Hilmi DUYAR / POLİTİKA / Balıkesir sevdalısı yazar Veli Dalbudak, memleketine olan gönül borcunu kitap yazarak ödediğini açıkladı. “Balıkesir’de okumuş, büyümüş, ailesi Balıkesir’de olan biri olarak Balıkesir’e hizmet etmeyi bir gönül borcu olarak görüyorum. Balıkesir’in yetiştirdiği Balıkesir’in bir evladı olarak Balıkesir’e yazarak hizmet edebileceğimi düşünüyorum. Bu yolda elimden gelen ne varsa yapmaya hazırım” diyerek yola çıktı. Balıkesir’i, adım adım gezdiği sokaklarından, belediye binasının gıcırdayan merdivenlerine kadar, yazdığı Taşra Küçük İstanbul kitabında anlattı. Bununla yetinmeyip, Balıkesir’in hem tarihini, hem doğasını, hem güzelliklerine, Antandros Roma kitabında yer verdi. Yazar şimdi, Balıkesir’in Kurtuluş savaşı günlerini gözler önüne serecek, kuvayi Milliyeyi günümüz gençlerine aktaracak bir kitap hazırlıyor. Dalbudak, Mühendislikten yazarlığa geçişini ve kitaplarının öyküsünü Politika Gazetesi’ne anlattı
Veli Dalbudak kimdir?
1968 yılında Balıkesir’in Bigadiç İlçesi Mecidiye Köyü’nde doğdum. Zağanos Paşa İlkokulu, Karesi Ortaokulu ve Muharrem Hasbi Koray Lisesi’nde okudum. Yıldız Teknik Üniversitesi Kocaeli Mühendislik Fakültesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği bölümünü bitirdim. Elektronik ve haberleşme mühendisi olarak çalışmaya başladım. Çalışma yaşamım yazından kopmama neden olmadı. Hem üniversite döneminde, hem üniversiteden sonra mesleğimi icra ederken bir yandan da sürekli kültür, edebiyat toplantılarının, buluşmalarının içerisinde oldum. İlkokuldan itibaren yazılarım, şiirlerim, çeşitli kaynaklarda yayınlandı. 1990’lı yıllarda İstanbul’da edebiyatla daha çok ilgilendim. Rahmetli Şemsi Belli’nin Şiir Defteri Dergisi’nde şiirlerim yayımlanırdı.
İş hayatı, yaşam mücadelesi, sizi edebiyattan uzaklaştırmadı anlaşılan. Nasıl zaman ayırdınız?
Severseniz zaman yaratırsınız. Şiir yazmaya devam etmekle beraber internet ortamında deneme yazmaya başladım. 2010-2015 yıllarında yazdığım denemeleri, ilk kitabım olan havaya, toprağa, suya yazılan yazılar adıyla topladım ve ilk kitabım 2015 yılında basıldı. Sonrasında Taşra Küçük İstanbul isimli, aslında Balıkesir’i anlatan, İstanbul ile bağlantısı olan kitabımı yazdım. Türk siyaset tarihinde ve Balıkesir tarihinde, 1954-1960 yılları arasında neler yaşandığını anlatan bir romandı bu kitap. Ardından da en son romanım Antandros Roma 2023 yılında kitapçıların raflarında yerini aldı.
Mühendislikle edebiyatı nasıl bir arada yürüttünüz? Lisede Fen Bölümü, Edebiyat Bölümü diye ayrılıyor. Neden sosyal bilimleri, edebiyatı seçmediniz?
