Proleter kelimesi Marx’in sosyal eleştiri jargonuna kazandırdığı bir kelimedir. Varlığının bir kısmı satın alınarak kendisine yabancılaştırılmış insan demektir kısaca. Örneğin beceri ve bilgisini kullanarak ortaya bireysel bir ürün çıkaran kişi bir proleter değildir. Bir zanaatkardır. Ne zamanki aklının, vücudunun, bilgisinin bir bölümünü kendi dışındaki bir sürece teslim ederek ortaya çıkan ürünle ilişkisi kopar artık o bir proleterdir. Zanaatkar, sanatkar üretme ve yaratma eylemini kendisi şekillendirir.
Ama proleter şekillendirilmiş bir sürecin içinde varlığının bir yanıyla bir parçadır ve bu nedenle kendine yabancılaşır. Marx’ın proleterleşme kavramı Fransız Filozof Bernard Stiegler tarafından daha ileriye götürülür. Sanayi devrimi sonrası toplum proleterleşir. Beyaz ya da mavi yaka olarak ücretli emeğe dönüşür. Kendiliğindenliği kaybederek ancak bir sistem ve bir süreç içinde kıymetli olabilecek bir varoluşa dönüşür. Örneğin bir makine operatörünün emeği makine varsa kıymetlidir. Ya da bir üretim mühendisi üretim süreçlerinde ihtiyaç duyulduğu ölçüde değerlidir. Yani üretime dair bilgileri ancak kendi dışındaki bir şeyle mümkün olmaktadır. Proleterleşmenin bu ilk aşaması emeğin proleterleşmesi olarak adlandırılabilir.
Bu durum modern insanın üretim ile ilişkilerini şekillendiriyor olsa da yaşamak yakın döneme kadar büyük ölçüde insanın kontrolünde özgür bir alan olmayı sürdürmekteydi. Hatta kapitalizmin ideal birey bile kar ve fayda maksimizasyonunu bireysel kararlarıyla başarabilen Homo Economicus’du. Neyi alacağını, neyi almayacağını, ne yapacağını ne yapmayacağını belirleyebiliyordu. Bu özgürlük alanına ilk müdahale tüketim toplumu ve reklam endüstrisi ile oldu. İnsanların ne alıp ne almayacakları ne yapıp ne yapmayacakları trendler, modalar, başarılı ve yoğun reklam kampanyaları ile belirlenir oldu. Proleterleşmenin bu ikinci aşamasına duyguların proleterleşmesi diyebiliriz. Bunun bir adım ilerisi olan subliminal reklamlar, algı yönetimi gibi şeylerle insanların neyi nasıl arzu edeceği bilgisini de onlardan çekip aldılar.
Son aşama Bernard Stiegler’in bilişsel proleterleşme dediği alandır. Günümüzde gündelik yaşamın en basit alanlarına kadar nüfuz eden dijitalleşme, otomasyon ve yapay zeka ; yapay zekanın milyarlarca internet kullanıcısının sosyal izlerinden derlediği big datayı işleyerek geliştirdiği uygulamalar, arayüzler yaşamsal algoritmalara dönüştürüyor. Ve yeni kuşaklar bu algoritmaların içine doğuyor. Bunlar artık bizim nasıl üreteceğimiz ya da nasıl arzu edeceğimizi değil nasıl yaşayacağımızı belirleyen bir boyuta ulaşıyor. Düşünme, hatırlama ve sosyalleşme gibi temel insani refleksler artık devasa algoritmik işlemlerle şekillendirilen aygıtların bir parçası oldu. Bugün teknoloji insanın yönetiminde değildir. İnsani yaşam teknoloji tarafından yönetilmektedir ve bu insanı aşındırmaktadır. Temel sorun bu.
Dikkatini uzun süre odaklayıp kitap okuma yeteneğini yitirmiş, kitap okumayı bırakın bir paragrafı geçen metinleri okurken odaklanamayan, el yazısı yazmayı bilmeyen, telefon rehberi olmadan en yakınlarının numaralarını dahi hatırlayamayacak, sosyalleşmeyi bilmeyen, kendisine söyleneni doğru anlayamayan ( görmeye ve izlemeye odaklı beyin), hesap makinesi ve excel olmaksızın işlem yapma yeteneğini yitirmiş, navigasyon olmaksızın yön bulma imkanı olmayan insan profilleri teknolojinin karanlık yüzünden bize görünenler. Resim tanıdık geldi mi ? Bugün özellikle yeni gençler arasında sözlü ve yazılı ifade biçimlerinin güçsüzlüğünün yönlendirdiği korkunç bir vasıfsızlaşma var.
Bu vasıfsızlaşmanın en son boyutu daha henüz sonuçlarını görmediğimiz yapay zeka kullanımının kitlesel sonuçlarıyal ortaya çıkacak. Yapay zekaya yazdırılmış metinler, mailler cevaplar, çözdürülmüş problemler derken insanın en ayırd edici özelliği olan düşünmekte birçokları için elden gidecek. Şimdiden başladı bile. Bir asır içinde global olarak olgunlaşan bu proleterleşme süreçleri günümüzde insanın emek değerindeki aşınmanın ardındaki büyük sebeplerden biri. Ayrıca düşünmeyi devretmek insanın geleceğini inşa edebileceği yegane gücü devretmek yani bir komünite olarak insanın da sonudur ki bu çok başka bir tartışma konusudur.
Bizdeki teknoloji fetişizmi ve iş dünyasındaki dijitalleşme ve yapay zeka çığırtkanlıklarından kendinizi akl-ı selim alanına çekip yeni kuşaklara ve onların yaşamla ilişkilerine bakarsanız durumun vehametini daha iyi kavrarsınız. Ancak robotların gelişini aleminyum folyolara sarınarak kutlayan çakma fütüristlerimiz, daha çok teknolojik araç gereç kullandıkça daha “smart” olduğunu düşünen sığ kafalarımız yüzünden işin boyutları bizde henüz tartışılmıyor. Buna teknoloji felsefesi diyoruz ve biz o noktaya gelene kadar dünya çoktan başka bir trende olacak sanırım.