“İki karpuz bir koltuğa sığmaz” diye bir atasözü var fakat o bir koltuğa çok karpuz sığdırmış kendine münhasır bir şahıs. Zeki Doğan içimizden biri. Yıllarca, Yeni Balıkesir, Yeni Haber, Haberci gazetelerinde makaleler yazdı, Karesi TV’de program yaptı. Pek çok insan onu bu nitelikleri ile bilirken, spor camiası, hem futbolculuğu, hem başarılı antrenörlüğü, hem iyi bir yöneticiliği ile tanıdı. Doğruları söylediği için bazıları pek sevmezler ama bırakın Balıkesir’i, Türkiye’yi, pek çok yabancı ülkede tanıyanı, seveni, saygı duyanı vardır. İşi mimara, mühendise düşmeyenler çekirdekten yetişme teknik ressam olduğunu bilmez ama Balıkesir’deki çoğu binanın statik, mimari, projelerini çizmiştir. İyi bir karikatür çizeridir. Maliyeci olduğunu da hiçbir zaman zikretmedi. Çünkü bu mesleğini yaşamı süresince dile getirmedi.
Dünyaca ünlü demir Yumruk Ali Eren Demirezen’i, dünya şampiyonu Yasemin Adar’ı, dünya Şampiyonu Habibe Afyonlu’yu kimseler tanımazken, Zeki Doğan onların gelecek vaat ettiğini televizyon programlarında anlattı. Balıkesir’deki amatör spor kulüplerine başarılar kazandırdı. Emekli olduktan sonra birikimlerini dile getirdi, kitaplar yazdı. “Veresiye defteri gibidir hayat. Tespih taneleri gibi dizildiğinde boyumuzu aşan borç, kimi zaman ileri vadede alacaktır” diyerek yaşamı pusulasız, serdümeni olmayan bir gemiye benzetti. Yün çilesi gibi birbirine dolaşan, çözmeye çalıştıkça daha da karışan yaşamdaki kayıp anıları ortaya sermeye çalıştı kitaplarında. Mütevazı yaşamını Politika okurları için anlattı.
Zeki Doğan kimdir?
9 Mart 1963’te Balıkesir’de doğdum. Karesi İlkokulunda öğrenim gördüm. Fakat ben okula başlamadan önce okuma yazmayı öğrenmiştim. Okula başlar başlamaz, Savaştepe Köy Enstitülü Ali öğretmenim bendeki cevherin farkına varıp, edebiyata, daha doğrusu daha çok okuma ve yazmaya özendirdi. Okuldaki spor, tiyatro, folklor ve benzeri her tür etkinlikte yer aldım. Folklor ekibi ile pek çok derece ve şampiyonluklar kazandık. Öyle iyi bir ekiptik ki okul idaresi okula maddi katkı sağlamak için bizi düğünleri gönderirdi. Atatürk Ortaokulu ve Muharrem Hasbi Koray Lisesi’nden mezun oldum. Teknik resim eğitimi almamama rağmen İnşaat Mühendisi Samettin Eşim ve eşi mimar Emine Eşim’in yanında proje çizmeye başladım. Mimarlığa yeteneğim olduğu ve çok sevdiğim için İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisini kayıt yaptırmak istedim.
Babamla birlikte kayıt yaptırmaya gittiğimiz gün İstanbul’da bombalar patlayınca babam, “Benim kaosa sürükleyecek oğlum yok. Seni burada okutmam” dedi ve birlikte Balıkesir’e dönmek zorunda kaldım. Uzun süre, Eşim Mühendislik Mimarlık Ofisi’nde proje çizdim. Daha sonra Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisini kazandım. Fakat annemin karşı çıkmasıyla buraya da kayıt yaptıramadım. 12 Eylül öncesi yaşananların etkisiyle özellikle annem beni gözünün önünden ayırmaya hiç sıcak bakmıyordu. Sonraki yıllarda Açık Öğretim Fakültesi iktisat bölümünden mezun oldum. Daha sonra Maliye Bakanlığının açtığı sınavı kazandım ve uzun yıllar çalıştıktan sonra Balıkesir Defterdarlığı’ndan emekli oldum. Futbol antrenörü diplomam var. Gazetecilik, TV programcılığı yaptım. Şu anda yayınlanmış 4 kitabım var. Evli ve 2 çocuk babasıyım.
Teknik direktörlük, kulüp yöneticiliği, gazetecilik ve yazarlığınızı gündeme getirmeden önce ilkokul öncesi okuma yazmayı kimin öğrettiğini bilmek istiyorum.