ilkokulda güzel kompozisyonlar, şiirler yazardım. Durum böyle olunca, öğretmenler yönlendirme yapıyor, yazmaya teşvik ediyor. Karesi Ortaokulu’nda, Türkçe öğretmenimiz Muhittin Eraltuğ, Sosyal Bilgiler öğretmenimiz Muhsin Yılmaz, Matematik öğretmenimiz Ali Yücesu hepsi beni kendine doğru çekerdi, çünkü notlarım çok iyiydi, 2’inci sınıfa geçtiğimde Ferhan Kutlu adlı Atatürkçü bir öğretmenimizdi. Beni sevmişti. Daha 1’inci sınıfta beni onur kuruluna seçmişlerdi. 2’inci sınıfta Ferhan Hoca beni onur kurulu başkanı yaptı. Ben okulda disiplin kurulu toplantılarına girerdim. Öğrenciydim ama onur kurulu başkanlığım nedeniyle disiplin kurulunun bir parçasıydım. Karesi Ortaokulunun iyi talebelerinden biriydim. Ferhan Hoca değişik konularda kompozisyon verip, sınıfta bana okuturdu. “Orhan Veli mi desem, Sait Faik mi desem” diye beni göklere çıkarırdı. Bu benim için büyük bir onurdu.12-13 yaşında çocuksunuz, tasvirle ilgili bir kompozisyon yazıyorsunuz. Biraz hikayemsi yazardım kompozisyonları. 10-15 cümle ile dostlar alışverişte görsün diye yazmazdım. Uzun yazardım, öyküleştirirdim olayı. Çok hoşuna giderdi öğretmenlerin. Muharrem Hasbi Koray Lisesi’ne gittiğimde Prof. Dr. Zeki Çevik benim tarihçi olmamı, edebiyat öğretmenimiz Abdülkerim Bey Edebiyatçı olmamı isterdi ve bir gün babamı okula çağırıp, “Veliyi bana bırak, onu edebiyatçı yapmak istiyorum” demiş. Ben lisede aktif bir öğrenciydim. Divan edebiyatıyla ilgili Baki’den bir gazel işlenecekse, ben dersten birkaç gün önce kütüphaneye gidip, Baki’nin hayatıyla, şiirleriyle ilgili kitapları okurdum ve neredeyse 1 günümü geçirirdim. Derste öğretmen şiiri kim yorumlayacak dediğinde elimi kaldırırdım. Şiiri yorumlamak ile kalmaz, şairin yaşamını okuduğum için hayatıyla ilgili bağlantılar kurardım. Öğretmenler çok çalıştığım gibi şiir yazdığımı bilir beni çok severlerdi. Abdülkerim hoca babamı çağırıp edebiyatçı yapmak istediğini söylediğini belirtmiştim ama babamın yanıtını söylememiştim. Onu da atlamadan anlatayım. Babam, Abdülkerim hocaya edebiyatın karın doyurmadığını söylüyor. Öğretmen tabi ki babama bir şey diyemiyor. Sonrasında babam öğretmenle konuştuğunu, edebiyatın karın doyurmadığını söylediğini anlattı. Mühendislik konusunu sormuştunuz; Ben ne kadar edebiyata yönelmek istesem de babam kota koymuş, duvar örmüş. Ben gidip kendimi Abdülkadir Kerim Hoca’ya teslim etsem belki de edebiyatçı yapacak. Bir de o dönemde fizik, kimya ve matematik dersleri zayıf olanlar edebiyat bölümünü seçerdi. Ben nasıl edebiyatı tercih edeyim?
Sevdiğiniz edebiyatı bıraktınız fen bölümüne mi gittiniz?
Matematik, fizik, kimya derslerim iyi fakat edebiyatım da iyi. O zaman o ayırım biraz, tembel talebe, çalışkan talebe ayrımı gibiydi. Dolayısıyla fen bölümünü tercih ettim. Abdülkerim Hoca’nın kalbini kırdık. Benden önce babam kırdı. Bir sonraki sınıfta da matematik bölümüne geçtim. Lisede matematik bölümünde okuyan öğrencinin gideceği yer, sınıfımızın çoğunluğunda olduğu gibi mühendislik fakültesiydi. O dönem Mühendisliğin popüler alanı, elektrik, elektronik, haberleşme idi, oraya yöneldim. Lise bitti üniversite sınavına girdim, kazandım ve mühendislik tahsili gördüm. Fena mı oldu? Mühendislik eğitimi bir gerçekçilik kazandırıyor insana. Gerçekçilik formasyonu veriyor ve analitik düşünme yeteneğiniz gelişiyor. Detaylarla çok uğraşırsınız ama sonucu mutlaka doğru ve iyi olur. Mükemmel sonuca odaklandığınız için, analitik bağlantı kurmayı öğrendiğiniz için kitap yazarken benim işime yaradı.
Mühendis yazar olmaya mı odaklandınız?
