Hilmi DUYAR / POLİTİKA
Mehmet Akkayalı, Sındırgı’da, ilkokul ve ortaokulu bitirdi. Ailesinin ekonomik koşulları elvermediğinden, yatılı öğretmen okulu (Balıkesir Necati Öğretmen Okulu )sınavlarında yüzlerce öğrenci arasından sıyrılarak 40 kişi arasına girmeyi başardı. Gazi Eğitim Enstitüsü sınavlarında da tüm ülkeden okula alınacak öğrenci arasından ilk 10’a adını yazdırdı. Öğretmen oldu fakat TÖB-DER yöneticiliği, eğitim yöneticiliği, en önemlisi de gerçek anlamda öğretmenlik yaptığı için başına gelmedik kalmadı. Milli Eğitim Bakanlığı, yerel siyasetçiler öğretmenlikten istifa etmesi için ellerinden geleni yaptı.
TODAİE (Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü) sınavlarını kazanıp yüksek lisansı başarıyla bitirdi. Baskılar sonucu bir Öğretmenler Günü’nde (24 Kasım 1984) istifa etmek zorunda kalan Mehmet Akkayalı, kendi dönemindeki eğitim sistemi ile günümüzdeki eğitim sistemini, 50 yıl önceki Balıkesir’in kültür sanat etkinlikleri ile günümüzdeki kültür sanat etkinliklerini karşılaştırdı. Akkayalı, 1960’larda Balıkesir’de konser veren 120 kişilik Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının, günümüzde, konser verebileceği bir sahne bulamayacağını vurguladı.
Yine 1960’larda Balıkesir’de Filarmoni Derneği’nin var olduğuna dikkat çeken Akkayalı, Millî Kuvvetler Caddesi’ndeki bu dernekte her hafta konserler verildiğini belirtti. Balıkesir’de Güzel Sanatlar Lisesi, Güzel Sanatlar Fakültesi olmasına rağmen, 50 yıl önceki etkinliklerin yapılmadığına, yapılıyorsa bile geniş kesimlere ulaşamadığını belirtti.
Mehmet Akkayalı kimdir?
1949 yılında Sındırgı’da doğdum. Sındırgı Kurtuluş İlkokulu ve Sındırgı Ortaokulu’nda okudum. İlkokul birinci sınıfı okuduğum taş bina hâlâ o ilkokulun bahçesinde duruyor. Sındırgı Ortaokulu binası 1949 yılında Halkevi olarak yapılmış. Önünde tuğladan yapılmış altı direk vardı. Neden altı tane olduğunu merak ederdim. Babam, bunlar Cumhuriyet Halk Partisi’nin ambleminde yer alan Altı Ok’u temsil ediyor, dedi. Hatta o tuğlaları da babamlar yapmış ve para almamışlar. Babamlar, Konya’dan (Sille) eşek sırtlarında Sındırgı’ya gelmişler ve yıllarca tüm Sındırgı’nın, Bigadiç’in ve civar köylerin testi, bardak, turşu küpü, köylere su taşıyan künkler, kiremitler, tuğlalar yapmışlar. Ortaokulda sınıfları iftihar ile geçiyordum, ama okul bitince ne yapacağımı bilmiyordum. Çünkü o yıllarda Sındırgı’da lise yoktu. Başarılıydık ama yatılı okul sınavlarını kazanamazsak gidecek okulumuz yoktu. Babam beni okutamayacağını, devlet yatılı sınavlarını kazanmam halinde okula göndereceğini söyledi. O zamanlar devletin çok iyi bir eğitim politikası vardı. Ortaokuldan sonra pek çok öğrenci yatılı okullara gidiyordu. Öğrencilerin bir kuruş masraf etmeden yatılı olarak okuyup devlet memuru olduğu öğretmen okulları, teknik okullar, ziraat okulları, sağlık okulları, askerî okullar vardı. Şu anda öyle okullar yok. 1964 yılında sınava girdim, Balıkesir Necati Öğretmen Okulu’nu kazandım. 40 kişilik bir sınıf oluşturdular. Bu kırk öğrenci üç ilin en başarılı yoksul halk çocuklarıydı. Balıkesir, Manisa ve İzmir’in en başarılı yoksul ailelerin çocukları köylerde ilkokul öğretmenliği yapmak için bir araya getirildi. Günümüzde çok düşük puanlarla üniversiteye giren bazı gençlerin formasyon eğitimi alıp hiç istemedikleri ve ilgi duymadıkları hâlde öğretmen olduklarını görünce eğitim adına üzülüyoruz. Kitap verdiler, yatak verdiler, üçer öğün yemek verdiler. Sonunda okul bitti, diplomamı aldım, öğretmen oldum. duymadıkları hâlde öğretmen olduklarını görünce eğitim adına üzülüyoruz. Kitap verdiler, yatak verdiler, üçer öğün yemek verdiler. Sonunda okul bitti, diplomamı aldım, öğretmen oldum.
