“BEN KUZGUNCUK’TA YEŞİL BİR DAL BULDUM, ONA TUTUNDUM…”

 

 Can Yücel’in de dediği gibi “Ben Kuzguncuk’ta yeşil bir dal buldum, ona tutundum. Kuzguncuk’ta oturuyorum; martılarla aynı katta…”

 

Birbirinden güzel ahşap rengarenk evler, her an nostajiyi hissedebileceğimiz renkli sokaklar, önünden geçtiğinizde kokusuyla ve birbirinden güzel tatlılarıyla sizi alıp götürecek Tarihi Kuzguncuk Fırını, usta şair Can Yücel’in birçok eserini kaleme aldığı ve artık herkesin Can Yücel’in Kahvesi diye bildiği Çınaraltı Cafe… Bizleri eşsiz sokaklarda gezdirirken tarihin, nostajinin, birçok kültürü içinde barındırdığını, iyot kokusunun eşsiz güzelliğiyle bizleri birkaç saat de olsa alıp uzaklaştıracak, hayaller kurduracak semt; Kuzguncuk…

 

Kuzguncuk’ta ilk durağımız İcadiye Caddesi oluyor. Birbirinden güzel, rengarenk, sıra sıra dizilmiş ahşap evler bizi bu caddede karşılıyor ve daha ilk adımımızı attığımız andan itibaren içimizi ısıtmaya başlıyor. Dizilerde gördüğümüz mahalle kültürünü, sıcaklığı ve o samimiyeti adım atar atmaz hissedebiliyoruz. Ekmek Teknesi ve Perihan Abla gibi dizilere ev sahipliği yapan Kuzguncuk, sanki dizilerden birer an yaşıyormuşcasına bizleri sarıyor. Dostluğu, aileyi, arkadaşlığı ve o mahalle kültürünü gördüğümüz ‘Ekmek Teknesi’ dizisindeki fırın caddede biraz daha ilerlemeye devam ettiğimizde bizleri karşılıyor ve gördüğümüzde yüzümüze eskiye duyulan özlemle ve sevinçle karışık bir gülümseme yerleştirmemizi sağlıyor. Ekmek Teknesi’nin köşesinden sağa saptığımızda sokağın adını görmemizle beraber geçmişe güzel bir yolculuk başlıyor, geçmişin esintilerini hissettiren o güzel sokak ismini de içimizi ısıtan, güzel hisleri öğreten, sevmeyi öğreten, insanlara değer vermeyi öğreten, komşuluğun önemini öğreten o güzel dizi ‘Perihan Abla’dan alıyor adını.

 

Caddede biraz yürüdükten sonra gördüğümüz her yere girme isteği uyanıyor içimizde… Biraz ilerledikten sonra karşımıza Tarihi Kuzguncuk Fırını çıkıyor. Önünden geçerken fırından gelen o kokulara kayıtsız kalmak adeta imkansız hale geliyor. Önünden geçip de oturup bir çay  içip yanında da birbirinden güzel tatlılarından birini yememek olmaz.  Fırından çıktıktan sonra biraz daha yürüyünce tam köşede Nail Kitabevi kalıyor. Mimarisi, dizaynı, içeriye adım attığınızdaki o kitapların kokusuyla karışmış kahve kokusu insanı büyülüyor, oradan çıkmayı da adeta imkansız hale getiriyor. 19. yüzyıldan kalma, eşsiz bir mimariye sahip olan, çeşitli eserlerle donatılmış olan bu binaya adım attığımız andan itibaren samimiyet ve huzur kokusunu buram buram hissedebiliyoruz.

 

Nail Kitabevi’nde kitapları kurcaladıktan, kahvemizi yudumladıktan sonra biraz ilerleyince birçok kültürü içinde barındırdığını hissedebiliyoruz. Dilini, dinini, ırkını ayırt etmeksizin kalbini açmış, kollarıyla kucaklamış, sarıp sarmalamış; Kuzguncuk. Ara sokakların büyüleyiciliğine daldıktan sonra bir Sinagog görüyoruz. Önce oranın mimarisinin eşsizliğine kapılırken görüş rotamızı çok az değiştirince hemen yanında bir de Kilise olduğunu görüyoruz, bu sefer kilisenin mimarsine hayran kalırken, hemen yanında bir Camii olduğunu görüp, camiinin eşsiz güzelliğini incelemeye koyuluyoruz. Eşsiz yapıları incelerken kültürelliği, iki koluyla her kültürü sarmış kucaklamış olan Kuzguncuk’u hissediyoruz iliklerimize kadar.

 

Kuzguncuk’taki son rotamız olan Can Yücel’in Kahvesine çeviriyoruz yönümüzü. İçeri girdiğimiz andan itibaren o atmosfer bizi alıp götürüyor, kendi içine hapsediyor. Duvarları inceliyoruz, her yerde Can Yücel’in fotoğrafları, afişleri, kağıtlara yazılmış olan şiirleri asılı duvarlarda. Sıcak ve demli bir çay eşliğinde şiirlerde kayboluyoruz. Birçok eserini burada yazmış olan Can Yücel’in oturduğu yerlerde oturuyoruz, baktığı duvarlara bakıyoruz, bahçesine çıkıp oturdup çay içtiği o banklarda oturup onun denizi izlediği yerde çayımızı içip denizi izliyoruz. Onun baktığı yerlere bakıyoruz ama onun baktığı gibi bakabiliyor muyuz? Baktığımız yerler aynı da olsa usta şair Can Yücel gibi bakabiliyor muyuz denize, yeşillere, martılara, Kuzguncuk’a, hayata? Bakıyoruz bakmasına da onun baktığında gördüklerini görebilyor muyuz denizde, yeşillerde, ağaçlarda, Kuzguncuk’ta, hayatta? Duymaya çalışıyoruz, usta şairin dinlediklerini diniliyoruz ama onun gibi duyabiliyor muyuz dalgaları, martıları, yeşilleri, ağaçları, Kuzguncuk’u, hayatı? Can Yücel’in de dediği gibi “Ben Kuzguncuk’ta yeşil bir dal buldum, ona tutundum. Kuzguncuk’ta oturuyorum; martılarla aynı katta…”

 

 

Exit mobile version