Mühendislikten geçen pek çok yazar var. Divan Edebiyatı’nın ünlü şairi Baki, Mimar Sinan Süleymaniye Camisi’ni yaparken, Sinan’ın yanında bina emini olarak çalışmıştır. Bina emini günümüzün şantiye şefliğine tekabül ediyor. Kanuni Sultan Süleyman Baki’yi Süleymaniye caminin yapımında bina emini tayin ediyor. Baki bu görevi yaparken, “O koca mimarı orada izledim, görürdüm. Onun bir tek taşı koymak için kaç tane hesap yaptığını, ne kadar titiz davrandığını gördükçe, şiirlerimi yazarken onun taş yerleştirmedeki titizliğini, kelimeleri yerleştirmede kullanmaya başladım” diyor. Baki, inşaattan şairlikle ilgili, şiirle ilgili bir şeyler devşiriyor. Bugün şair olacak kişileri kim inşaata gönderir? Demek ki mühendislik altyapısı edebiyatta da işe yarıyor. Fyodor Dostoyevski, Suç ve Ceza kitabının babası. Bir mühendistir. Çok severim, kitaplarını okumaktan büyük keyif alırım. Sırf onun yaşadığı ortamı görmek için, aldığı havayı solumak için Saint Petersburg’a gitmek istiyorum. Dostoyevski Askeri Mühendis Mektebinde okuyor, edebiyata devşirme gelmiş. Mühendislik eğitiminin edebiyata pozitif katkısı olduğunu düşünüyorum. Kitaplarımda o analitik düşünceyi o bağlantıları kullanıyorum. Kitaplarımı okuyan bazı arkadaşlar bana, bir ayağı yere basan gerçekçi romantik yazar diyorlar. Bunun nedeni mühendislik tahsilinden kaynaklanıyor. Şöyle bir dezavantajı da var. Okul döneminde mühendislik eğitimi sırasında ve meslek yaşamımda, Düz yazı, kompozisyon veya güzel konuşma kullanılmıyor. 4 yıllık eğitim hayatım boyunca yazdığım düz yazı 5 sayfayı geçmez. Hep, formül, sembol, rakam, hesap, grafik, şekil, çizim, bunun üzerinden gider. Edebiyatı biraz körleştiriyor. Yazdıkça kalem açılıyor. Okulda kaleminizin biraz körleşmesi söz konusu fakat bu durumu eğitimin size verdiği ayağı yere basan bir realistlik ile kapatıyorsunuz.
İlk kitabınızı nasıl yazdınız teşvik eden oldu mu?
İlk kitabım, Havaya Toprağa Suya Yazılan Yazılar oldu. 2010 yılına kadar düz yazı konusunda ihmalkar davrandığımı söyleyebilirim. Bu süreçte sürekli okudum. Özellikle roman okumayı çok seviyorum. Sevdiklerimin başında denemeler var. Bazı yazarlar gazetelerin hafta sonu sayılarında deneme yazarlardı. Köşelerini deneme türüne ayırırlardı. Denemeyi sevişim Michel de Montaigne ile başlar. Denemenin babası da Montaigne’dir. Fransız yazar “Denemeler” kitabını Paris’te yazıyor. Bir dönem belediye başkanlığı yapan yazar, kitabını krala sunuyor. Kral kitabı çok beğeniyor ve teşvik ediyor. Bana yaz diyen arkadaşlara, yazdığım denemeleri hangi krala sunacağız diye sorup, espri yapardım. O zamanlar daha fazla destek ve teşvik varmış. Bugün de aynı teşviki, desteği, cesaretlendirmeyi, yüreklendirmeyi, biz yöneticilerimizden bekliyoruz diye bir yazı kaleme almıştım. Deneme konusunda Ali Ural’ın yazarlık atölyesine katıldım. İstanbul Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde düzenlediğim Havaya Toprağa Suya Yazılan Yazılar kitabımın ilk imza gününde o da vardı. Ali Ural iyi bir deneme yazarıdır ve deneme konusunda bana katkısı olmuştur. Yazarlık atölyesindeki birikimlerden sonra yazmaya başladım. Daha önceleri 2010 yılına dek, bir cümle yazıyorum arkası gelmiyordu. Böyle bir boşluk dönemim oldu? Arkadaşlarımla beraber kültür grubumuz var. Kültür grubu ile haftada bir gün bir konu belirleyip onun hakkında konuşuyoruz. İçimizden biri de internet mecrasında köşe yazısı yazıyor. Orada bizim konuştuklarımızı yazmaya başladı. Sonra başka toplantılarda arkadaşlarımızdan birisi, “Mustafa senin söylediklerini yazıyor, sen niye yazmıyorsun?” Dedi. Yazamadığımı belirttim. Israr ettiler bir arkadaşım internet sitesine yazıp göndermemi istedi. Ben de yazıp göndermeye başladım. Çok beğenildi. 2010-2015 yılları arasında yazılarım yayımlandı. Kitap çıkarmak gibi bir niyetim yoktu. Arkadaşlarımın birisi yazılarımı kitap yapmamı önerince, “Düş önüme; kitap çıkarma işinden anlamam, bilmem beraber çıkartalım” dedim. Bana rehberlik etti ve ilk kitabım Havaya Toprağa Suya Yazılan Yazılar kitabım basıldı.