Babam eve her gün Hürriyet Gazetesi getirirdi. Çizgi romanlar, Dedektif Nik, Güngörmüşler, Bizimkiler, Fatoş ile Basri vardı. Ben onlara bakardım ama ne anlatmak istediklerini bir türlü bilemez, kendimce değerlendirmeler yapardım. Ablalarımdan ısrarla okumalarını isterdim. Hatta her iki ablama ayrı ayrı defalarca okuturdum. Kabul etmediklerinde bana okuma yazma öğretmelerini isterdim. Onlara bıkkınlık gelince bana okuma yazma öğrettiler. Daha da ileri gidip matematiğin 4 işlemini yapar duruma getirdiler. İlkokul öncesi okuma yazmayı öğrenmemin en büyük nedeni, Dedektif Nik, Bizimkilerdeki Hüdaverdi, köpeği Orfe, dilenci Pırtık, sarhoş Zurna, Güngörmüşlerdeki, Şaban, Tonton, Fatoş İle Basri tiplemeleridir. Okumayı öğrendiğimde hem ablamlar, hem ben rahat ettim. Okumayı yazmayı erken öğrenmemin başka yararları da oldu. Okulun ilk günü Öğretmen tahtaya bir şeyler yazdı, Bunu okuyan olursa sınıf başkanı yapacağını söyledi. Okudum ve sınıf başkanı oldum. Sonra başka şeyler de yazıp okuttu. Hayret etti. Beni Müdüre götürdü. 2’inci sınıftan başlatılmamı önerdi fakat babam kabul etmedi. Okullarda o zamanlar teşvik için çalışkanların omuzlarına kırmızı-Beyaz kurdele takarlardı. Benim de generaller gibi her iki omuzum kurdele doluydu.
Babamın Hasan Baba Çarşısı’nda 3 dükkanı ve başka ticari faaliyetleri vardı. Bu nedenle her istediğine ulaşabilen, rahat bir çocukluk dönemi yaşadım. Dönemin çizgi romanları Teksas, Tommiks, Kaptan Swing’i ben de her çocuk gibi ders kitaplarının arasında okudum. Büyüklerimiz yasaklamıştı. Ama gizlice okuyordum. Güngörmüşler’in çizerinin öyküsü ilginçtir. George McManus, derste resim çizerken öğretmenine yakalanır. Öğretmen, McManus’un babasına, ders dinlemeyip resim çizdiğini belirten bir yazı yazarak, çizdiği resim ile zarfa koyar ve babasına vermesini ister. McManus akşam evde tedirgindir, babasından duyacağı azarı düşünür. Babası McManus öğretmenin mektubunu okur, ertesi günü oğlunu okul yerine, The Republican Gazetesi’ne götürür. Editör’e çizdiği resmi gösterir ve McManus ertesi gün gazete için resim çizmeye başlar. Zamanla dünyanın en ünlü karikatüristleri arasında yerini alır. Tıpkı bu örnekteki gibi teknik ressamlık yaparken ben de karikatürler çizdim. Oğuz Aral’ın o efsane Gırgır dergisinin “Çiçeği Burnundakiler” köşesine gönderiyordum. Yeni Asır Gazetesi’nin düzenlediği karikatür yarışmasında 3. Oldum.
İlkokul yıllarından uzun uzun söz ettiniz, ortaokul, lise yıllarına değinmediniz. Neden?
İsmini zikretmek istemiyorum ilahiyat fakültesi okumuş eniştem beni imam hatip ortaokuluna yazdırdı. Okulda bizlerden büyük muhacir çocuklar vardı. İyi spor yaptığım için iyi bir iletişim kurduk. Okul yatılı olduğu için bir gün öğle yemeğini okulda beraber yememi istediler. Karnımızı doyurup yemek sonrası voleybol oynayacaktık. Eve gitsem geç kalacağımdan yemekhaneye geldim. Nöbetçi öğretmen yemek kartı sordu. Olmadığını söyleyince, kartsız yemek verilmediğini söyleyip hakaret etti. Çok rencide oldum. Hayatımda hiç unutamayacağım bir hadisedir. Eve gelince yaşananları anlattım, babam kaydımı sildirdi, Atatürk Ortaokuluna yazdırdı. Benim bedava yemeğe ihtiyacım yoktu, babam değil yemeği yemekhaneyi satın alabilecek maddi imkana sahipti. O öğretmeni hiçbir zaman affetmedim.
