5 milyon yıldır üzerimize doğru ilerleyen Afrika kıtası ve Arap levhası ülkemizin üzerinde bulunduğu Avrasya’yı istikrarlı bir şekilde kuzeye doğru itmeye devam ediyor. 5 milyon yıl, Mezopotamya’nın yani Bereketli Hilal dediğimiz bölgenin Akdeniz çanağındaki korunaklı kıyısında bulunan Hatay ise insanlık tarihi açısından öylesine önemli ki! Arkeolojik kazılar bize cilalı taş devri yani bundan YAKLAŞIK 100.000 yıl öncesinde dahi bu toprakların hareketli insan topluluklarına yurt olduğunu göstermiş.
Önemini anlamak için 13.000 yıl önce tam da üzerinde durduğumuz bu topraklarda elindeki buğday tanesini insanlığın bağrına ekilen umut gibi eken o ilk tarımı yapmaya niyetli ataları düşünün. Ardından burayı yurt bellemiş Akad’ları, Atinalıları, Persleri, Makedonları, Mısırlıları, Abbasileri, Romalıları, Selçukluları, Osmanlıları, Yahudileri, Müslümanları ve İsa’nın öğretisine ilk kez Hristiyanlık isminin verildiği bu şehre gelmiş ve geçmekte olan her bir halkı düşünün.
Hepsinin bu kadim topraklarda ortak önemli bir anısı var: DEPREM.
Antakya, tarihte haritadan silinecek kadar büyük kayıtlara geçmiş yaklaşık 30 büyük depremle sarsılmış! Örneğin; seyyahların uğrak noktası, tüccarların ticari durağı bu kentte 526 yılında yaşanan depremde 300.000 bin kişinin can verdiğine dair kayıtlara not düşülmüş. Peki antik kültürleri yıkıp geçen doğanın ev sahipliğini hatırlatan bu topraklarda yaşamakta neden bu denli ısrarcıyız?
Cevap insanlık tarihi kadar köklü. Burası tarihin, en önemli kavşaklarından. Avrupa, Asya ve Afrika gibi süper kıtaların birbirine bağlandığı bir KİLİT NOKTA.
Din, kültür, ticaret, tarım, yönetim, sanat bütün bir dünyaya medeniyetin geliştiği bu bölgeden yayılmış. Asi Nehri’nin Karasu ve Afrin çayının suladığı, gıda ambarı Amik Ovası koca bir coğrafyaya beslenme garantisi vermiş. Binbir çeşit toplumun gelip geçerken zenginlik de getirdiği, karnımızı endişesiz doyurduğumuz ılıman ve zengin bu toprakta yaşamak için daha iyi bir nedene ihtiyacımız var mı?
Sözün özü: Deprem biz yokken de vardı, bizden sonra da var olacak. Kardeşçe yaralarımıza üfleyecek acılarımızı birbirimizle saracak ve elimizdeki o ‘’buğday tanesinden’’ asırlarca yol katetmiş misafirler olarak doğaya uyumlu insancıl teknolojilerle güzel ve kadim şehirlerimizi yeniden inşa edeceğiz. (Kitaptan Kale, alıntı).
Bu ‘kutsal topraklar’ da yaşamakta ısrarımızın tarihsel süreci yanında ayrı bir öneme sahiptir. Cumhuriyetimizin kurucu önderi Gazi Mustafa kemal Atatürk’ün ‘Hatay benim şahsi davamdır’ diyerek vatan toprağı yapmış olmasıdır. O meşhur sözünün devamı ‘’Hatay benim şahsi davamdır. İcap ederse yine şahsen halletmem gerekir. Bu durumda derhal devlet başkanlığından istifa edeceğim. Bu işte çalışan arkadaşlarla beraber Hatay topraklarına geçeceğim. Meseleyi yerinde ve içten halletmeye çalışacağım.’’ Diyen anlayışa sahip çıkmaktır HATAY.
Her anlamda ayrı öneme sahip ve depremselliği yüksek coğrafyaya bugüne kadar gerekli özen gösterilmemiş, depremin olacağı düşünülerek depreme dayanıklı binalar yapılmamış, önlemler alınmamış olabilir. Şimdi bugüne kadar yapılanlardan ders çıkararak ranta değil, insan yaşamına önem veren kent imarları, sağlam mimari yapılaşmalar yapmaya özen gösterilmelidir.
Bütün bu olanlar yokmuş gibi davranılarak daha artçı şoklar geçmeden, moloz yığınları hafriyatları alelacele kaldırarak, doğru düzgün kent planlamaları, zemin etütleri yapılmadan bir yılda bitirme planları yapmak hala konunun tam olarak anlaşılmamış olmasının bir sonucudur.
100.000 yıldan beri insanlığa yurt olan, farklı medeniyetlerin, kültürlerin, inançların merkezi olan Hatay ve bölgesine varolan inanç ve kültür değerleri dikkate alınmadan yıkılan yerlere veya yeni belirlenen alanlara hızlıca TOKİ veya iktidara yakın bazı bilinen inşaat şirketleri eliyle tarihsek birikimden, mimari estetikten uzak binalar dikmek olmamalıdır.
Ayrıca Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın kentin demografik yapısıyla ilgili dile getirdiği kaygılar gözardı edilmemeli tüm ülkede ‘yabancıya toprak-mülk satışı’ özellikle Hatay ve deprem olan bölgelerde derhal yasaklanmalıdır.
Japonların dediği gibi: ‘’Binaları barınmak için değil, insanları korumak için tasarlayalım.’’