İlk göz ağrısı, Havaya Toprağa Suya Yazılan Yazılar yazma iştahınızı mı kabarttı?
Mütevazı bir kitaptı, seçtik, uğraştık, didindik ve kitabımızı yayınladık. Akıl fikir yayınları önder oldu, onların sayesinde derledik, toparladık, ekibin ilk göz ağrısı ortaya çıktı. Kitap okunduktan sonra denemelerin birbiriyle bağlantılı olduğu belirtildi ve roman yazmam önerildi. Hatta, “Bunların içerisine 3-5 karakter yerleştirsen buradan bir hikaye, öykü, roman çıkar” diyenler olunca, kafamda bir ışık belirdi. Havaya Toprağa Suya Yazılan Yazılar kitabımda, “Bir çekirdek gömdüm toprağa” diye bir yazı var. Bu yazı, Taşra Küçük İstanbul Romanının kaynağı oldu. Roman o yazıyla başlar. “Ağaçlarla tanışıklığım, çocukluğumun geçtiği mahalle hayatının tüm doğallığı içerisinde haşarılıklarımın doğal araçlarından birisi olmasıyladır.” Bu yazı, Taşra Küçük İstanbul’un doğuşuna sebep oldu. İlk kitabım benim için önemli bir kaynaktır. Burada yine belki 10-15 yazı vardır, her birini önüme koysan birer romana doğru yol alır diye düşünüyorum. Bütün kitaplarımın anası, Havaya Toprağa Suya Yazılan Yazılardır. Diğer kitaplar da onun çocuklarıdır. Havaya toprağa suya yazılan yazılar Benim için yazarlığa giriş oldu ve sonrasında diğer kitaplarım geldi.
Taşra Küçük İstanbul Kitabının Balıkesir ile bağlantısı nedir? Balıkesir hakkında neler anlattınız kitabınızda?
Bir çekirdek gömdüm toprağa denemesinden hareket ederek yazdım Taşra Küçük İstanbul kitabını demiştim. Çekirdeği toprağa gömdüğünüzde ne oluyor? Bir fidan çıkıyor ortaya, büyüyor ağaç oluyor, meyve veriyor, siz de meyvelerini yiyorsunuz. Aslında bu benim çocukluk hikayemdir. Ben bir şeftali çekirdeğini evimizin bahçesine gömdüm ve o şeftali çekirdeğinden fidenin çıkışını, filizlenmesini, ağaç haline gelmesini, şeftalilerin olmasını izledim. Allah bana o şeftalileri yemeyi nasip etti. Bunu çocukluğumda yaşadım. Benim için bir şans, bir deneyimdi. Bende bir iz bırakmış, ağaç sevgisi oluşturmuştu ve bir çekirdek gömdüm toprağa diye bir deneme çıkmıştı. Bu denemede, çocukluğumu, Balıkesir’deki o bahçe kültürünü, tek katlı ev kültürünü, çocukluğumda oturduğum Gündoğan Mahallesini, kısacası çocukluğumdaki Balıkesir’i anlatmak istedim. Bunu benden önceki dönemle de bağdaştırmak, bilmediğim dönemi de yazmak istedim. 1954 yılında başlıyor, 1960 askeri darbesiyle sona eriyor. Kendi çocukluğumdan hareketle Balıkesir’in daha saf, daha eski, halini, fotoğraflarını yazmak için büyüklerle konuştum. Bütün kaynakları taradım ve bir Balıkesir profili çizdim. Balıkesir halkını, esnafını, köylüsünü, şehirlisini, memurunu anlattım. Bu kitapta vali de var, köy muhtarı da var. Bir salon toplantısı da var, köy hayırları da var. Balıkesir, köyüyle, ilçesiyle, Altınoluk’la, Edremit Körfezi’yle, buranın belediye başkanıyla var. Vali, hafta sonu Altınoluk’a geliyor. Burada başından geçen olaylar anlatılıyor. Siyasetle alakalı şeyler de var kitapta. Balıkesir siyasetinde o dönemlerde neler olmuş? Ne gibi şeyler yapılmış? Türkiye siyasette nereye gidiyor? O zamanlar iki kutuplu, Demokrat Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi var. İnönü var, Menderes var. Onları da arka fonda Türkiye fotoğrafının içine alan, İstanbul’dan Balıkesir’e bakışı Ankara’dan Balıkesir ‘in nasıl göründüğünü anlatan bir kitap. Balıkesir Taşra Küçük İstanbul kitabı, yaşlıların, “Oğlum burası küçük İstanbul” dediklerini anlatmalarından kaynaklandı. Onu da neden söylerlerdi? Mesela. Zengin bir iş adamı işlerini bozardı ve şehri terk ederdi. “Bu İzmir’de bir pavyon şarkıcısına tutulmuş servetini oraya harcadı. İşini gücünü heba etti” derlerdi, “Balıkesir’de, taşrada böyle şeyler nasıl oluyor?” diyenlere yaşlılar “Burası küçük İstanbul” ifadesini kullanırdı. Balıkesir’in lakabı küçük İstanbul’du. Benim Küçük İstanbul’dan kastım da Balıkesir’dir. Balıkesir’in taşra olması ve küçük İstanbul denmesi romanım için bir çıkış oldu. Balıkesir’i anlatma adına bir çıkış yakaladık.