Hayatımın kilometre taşlarından biridir. 12 Eylül darbesi olmadan önce lisede derslerin çoğu boş geçer biz okul bahçesinde voleybol, basketbol oynardık. O yılların öğrencileri deyim yerindeyse kelle koltukta okula gidip gelirdi. Tüm bunlara rağmen iyi anılar da biriktirdik. Edebiyat öğretmenimiz bir gün hepimizden bir roman okuyup özet çıkarmamızı istedi. Ancak sonuç bölümü kitaptaki gibi değil, bizim istediğimiz gibi bitecekti. Okuduğum kitapta hasta bir adam vardı. Karısı sürekli hakaret ediyor ölmesini bekliyordu. Ben kitabı ödeve dönüştürürken, yardıma muhtaç hasta adamı değil de kötü niyetli kadının öldüğü bir son yazdım. Öğretmen ödeve sıfır verdi. Nedenini sorduğumda, çok düzgün yazıldığını, birilerinin yardım etmiş olabileceğini belirtti. İtirazlarım sonuç vermedi. Edebiyat öğretmenini her gördüğümde, “Hocam hiç olmazsa 1 verseydiniz” diye kulağına kar suyu kaçırıyordum. Sonunda dayanamadı ve başka bir romanın sonunu değiştirmem için ödev verdi. Ben sınıfta ödevimi tamamlayıp öğretmene teslim ettim ve bileğimin hakkıyla 10 aldım. Bana düşüncelerimin çok iyi olduğunu belirtti. “Lütfen yazmaya devam et” dedi. Öğrenci olaylarının sağ-sol çatışmalarının ayyuka çıktığı o kötü yıllarda her şeye rağmen çok iyi dostluklar da kurduk. Keşke o fraksiyonlar olmasaydı. Keşke o kargaşa ortamını yaşamasaydık. Biz yetenekli fakat şanssız bir nesil olarak ziyan olduk.
Balıkesirspor’da futbol oynamanıza rağmen neden takımda kalmadınız?
Hangi okulda okursanız okuyun, 1970-1980’li yıllarda sokakta top peşinde koşmayan çocuk yoktu. Okuldan geldiğimizde çantamızı bir tarafa atıp mahallenin boş arsasında top oynamaya koşardık. Sonra Balıkesirspor’da futbola başladım. Rıdvan Nur Güneşsen ilk antrenörümüzdü. Rıdvan hoca A takım teknik direktörü olunca hocamız Kaptan Cemal oldu. Bir antrenman sonrası eve geldim. Termosifonu yakıp duş alacaktım. O yıllarda her evde gazyağı ve benzin bulunurdu. Dikkatsizlik sonucu Termisifonu daha pratik yakmak için gazyağı yerine benzin dökünce olanlar oldu. Başta ayaklarım vücudumun çeşitli yerleri yandı. Sümerbank’ın üzerinde muayenehanesi olan babamın samimi arkadaşı bir doktora gittik. Fakat beni asıl iyileştiren Köy Enstitüsünden sağlık memuru olarak mezun olan İsmail Varol’du. Aylarca bana sabah akşam pansuman yaptı, yaralarımı sardı. İyileştikten sonra Çimentospor’a gidip seçmelere katıldım. Kazanmama rağmen, arkadaşlarımın büyük çoğunluğunun olduğu Demirspor’a katıldım. Birlikspor, PTT ve son olarak Maliyespor’a transfer oldum. Ben kendimi biliyorum. Benim jenerasyonum ve yakın arkadaşlarım da benim çok yetenekli bir futbolcu olduğumu biliyordu. Fakat takım içindeki gruplaşmalardan hep uzak kaldım. Sevmiyordum bu tarz oluşumları. Yavaş yavaş soğudum. PTT’ye transfer olduğumda ilk idmanda soyunma odasında eskiler ve yeniler arasında kavga çıkmıştı. Her yerde bu tür davranışlarla karşılaşınca işime yoğunlaşıp futbol oynamayı bıraktım. Fakat Demirspor Genç Takımında oynarken bir maç öncesi yöneticimiz ve eski Demirsporlu futbolcu Saf İsmet, kaleci Cihat’la beni çağırıp, “Kendinize dikkat edin. Sizi Genç Milli Takım Seçicileri izleyecek” dedi. O maçta ikimiz de her şeyimizi ortaya koyduk. Sözde bizi beğenmişler. Fakat 3 ay ile yaşımız tutmamış. Çünkü o sezon biz genç takımda kontenjandan oynuyorduk. Heyecanı bile gurur vericiydi.
