yoldu; çift şerit, rahat rahat gidip geliyordu sürücüler. Köprüyü yapınca kuş mu kondurmuş olduk?

O beton yığınını trafik rahatlasın diye yaptılar belki ama.. Asıl yüklenen işlev başka.

Otopark yaptılar altını. Adliye’nin otoparkı gibi yani.

Dümdüz bir döner kavşak neyimize yetmiyordu?

Heyüla gibi dikildi, çirkinlik abidesi.

Köprüye giriş çıkışlarda her köprülü kavşağımızda olduğu gibi lap diye düşüyorsunuz zaten.. Yol mühendisliğine dair kötü örnekler listesine yazılabilir.

Adliye’nin yola bakan cephesindeki bürolarda çalışanlar; hakimler, savcılar, katipler, sekreterler, memurlar falan..

“Ulen bu köprüyü buraya yapanın” diye başlayıp, gerisini burada yazamayacağım küfürleri savuruyorlardır muhtemelen.

Gereksiz bir yatırımdı çünkü.

“Edip Ağa yaptı, benim neyim eksik” siyasetinin ürünüydü.

Yazık oldu memleketin parasına.

Exit mobile version