Küçük İstanbul’u bir film yapsak bu filmin başrolünde kim olur?
Bu filmde başrol oyuncusu Balıkesir olur. Balıkesir’in sokaklarını birebir anlatıyorum. Yeni Çarşı’dan, Gar’dan, Kervansaray Otel’den bahsediyorum. Milli Kuvvetler Caddesi’nden, Anafartalar Caddesi’nden, günümüzde müze olan belediye binasından, bu binanın 2’inci katına çıkarken gıcırdayan merdiveninden dahi söz ediyorum. Belediyenin yanındaki Hacı Ali Camisi, bahçesindeki kütüphaneyi, ödünç kitap verdiğini yazıyorum. Ben oradan ödünç kitap alırdım. Meyhane boğazını anlatıyorum. Ben bir romancı olarak, şehirdeki camiyi de görüyorum, kiliseyi de görüyorum, meyhaneyi de görüyorum. Bunlardan birini es geçeyim, bir uyanış romanı ya da bir diriliş romanı yazayım gibi bir derdim yok benim. Sokağa aynayı tutuyorum. Aynada gördüklerimi tarafsız bir gözle yazmaya çalışıyorum. Bir hidayet romanı yazayım gibi takıntılar yok bende ama camiyi de yazıyorum, insanların inançlarını da yazıyorum. Halkın sosyolojisini anlatmaya çalışıyorum. Paşa Camisi, Hasan Baba Çarşısı, Zağnos Paşa Türbesi, Şadırvan, saat kulesi yer alıyor. İnsanlar Rus romanlarını okurken, caddeleri, sokakları, kiliseyi, nehri, köprüleri, nasıl öğreniyorsa, Taşra Küçük İstanbul kitabımı okuyanlar da Balıkesir’in mekanlarını, bire bir, canlı ve aslına uygun bir şekilde öğrenir. Kitabın başına şöyle bir yazı bıraktım. “Bu kitabın kahramanları, küçük, şirin, güzel Balıkesir ve İmparatorluklar başkenti kutlu İstanbul’un gerçek mekanlarının hayal kişileridir. Onlar belki hiç yaşamadılar, belki de hala aramızdalar.”
Taşra Küçük İstanbul Kitabında, Balıkesir ile ilgili nereleri, hangi yerleri, hangi gelenek ve görenekleri yazdınız?
Balıkesir’in meşhur çorbacısı yer aldı kitapta. Yıkılan hal binasının köşesindeydi. Kitapta isim geçmez ama çorbacı diye tarif edilen yerin neresi olduğunu okuyanlar bilir. Höşmerimin öyküsü var bunun içerisinde. Onu kahramanlarımız yerken lokantacı nasıl yapıldığını anlatıyor. Höşmerim, Balıkesir’in önemli değerlerinden birisidir. Bigadiç’in Tayin (Tahin) Helvası olmazsa olmaz. Dağdaki Yörüklerin yaptığı keçi peyniri, Havran’ın Sepet Peyniri, körfezin zeytini, Ayvalık’ın zeytinini aktardım okurlara. Balıkesir’in her yönden kültürünü, coğrafyasını, köy hayırlarını anlatan bir kitap sundum. Balıkesir’in Köylerinde, hacı hayrı yağmur duası hayrı, bereket hayrı yapılır. Bir gün önceden kazanlar kaynatılır, çorbalar, etli yemekler, pilavlar yapılır. Harman yerine örtüler serilir, siniler diz dizi konur, şehir merkezinden, köylerden, ilçelerden, hatta dışarıdan konuklar, protokolden misafirler gelir. Köy halkı onları en güzel şekilde ağırlamak için elinden gelenleri yapar. Bütün bunları anlatıyorum. Köy kültürü de var, şehir kültürü de var. Gerçeğin ta kendisidir bu kitap. Şehre tutulmuş bir aynadır aslında. Bütün olgular biraz öyküselleştirilmiştir. Elbette yazar olarak hayal gücümüz, kurgu gücümüz bunun içerisinde yer almıştır. Bu kitabı ben Balıkesir’e bir borç ödeme gibi gördüm. Özellikle Balıkesir’e ait değerleri de bu kitapta yaşatma gayreti içerisinde oldum.