Futbol oynamayı bıraktınız fakat antrenörlük ve yöneticilik yaptınız. Antrenörlük diplomanız şu anda pek çok takım çalıştırmaya yetiyor. Neden antrenörlük yapmıyorsunuz?
Üniversite mezunu sporcular için antrenörlük teşvik edilince, İzmir Halkapınar’daki Kamp Eğitim Merkezi’ndeki kurs ve seminerlere katıldım. B Antrenör Diploması aldım. Balıkesir’e döndüğümde Köy Hizmetlerispor’un altyapısını bana verdiler. 1 yıl takımı çalıştırdıktan sonra Yeni Sanayispor’a Transfer oldum. Süper amatör kümede iyi bir performans gösterdik, pek çok kişiyi şaşırttık. Genç ve yetenekli kadroyla hiç kimsenin tahmin edemeyeceği başarıları elde ettik. Balıkesirspor’un antrenörlüğünü de yapan Levent Eriş o yıl Küçükköyspor’un başındaydı. Bir bölge gazetesine verdiği demeçte, “Bu ligde eğer çalıştırdığım takım berabere kalırsa diplomamı yırtarım” demiş. Karesi TV’nin muhabiri bu sözü bana hatırlattı, puan alıp alamayacağımızı sordu. Ben galip geleceğimizi söyledim. Başta kendi takımımın yöneticileri dahil pek çok kişi inanmadı. Biz çok iyi bir kadroya sahip Küçükköyspor’u yendik. Maçtan sonra Levent Eriş’e “Diplomanı yırt” dedim ama herhalde kıyamadı. Kepsutspor’a transfer oldum. Orada da başarılı çalışmalar yaptıktan sonra antrenörlüğü bıraktım. Çünkü bazı şeyler zorla veya belli bir planlamayla süreklilik arz etmeden yapıldığı takdirde ben o yerde durmam. İlk önce plan olacak, planın tıkır tıkır işlemesi için herkes görevini yapacak, bu sayede kalıcı başarılar gelecek. Günübirlik başarılarla işlerin yürümeyeceğini düşünerek çalıştırıcılık yaşamını noktaladım. Ben yaptığım iş konusunda iddialıyım. Maliyespor’da futboldan sorumlu yöneticiydim. Başarılar peş peşe gelmeye başlayınca, beni basketbol takımının sorumluluğuna verdiler. Geldiğim sezondan yöneticiliği bırakana dek Basketbolda hemen hemen her sezon şampiyon olduk.
Basketbolda olmayanı başarmışsınız. Bir takım engellere rağmen nasıl gerçekleştirdiniz?
Ligde Balıkesirspor, Devlet Su İşleri (DSİ) PTT, Etibor, Harb-iş gibi başarılı Basketbol takımları vardı. Maliyespor Basketbol şubesine geldiğimde şampiyon olacağımızı söyledim kimse inanmadı. Sonra şampiyonluklar art arda gelmeye başlayınca bu kez baltalamaya başladılar. Etibor bizim işin içine girmemizden sonra şubeyi kapatınca en büyük rakibimiz DSİ oldu. Manisa Spor Akademisi’ndeki sporcular DSİ’de toplanmıştı. Puanlamada baş başa gidiyoruz. Balıkesir’de 2 takımı yenecek ekip yok. Dolayısıyla şampiyonluk da averajla belirlenecek. Öngörülerim çok iyidir. İleride kötü olaylar yaşanmasın diye şampiyonun ligi ilk ikide bitirecek iki takım arasında 3 maçlık Play-off ile belirlenmesini teklif ettim. Basketbol Federasyonu yöneticilerinden Nur Gencer ile konuşup Play-Off oynanmasını istedim. Bu önerinin kendi aramızda çözülmesi gerektiğini söyledi. Teklifim zamanın idarecileri tarafından kabul görmedi. Benim öngörülerim doğru çıktı. Balıkesirspor Basketbol takımı bizim karşılaşmamıza çıkmadı. Biz hükmen galip geldik.