Necati Öğretmen Okulu ve Gazi Eğitim Enstitüsü, o yıllarda Türkiye’nin en iyi okullarından biri. Pek çok değerli insan yetiştirmiş. Bu okulları anlatır mısınız?
Her iki okulumuz da son derece nitelikliydi ve mükemmel öğretmenlere sahipti. Çok değerli öğrenciler yetiştirdi bu kurumlar. Balıkesir’de merkezî yönetimin ve belediyelerin görmezden geldiği; adlarının bir sokağa bile verilmediği, anılmadığı Necati Öğretmen Okulu ve Necati Eğitim Enstitüsü öğretmen ve öğrencilerinden anımsadıklarımı sıralasam uzun bir liste oluşur: Tarihçi Halil İnalcık, Yazar Abdülbaki Gölpınarlı, Dilbilimci Mustafa Canbulat, Araştırmacı Ahmet Köklügiller, Yazar Ümit Kaftancıoğlu, Şair İlhan Berk, TİP Milletvekili ve Yazar Yusuf Ziya Bahadınlı, Yazar Memet Türkkan, Besteci Yusuf Nalkesen, Heykeltıraş Hüseyin Gezer, Şair Cevdet Atmaca, Edebiyatçı Kemal Demiray, Eğitimci Orhan Çaplı, Yahya Kemal Kaya, Fizikçi Rauf Nasuhoğlu, Karikatürist Ali Ulvi …Öğretmen okullarında öğrenciler folklor, halk oyunları öğrenir, mutlaka bir müzik aleti çalar, kitap ciltlerdi. Ben önce mandolin, sonra keman çaldım. Mezun olurken Antonio Vivaldi’nin bir keman konçertosunu ezbere çalıyordum. Geçmiş yıllardaki durumu şimdiki gençler bilmez. Haziranda mezun oluyorsunuz, 1 Temmuz’da maaş veriliyor; çünkü hemen atanıyorsunuz. Ben Balıkesir’in merkez Karakol köyüne atandım. Okulda benden başka bir de eğitmen vardı, başka öğretmen yoktu. 1969 genel seçimlerinde sandık kurulu başkanıydım, seçimin tüm namusu bana emanet edilmişti ama ben yaşım küçük olduğu için oy kullanamadım. Karakol’da bir yıl çalıştıktan sonra Gazi Eğitim Enstitüsü sınavlarına girdim.
Türkçe bölümüne yalnızca 10 öğrencisi alınıyordu. 11’inci olduğunuzda girme şansınız olmazdı. Üç sınavdan sonra (Sonuncusu ciddi ve yansız bir “mülakat” sınavıydı.) Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümüne girmeyi başardım. Sınavı kazanan 10 kişiden biri, şu anda Cumhuriyet gazetesi yazarı Öner Yağcı, diğeri ünlü şair Ahmet Telli, bir başkası geldiğinde şiir kitabı çıkarmış olan Özkan Fidan’dı. Kazananların tümü gerçek birer edebiyatseverdi.. 68 kuşağının politikada, sanatta etkin olduğu yıllardı. 1969 ile 1972 yılları arasında Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü’ndeydik. Kültür, sanat ortamı çok mükemmel, Türk Dil Kurumu Kenan Evren değişikliğine uğramamıştı. Aydın yazarların, sanatçıların, şairlerin olduğu bir kurum. Öğrenim gördüğüm üç yılda çok iyi eğitim almıştık. Emin Özdemir. Hocamız vardı. Dil ile Türkçe ile ilgilenenler bilir; bugün kullandığımız pek çok sözcüğü o buldu. Bir gün sınıfta bize, “TDK’ye Arapça ‘şık’ sözcüğü yerine ‘seçenek’ sözcüğünü önerdim. Ne dersiniz?” diye sordu. İlk duyduğumuzda garipsemiştik. Bugün dil bilinci olan hiç kimse ‘şık’ demiyor, “seçenek” diyor. “Seçenek, sözel, alıntı, düşlem” gibi sözcükleri Türkçeye kazandıran öğretmenizdi. Diğer hocalarımız da mükemmeldi. 1972 yılında mezun oldum.
Öğretmen ile eğitmen arasındaki fark nedir? Eğitmen ne yapar?