Antandros Roma kitabında da Balıkesir’i ön planda mı?
Taşra küçük İstanbul kitabım 2020 yılında yayınlandı. Balıkesir’e geldiğimde, Balıkesir’i ilgilendiren bir kitap olduğu için Büyükşehir Belediye Başkanı, Yücel Yılmaz’a takdim ettim. Önceden tanıdığım, değer verdiğim kıymetli bir dostumdu. Balıkesir’deki antik kentlerden söz ettik. Başkan antik kentleri anlatınca, antik kent romanı yazmayı düşündüğümü söyledim, başkan çok iyi olacağını belirtip. “Antik kentleri gez dolaş, ne yazmak istiyorsan yaz, destekliyorum, motive ediyorum” dedi. ziyaret sonrası günlerde Antandros’a geldim. Antandros Derneği Başkanı Gülçin Cömert ile tanıştım, bilgiler aldım. Kazı alanında Prof. Dr. Gürcan Polat’la, Doç. Dr. Yasemin Polat ile görüştüm. Kazı alanını gezdirdiler, mitolojik söylenceleri anlattılar. Roma’yı kuranların Antandros’a nasıl geldiğini, nasıl gemilerle denizlere açıldıklarını, İtalya’ya nasıl çıktıklarını anlattılar. Orada ben bir ışık fark ettim. Gülçin Hanım, Gürcan Hoca Yasemin Hoca, Antandros Derneğine ve yaptıkları işe tutkuyla bağlılar. Antandros’u anlatırken gözlerinin parlamasını gördüm. Öyle bir anlatıyorlar ki, kazı alanında gezerken kendimi söylence kahramanı Aeneas gibi hissettim. O duyguyu aktarıyorlar size. Benim karargah olarak adlandırdığım Altınoluk’taki kazı evine gittim. Orada oturduk, konuştuk. Sık sık derneğe geldim, kazılara gittim, hocalarla fırsat buldukça görüştük, telefonlaştık. Pandeminin tam göbeğindeydik. Görüşemezsek, buluşamazsak, Zoomdan Konuştuk, tartıştık. Beni yönlendirdiler, teşvik ettiler, velhasıl kazıyı, Antandros’u, antik kent bilincini, nasıl korunması gerektiğini, işlerin nasıl yapıldığını, onların arasında geçirdiğim 3 yılda öğrendim. Pandemiye rağmen onlarla zaman geçirdim. Kaynaştık, güzel bir duygu aktarımı oldu. Ben de Antandros’un romanını yazmaya karar verdim. 2020 yılında aldığım duyguyu kitabın önsözü yaptım. Antandros Roma Kitabının kahramanı Aeneas’tır. Pandemi döneminde çok zaman geçirdim Aeneas’la. Antik yazar Vergilius’un Aeneas’ı anlatan bir destanı var. Gılgamış Destanı gibidir. Kalın bir kitap, defalarca hatmettim. Daha başka kaynaklar, bütün mitolojik kaynaklar, ilyada’lar, Homeros’lar okudum. Aslında ben Homeros’tan Aeneas’ı yazmasını beklerdim. Aeneas Homerosun yazdığı destanın sonlarında var. Homeros biraz daha renkli olduğunu düşündüğü Odysseus’u yazıyor. Bir türlü Truvadan çıkamıyor, köyüne dönemeyen Odysseus’u yazmayı tercih ediyor. Yıllar sonra. Vergilius Aeneas’ı hatırlıyor, Roma İmparatoru Augustus’un teşvikiyle Aeneas destanını yazıyor. İyi ki yazmış. Yoksa Aeneas belki unutulup gidecek. Antandros öncesini Homeros yazmış. Antandros’tan sonrasını, gemilerle Roma’ya gidişini Vergilius yazmış. Arada bir boşluk kalıyor. Öncesi var, sonrası var. Antandros’ta ne yaptı Aeneas? Ne yedi, ne içti, neyle iştigal etti? Ben bunların peşine düşüp araştırdım. Bunlarla ilgili gerçekler, hayal gücü, kazı başkanından, hocalardan aldıklarım, kitaplardan edindiklerimi bir araya getirip, Aeneas’ın Antandros’ta geçirdiği günleri yazdım. Geçmişi yazmakla kalmadım, bugünü de yazdım. Bugün de çok ciddi bir mücadele var. Antandros’u adeta tırnaklarıyla kazıyarak gün ışığına çıkaran insanlar var, öğrenciler var, hocalar var. Bütün bunlara önayak olan bir dernek var. Bu dernek bir kamu hizmeti yapıyor. Antandros tanınsın, bilinsin, gün ışığına çıksın, ören yeri olsun diye mücadele ediyor. Bunları yazmamak olmazdı. Ben buradaki emeği yazdım, mizansenleştirdim, roman tadına getirdim, kurgular ortaya koydum. Tabii ki bir tarih kitabı değil bu. Bir belgesel kitabı da değil. Roman, hikayeleştirmeler var, abartılar var ama sonuç itibariyle. Antandros’un ruhu var burada. Hatta bu kitapta benim elimin emeği, gözümün nuru, kalbimin gizi, ruhumun izi vardır. Antandros’un ruhu da vardır burada. Hatta ilber Ortaylı’nın gelip ziyaret etmesini romanın içerisine adapte ettim.