Sezon sonunda DSİ ile puanlarımız aynı idi fakat onlar averaj ile üstündüler. Çünkü hükmen galip geldiğimiz Balıkesirspor maçında hanemize sadece 20 sayı yazıldı. Eğer biz Balıkesirspor ile oynasaydık tarihi fark atabilecek konumdaydık. Böylelikle şaibeli bir durumla karşı karşıya kaldık. Play-Off oynayarak şampiyon olunmasını üstüne basa basa söylememe rağmen DSİ ligi şampiyon olarak bitirdi. Peşini bırakmadım. Her alanda kulübümün ve sporcularımın haklarını korudum. Sabahlara dek süren TV Programlarında herkesin ipliğini pazara çıkarıp, kendilerinden hesap soracağımı haykırdım. Hesap sordum da. Bazı kişiler bulundukları makamlarından oldular. Balıkesirspor Kulübü acil toplantı yaparak basketbol şubesini lağvetti. İş ödül törenine geldiğinde enteresan bir olay yaşandı. Seremoni alanında 2 kupa vardı ve ebatları aynıydı. Birinci olarak DSİ anons edildi. Biz de aynı boyuttaki kupayı aldık. Olumsuzluklara ön ayak olanlar her iki kulübü de şampiyon ilan ederek bir anlamda günah çıkardı. O sezon Türk Basketbol Tarihi’nde ilk defa bir ilden iki takım Anadolu Kupasına katıldı. Bu da bizim haklılığımızın bir kanıtıydı.
Anadolu Kupası’nda, Maliyespor da DSİ’de başarı elde edemedi. Bizim başarısızlığımızın nedenine gelince; Takımın şampiyonaya hazırlanması gerekir. Antrenman yapacağız okullar salon vermiyor, Gençlik ve Spor Müdürlüğü’nün bize reva gördüğü antrenman saati: 03.00. Deplasmanlı Bölgesel Ligde oynarken gece yarısı, sabaha karşı idman için salon gösteren zamanın yöneticileri neden tur geçemediğimizi bizden daha iyi anlatırlar. Yorumu okurlara bırakıyorum. Bizde mangal gibi yürek ve inanç vardı ancak sporcularımız basketbol topunu maçtan maça görüyordu.
Gazetecilik ve televizyonculuk sevgisi nasıl oluştu?
Futbolu, antrenörlüğü, yöneticiliği, bırakmama rağmen spor camiasından kopamadım. Bir gün, spor bilgimi değerlendirmem için yazmamı istediler. Yeni Balıkesir Gazetesi’nde uzun yıllar köşe yazıları ve “Spor Şok” diye mizah köşesi düzenledim. Kurtdereli Spor Salonu, Atatürk Stadı ve şehir merkezinin belli noktalarına sandık koyarak Balıkesir’de ilk defa yılın sporcularını seçtik.
Bir süre sonra Yeni Haber Gazetesi ve Haberci Gazetesi’nde yazmaya başladım. Yazılarım ses getirmeye devam ediyordu. Karesi TV’nin sahibi Deniz Özbay program yapmam için öneride bulundu. Benim için yeni bir deneyim olacağından kabul ettim. Burada da gurur duyacağım işlere imza attım. Futbolun dışında başka sporların olduğunu, amatör sporu ve sporcuları tanıttım. Yasemin Adar’ı, Ali Eren Demirezen’i, Habibe Afyonlu’yu ve daha pek çok sporcuyu hiç kimse tanımazken, televizyon programlarıyla göz önüne çıkardım. Sporcuların, futbolda ve basketbolda yaşadığım zorlukları yaşamamaları için haberlerimle kendilerine destek oldum. Balıkesirspor’un maçlarını yayınladık.
Pazartesi günleri Balıkesirspor, Cuma günleri Spor Günlüğü programlarını hazırlıyordum. Bu programları sosyal sorumluluk kapsamında, 1 kuruş ücret almadan yaptım. Hatta cebimden para harcadım. Her şeyi sporcuların başarısı, Türk Sporu ve yerel televizyon yayıncılığına hizmet için yaptım. Amatör sporcuları canlı yayınlara çıkardım. Ulusal TV’lerin peşinden koştuğu Yılmaz Vural gibi popüler bir teknik direktörü, pek çok ünlü sporcuyu canlı yayına aldım.
Teknik ressamlık, maliyecilik, futbolculuk, antrenörlük, gazetecilik, programcılık ile uğraşırken yazarlığa nasıl zaman ayırdınız kaç kitabınız var?
Erken okuma yazmayı öğrenmenin çok yararını gördüm. Dedektif Nik, Hüdaverdi, Basri, Fatoş, Pırtık artık bana yetmiyordu. Yaşıtlarım Alfabeyi öğrenmeye çalışırken ben çizgi romanları okumaya başlamıştım bile. Hayal dünyam genişledi, daha çok kitap okumaya yöneldim ve yaşamım süresince devam etti. Emekli olduktan sonra spor camiasında yaşadığım acı tatlı olayları, Türk sporundaki aksaklıkları, bazı spor insanlarının yokluklar içinde en iyiyi yapmak için verdikleri uğraşı, tanık olduğum olayları, komik durumları kitap haline getirmek istedim ve ilk kitabım, Kayıp Anıllar Bulvarı’nda Bir Sokak Süpürgesi okurlarla buluştu. Tüm itirazlarıma rağmen kitapta adı geçenlerin ısrarıyla imza günü düzenledik. Aralarında dünya ve Avrupa şampiyonlarının olduğu pek çok sporcu etkinliğe katıldı. Güzel bir imza günü oldu. Çünkü hem ünlü sporcular hem kitapta anılarıyla yer alanlar hem de okurlar bir araya geldi, birbirlerini gördü, konuştu, kaynaştı. İlk kitabım Balıkesir’in spor hafızası için iyi bir kaynak oldu. Bu kitapta kötü ve iyi anılar bir arada yer aldı. Zaten hayat da böyle değil mi?
Kayıp Anılar Bulvarında Bir Sokak Süpürgesi kitabında kimler var? Ne anlatıyorsun?
İlk göz ağrım Kayıp Anılar Bulvarında Bir Sokak Süpürgesi. Ben kendimi çok sert eleştiren biri olarak söylüyorum iyi bir kitap. Çünkü bu kitabı ben yazdım ama asıl sahibi anılarda yaşayanlardır. Kitapta Dobroşko Sabri, Panter Zamora, Pomak Orhan, Coşkun Ehlidil, İsmail Akçay, Nezihi Tosuncuk, Osman Arpacıoğlu, Keçi Şevki, Kocapabuç Nevzat, gibi nice ünlüler var. Onların yaşadıkları, nasıl bir yerlere geldikleri, yaşadıkları tecrübeler kayda geçsin Balıkesir’in hafızasına işlesin istedim. Fakat Balıkesir spor camiasına, Balıkesirspor’a verdiğim önem kadar sevdiklerime ve aileme zaman ayıramadığımı da kitabımın sonunda itiraf ettim. Bunu şöyle anlatayım. Bir Hıdırellez günü akşam saatlerinde eşim ve çocuklarım bahçeye indi bir süre sonra geri döndüler. Eşim Hıdırellez olduğunu belirtip, “Gelenektir, bir dileğin varsa kağıda yaz bahçedeki gül ağacının altına koy. Geç kalınca olmaz.” Dedi. Elime bir kalem bir de kağıt parçası tutuşturdu. Bu tür şeylere inanmam ama adet yerini bulsun diye bir şeyler yazıp aşağıya indim gül ağacının altına koydum. Tam dönecekken çocukların ne yazdıklarını merak edip, açıp okudum. Her ikisi de birbirlerinden habersiz benden istedikleri bir oyununu bilgisayara yüklememi dilemişlerdi. Dilek kağıtlarında, “Allah’ım lütfen babam …… oyununu bilgisayarımıza yüklesin” yazıyordu. Canımdan çok sevdiğim oğullarımın isteklerini okuyunca uzun süre ağladım. İdeallerim için çocuklarımı dahi ihmal etmiştim. Yukarıya çıktığımda İnternet haber sitelerimi kapattım. Haber yapmayı da program yapmayı da bıraktım. Sevdiklerime daha fazla zaman ayırdım. Bu uzun yolculukta kardeş dediklerimin ihanetini, dost dediklerimin gammazlıklarını, arkadaş, yoldaş dediklerimin düşmanlıklarını içime gömsem de bu yaranın tedavisi asla mümkün olmayacak. Çünkü Donkişot’un malum sözüyle, “İçim makul bir saatte uyuyabilecek kadar huzura kavuşmadı henüz.”
İkinci kitabınızda neler anlattınız? Kimlere öğütler verdiniz?