Antandros Roma kitabında sırf Aeneas ve Antandros ile ilgili bilgiler mi var?
Aeneas’ı ve Antandros Derneğinin yaptığı çalışmayı anlatmakla kalmadım. Edremit Körfezi’nin cennet gibi güzel coğrafyasını, Altınoluk’u, Şahinderesi Kanyonunu, Öreni, Patriça Koyu’nu, Cunda Adasını Aeneas’ın gözünden anlattım. Kuşbakışı buraları gezdirdim. Şahinderesi Kanyonunda kahramanların başlarına ne işler geliyor, onları anlatıyorum. Neden bunu yapıyorum? Çünkü bu bir yolculuk kitabı aslında, eğer yola çıkmaya niyetliyseniz bu kitabı yanınıza alın. Hele hele Kuzey Ege’ye, Edremit Körfezi’ne, Balıkesir’e geliyorsanız mutlaka yanınıza alın diyorum. Bu kitabı okuyanlar, farklı bir gözle bakacaklar, Kaz dağlarının yeşiline, Edremit Körfezinin maviliklerine. Yörenin hikayesini bilerek bakacaklar, daha anlamlı gelecek insanlara. İzmir’in Selçuk ilçesinden Efes’i çıkarırsak, İzmir’in Torbalı ilçesinden ne farkı kalır? Efes Antik Kenti Selçuk’a bir güç veriyor, bütün dünya tanıyor. Meryem Ana var, Efes Antik Kenti var. Kaz Dağlarında da Zeus var, Zeus Altar’ı var, Ören’de Adremytteion Antik Kenti var. Bu antik kentler Altınoluk’a, Edremit’e, Balıkesir’e bir güç verecek, bir destek verecek. Nasıl verecek? Hikayesini anlatırsak, insanlar hikayesini bilirse verecek.
Yaşamınız, liseyi bitirene dek Balıkesir’de geçti. Sonra İstanbul’a gittiniz, Balıkesir’i anlatan kitaplar yazdınız, Yıllar sonra Balıkesir’e geldiğinizde ne değişmişti? Sizce eksik ve fazlalık, ilerleme veya gerileme var mı?