Meraklısına Sahibinden Az Kullanılmış Öğütler kitabımda, siyasetten, ekonomiye, anılardan mizaha, Türkiye’den dünyanın pek çok ülkesindeki gelişmelere kadar kendimce değerlendirdiğim yazılar var. Bunları öyküler şeklinde okurlara aktarmak istedim. Ülkemizde ve dünyada pek çok gelişmeler oluyor. Ben dünyaya, olaylara tek pencereden bakmıyorum. Herkes haberleri, olayları, gelişmeleri veriliş biçimine göre değerlendiriyor. Ben çok yönlü inceleyip kendi düşünceme göre değerlendirdim, kendi tezimi ortaya koydum kitabımda. Doğru veya yanlış bunu okurlar değerlendirecek. Bir yakınım Şanlıurfa’daki bir sınır karakolunda şehit olduğunda çocuktum. Çocuk yaşlarda şehitliğin nasıl algılandığını anlatmaya çalıştım. Türkiye’de ve dünyada yaşanan bir takım olaylar var. Bu olaylara karşı halkın tepkileri nasıl oluyor? Aslında ne olması gerekiyor? Diye ortaya bir tez koydum. Sokaktaki köpeğe, “Hoşt” diyorsun, hayvan severler üzerine geliyor. Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesine göre buna hakkınız yok. Yazlıkçıların eve dönerken sokağa terk ettikleri hayvanlara neden ses çıkarılmıyor?
Hayvan hakları konusunda en ciddi yasa ve yönetmeliklere sahip İngiltere’de 2013 yılında laboratuvarlarda 4 milyon hayvan üzerinde deney yapılıyor. Covid-19 salgınında hayvanlar üzerinde deney yapılmadı mı? Pek çok hayvanın ses çıkarmaması için ses telleri alınmıyor mu? İlaç ya da aşı hayvanlarda denenince alkış, köpeğe, “Hoşt” denince kınama. Buna benzer çelişkiler yer aldı kitabımda. Ekonomisi en büyük 5 ülke arasında yer alan Alman halkına sorsanız çoğu enflasyon nedir bilmez. Gayri Safi Milli Hasıla nedir? Bilmez. Bertolth Brecht, Johann Wolfgang von Goethe, Thomas Müller, Manuel Neuer’i bilir. Vatandaşı Gemicilik, Tarım, ticaret, balıkçılık, bankacılık konusunda dünyanın en iyileri arasında olan Hollanda halkı da enflasyonu, cari dengeyi bilmez, Vincent Van GoghHans Von Manen, Rembrandt Harmenszoom’u bilir. Dünyanın en çok turist çeken ülkesi Fransa da enflasyona fransızdır. Bu ülkelerin insanları ekonomi ile ilgilenmezler, kültür, müzik, resim, sporla ilgilenirler, onları bilirler. Maazallah yakında batar bu ülkeler gibi ironi yaptığım yazılar var.
“Gerçeği Kaybettim Hükümsüzdür” Kitabınızda hangi gerçekler kayıp?
Bu kitabım spor camiasında bugüne kadar yapılan yanlışlıkların bir çizelgesi gibi. Bu yanlışları düzeltecek yok ve olacağını da hiç sanmıyorum. Son zamanlarda yaşanan hakemlerle ilgili polemikler sanki bu tezimin kanıtı gibi. Yanlışların birini hemen söyleyeyim; düzensizlikler belli bir cezai müeyyideye tabi. Taraftarlar, sporcular, masörler, yöneticiler, antrenörler, hakemler, ceza alıyor. Hata yapan disiplin kuruluna, ceza heyetine sevk ediliyor. Bir tek sevk edilmeyenler kimler? Spor yazarları. Televizyonlarda, spor konuşulmadan tamamlanan magazin programı gibi spor programları var. Bunların hiçbiri ceza heyetine gitmiyor. Niye gitmiyor? Yani bu spor yazarları sporun dışında mı? Dışındaysa niye spor konuşuyorlar? Taraftarların aralarındaki husumetlerden, kavgalardan, reyting uğruna nemalanıyorlar. Bizim spor hayatımız maalesef komedi.
Fatih Terim milli takımın başına gelince Türkiye Futbol Direktörü diye bir makam ihdas edildi. Sonrasında Şenol Güneş takımın başına geçince neden Türkiye Futbol Direktörü makamı devam etmedi? Bunları sorgulamak gerekir. Pandemi döneminde şampiyonluğu kabul eden küme düşmeyi reddeden bir anlayışa sahiptik. Böyle bir şey olur mu? Şampiyonluğu kabul ediyorsun, küme düşmeyi reddediyorsun. 2002 FIFA Dünya Kupası’nda Türk Milli Takımı 3’üncü oldu. 2018 yılında Şenol Güneş tekrar milli takımın başına getirildi, attığı imzanın mürekkebi kurumadan A milli takımımız UEFA Uluslar B Liginden C Ligine düştü. Son yıllarda 27 civarında stadyum yapan Türkiye’nin milli takımı neden ilkler arasında değil? Bu sorular ve yanıtlarıyla ilgili yazılar kaleme aldım Gerçeği Kaybettim Hükümsüzdür kitabımda.
Son kitabına ismini veren Lub-i Hayal ne demek?
Lub-i Hayal ve Ötesi şiir kitabımdır. Gölge oyunlarının oynatıldığı perdenin adına, Lubi Hayal denir. Bence yaşamın kendisi de bir gölge oyunudur. Bu kitabımda yaşamı içeren şiirler var. Özellikle kadınların çektiği sıkıntılarla ilgili veya kadınların yaşamış olduğu bir takım hayal kırıklığı veya düş kırıklığı gibi algılanabilecek olguların öykü tarzı anlatılmış biçimleri var. Markette alışveriş yaparken ekonomik güçlükler çeken karıkoca raflardaki hemen hemen bütün mallara, gıda maddelerine bakıp sadece bir yoğurt aldılar. Adam, “Yeter mi” diye sordu. Kadın, “Yanına makarna da yaparız” dedi. Çok duygulandım ve ben o anı şiirleştirdim. Balıkesir’de yaşayan insanlar var kitabımda. Gazeteci Orhan Doruk, Ayakkabı boyacısı Zeki, Deli Zeliha, Trafik Mehmet var. Kocapabuç Nevzat yer alıyor. Bunlar için şiir yazdım. Fatıma Navekmisal Hanım’ın Zağanos Paşa Camisi haziresinden çalınan üzüm salkımlarıyla, asma dallarıyla bezeli ayakucu taşının çalınmasını şiirleştirdim. Kitapta yazılan şiirlerin büyük bir kısmı yaşadığım, tanık olduğum olaylarla ilgili. Sporcu deyimiyle söylemek gerekirse bu güne kadar maça çıkmak için kenarda ısınıp hazırlanıyordum. 5’inci kitabımda tamamen sahada olacağım.
Meşakkatli yollar katetmişsin son olarak neler söylemek istersin?
Balıkesir’in en büyük eksilerinden biri liderdir. Bu kent için pek çok kişi kafa yorup önerilerde bulunuyor fakat kimse dinlemiyor. Siyaset, ticaret ve sosyal hayat sanki babalarından miras kalmış gibi birilerinin üzerine yapışmış kalmış. Her şeye o kesim karar veriyor. Sonuç? Elde var sıfır. Türkiye Trafik Kazaları Önleme Derneği (TTKÖD) Balıkesir Şubesi Başkanıyım. Şu an Balıkesir’in en büyük sorunu trafik. Önceki belediye yönetimi trafik sorunu ile ilgili bir adım atamadı. TTKÖD yöneticileri olarak yeni yönetimden umutluyduk. Fakat Ahmet Akın demek ki bize yakın değilmiş. Randevu talebimize yanıt bile vermedi. Biz kamuya yararlı derneğiz. Balıkesir protokolünde ismimiz var, Belediyede esamimiz okunmuyor. Olsun, haddimizi biliriz ama unutmayız.
Spor yöneticiliğim konusunda iddialı işler yaptım. Birileri Balıkesirspor’un başına geçip göz göre göre kulübü uçuruma yuvarlamaya kalkarsa sakin olamam. Balıkesirspor benim çocukluk aşkım. Futbolun ve sporun içinde olmayıp bu işlere girenler beni iyi bilirler. Bir tarihte Cristian Zaccardo’yu transfer etmeye kalkışan Balıkesirspor Başkanının Milan Kulübüne gönderdiği teklif mektubunu Milan Kulübünden alacak kadar yurt dışında güçlü dostluklarım var. Fakat bundan habersiz olan Balıkesirspor’un o günkü başkanı bu belgenin kulüpten bana sızdırıldığını düşünerek personele yapmadığını bırakmamış. Sadece Zaccardo değil, daha elimde birçok belge var. Balıkesirspor geçmişiyle yüzleşmeden geleceğini kuramaz. Akıntıya boşa kürek çekmeyin. Balıkesir’de Amatör spora benim kadar önem ve değer veren bir başka kişi yok. Buna rağmen Balıkesir Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu, Amatör Spor Haftasında sosyal medyada maç sonuçları veren bir kişiye amatör spora verdiği katkı için ödül verdi. Ödül meraklısı değilim ama ağırıma gitti. Ben, ASKF’de iki dönem yöneticilik yaptım.