Balıkesirli olarak, Balıkesir denince içim titriyor. İstanbul’dayken Balıkesir sözü geçtiğinde, bir arkadaşım söylediğinde, televizyonda da dinlediğimde, sosyal medyada da gördüğümde içim titriyor. Balıkesir’in rüzgarını biliyorum, yağmurunu biliyorum, karını, kışını, soğuğunu, sıcağını biliyorum. Balıkesir içime işlemiş. Balıkesir’e her geldiğimde de içim iki taraflı titriyor. Güzel şeyler görüyorum, seviniyorum, mutlu oluyorum, içim titriyor. Bazen güzel olmayan şeyler görüyorum yine içim titriyor. Balıkesir bir yüzük taşı gibi bir yer. Çok kıymetli, çok güzel bir yer. Fakat üstüne titrememiz gereken bir yer. Zağnos Paşa Camisinin etrafı açılmış. Zağnos Paşa Camisi’ni sıkan, orayı yok eden yerler kaldırılmış, çok güzel olmuş. Çocukluğumuzda her gün, sabah akşam oradan geçerdik, ne camiyi görürdük, ne türbeyi görürdük. Meydan çok güzel oldu. Karesi türbesinin de etrafı açılsa, daha da güzel olacak. Şimdi Paşa Hamamının tadilatı var. Ortaya çıktığında çok güzel olacak. Şeyh Lütfullah Camisi’nin etrafı çok güzel açılmış. Ali Hikmet Paşa Meydanı bir gariban duruyordu, şadırvanın canlandırılması, çevre düzenlemesinin yapılması güzellik katmış. Eskişehir, Kayseri, Konya ve Antep şehirleriyle çok ilgilenirim çünkü bu şehirlerde çok olumlu gelişme görüyorum yani. 30 sene önceki hallerini de şimdiki hallerini de biliyorum. Bu şehirlerin hepsi 30 yılda şehircilik açısından, istihdam alanları anlamında, sanayi anlamında, gelişmişlik anlamında ve yaşanabilir şehirler olma anlamında önemli gelişme katettiler. Biz de bu yolda ilerlemeye başladık diye düşünüyorum. Balıkesir’de inanılmaz bir tabela kirliliği vardı. Başkan Yücel Yılmaz ile olan görüşmelerimde, tabela kirliliğinden, Down Town dediğimiz şehrin. tarihi merkeziyle ilgili düzenlemeler yapılması gerektiğini söyledim. Diğer şehirlerde bunun uygulamaları yapıldı. Eskişehir, Konya. Gaziantep, Kayseri, güzel tarihi merkeze sahip oldular. Eskişehir’deki Porsuk düzenlemesi başlı başına güzel bir çalışma. Kayseri’deki, Antep’teki eski tarihi binaların tarihi çarşıların düzenli bir şekilde tabelalarıyla, her şeyiyle tarihi havanın sunulması olağanüstü güzel örnekler. Balıkesir’de de bununla ilgili bir vizyon oluşmuş durumda. İnsanlar çocukluk aşkı olan şehre geldiğinde köhne bir yer görmek istemiyor, eli yüzü toparlanmış bir yer görmek istiyor. Atatürk Parkı bizim çocukluğumuzun geçtiği bir yer. Bana Atatürk Parkının eski halini mi istersin, yeni halini mi? diye sorsalar eski ağaçların olmasını isterim. Atatürk Parkı’nda her yer gölgelikti. Her yer çimenlikti. Çok rahat zaman geçirdiğimiz bir yerdi. Çocukluğumuz oralarda geçti. Kervansaray Oteli bir simgeydi, onu kaybettik. Acaba yaşatabilir miydik? O günkü dönemde neler oldu? Nasıl oldu? Neden yıkıldı? Bilmiyorum. Zannediyorum yakında Alaca Mescit konusunda da bir çalışm olacak diye düşünüyorum. Boğulmuş bir durumda. Alaca Mescit Balıkesir’in kalbidir. Paşa Camisi’nde olduğu gibi, konuklarımızı Alaca Mescit etrafında gezdirebilmeliyiz. Balıkesir’e güzel şeyler yapıldığını düşünüyorum. Avlu önemli bir çalışmadır, daha güzel şekilde devam ettirilecektir diye düşünüyorum. Belediye başkanı Yücel Yılmaz ve ekibinde o vizyonu görüyorum. Bugüne kadar gelmiş en vizyoner başkan olduğunu söyleyebilirim. Balıkesir’i ve Balıkesir hakkında yazmayı çok seviyorum. Balıkesir’le ilgili 2 roman yazmış vaziyetteyim. Bir romanı neredeyse bitirmek üzereyim. Balıkesir’de okumuş, büyümüş, ailesi Balıkesir’de olan birisi olarak bir gönül borcu olarak görüyorum. Balıkesir’in yetiştirdiği Balıkesir’in bir evladı olarak Balıkesir’e yazarak hizmet edebileceğimi düşünüyorum. Ve bu yolda da elimden gelen ne varsa yapmaya hazırım.
Yeni kitap yazarsanız yine antik kentlerle ilgilimi olacak?
Ben zaten Antandros Roma kitabını bitirir bitirmez hemen yeni bir kitaba başladım. Balıkesir’deki Kuvayi Milliye’yi roman olarak yazıyorum. Hedefim sene sonuna dek bitirmek. Uzun zamandır üzerinde uğraşıyorum. Antandros Roma Kitabıma başladığımda bir miktar Kuvayi Milliye’ye de başlamıştım zaten. İkisini paralel götürebilir miyim? Dedim ama zor oluyordu. Onu biraz bekletmeye aldım. Şu anda Balıkesir’de 172. Alay, Ayvalık’taki direniş, bu bölgedeki köprülü Hamdi Bey, Balıkesir’de Vehbi Bey, ve pek çok konuyu içeren roman çok yakında yayın hayatına kavuşacak.