Karakol köyünde çalışırken, üçüncü, dördüncü, beşinci sınıflara ben giriyordum. Bir ve ikinci sınıflara eğitmen giriyordu. İdris Özdemir adlı eğitmen abimiz 55 yaşındaydı. Karakol köyüne yakın Fethiye köyünde kalıyordu. Köylere gönderilecek yeterli öğretmen olmadığı dönemlerde köy çocuklarına okuma yazma öğretmek için askerliğini çavuş olarak yapan kişiler kursa alınıyor, eğitim veriliyor, birinci, ikinci sınıf ve üçüncü sınıf öğrencilerine okuma yazma, matematik, hayat bilgisi dersleri veriyorlardı. Eğitmenlerin görevi buydu. Rahmetli İdris Özdemir hocamız da eğitmen olarak, özveriyle çalışan insanlardan biriydi. Eğitmenler maaşlarını Milli Eğitim Bakanlığı’ndan alıyor ve kadrolu olarak görev yapıyorlardı.
Gazi Eğitim Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra ilk görev yeriniz neresi oldu?
Eğitim Enstitüsü’nün son sınıfındayken nikâhlanmıştık. Eş durumu nedeniyle ilk tayinim Balıkesir ili oldu. Eşim Savaştepe Sarıbeyler beldesinde öğretmendi, ben de Savaştepe Ortaokuluna atandım. 1975 yılında askere gittim. Kısa dönem yedek subay uygulamasıydı. Tuzla’da 4 aylık yedek subay okulu bitince, Savaştepe Lisesine geri döndüm. Önce müdür yardımcısı, 1978 senesinde de müdür oldum. 6 saat derse girmemiz gerekiyordu ama ben 20 saatin üzerinde edebiyat dersine giriyordum. Tabii fazla dersler için ücret almıyordum. Öğrenci olaylarının en yoğun yaşandığı bir dönemdi. O yılları mümkün olduğu kadar zararsız atlatmaya çalıştık, eğitimin aksamaması için elimizden geleni yaptık. Kaymakamın, polisin, jandarmanın bu konudaki katkılarını da yadsıyamam.1979 sonlarında Demirel hükümeti iş başına gelince iktidar partisinin ve gayri resmi küçük ortağının hışmına uğradık. Soruşturmasız, herhangi bir suç isnadı olmadan tayinim Yozgat’a çıktı. Savaştepe Öğretmen Okulundan da 12 yöneticinin tayini Yozgat, Elazığ, Erzurum gibi belli şehirlere çıktı. Gitmesine gideceğiz ama o kentlere atanan memur ve öğretmenler daha garaja girdiklerinde dövülüp geri gönderiliyor.
Özveri ile çalışırken, birden bire neden tayin edildiniz? Bu bir sürgün müydü?
Soruşturma yok, herhangi bir suçlama yok, atamamı Yozgat’a yaptılar. O zaman kimse, “Benim atanmam neden yapıldı” diye soramıyor, sorsa da yanıt veren yok Devlet parti(ler) devleti olmuş. O dönemde idare, bölge idare mahkemeleri yoktu. Danıştaya doğrudan başvurabiliyordunuz. Danıştay o zaman çok etkiliydi. Hak ihlali nedeniyle dilekçe yazıp Danıştay 5. Dairesine başvurdum. Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu aşamada Balıkesir Valiliğinden de sürgünümle ilgili savunma istemiş. Milli Eğitim Müdürlüğü’nden bir müdür yardımcısı Danıştay’a, şu yanıtı veriyor: “Mehmet Akkayalı solcu olarak bilinmekte olup suç işlemeyi alışkanlık haline getirmiştir.” Bu arada ben Yozgat’a gidemiyorum. Çünkü orada bir partinin il başkanın sekiz sütuna manşet uyarısı en çok okunan gazetede yayımlanıyor: “Yozgat’ta 5 bin militanımla bekliyoruz. Sakın gelmeyin.” Gitmek mümkün değil. Bir ara gitmeyi denedim. Bir arkadaşımın astsubay kardeşi vardı. Onun yanına gittim ama göreve başlatmadılar. Tekrar döndüm, açıktayım. Eşim Zafer İlkokulu’nda öğretmen, iki kızım var var, kiradayız. Ev sahibi evi boşaltmamız için mahkemeye veriyor. Ben Savaştepe’den gitmeyince ilçedeki belli siyasî kişiler başka bir yönteme başvuruyorlar. Bu kez eşimi şikâyet ediyorlar. Müfettiş geliyor ve onu da Dursunbey’in bir köyüne sürgüne gönderiyorlar.
Eşim sürgün kararnamesini aldı, bir süre sonra 12 Eylül darbesi oldu ve bütün atamalar durduruldu, kararnameler iptal oldu. 12 Eylül’den sonra Yozgat’a gittim. Büyüknefes Ortaokulu’na atanmıştım, fakat tayin olduğum yerde, Büyüknefes Ortaokulu diye bir okul yok. Muhtarı bulup konuştum, adam köyde ortaokul olmadığını söyledi. “Bizde ortaokul yok ki. Sen 30’uncusun. Daha önce Muğla Milli Eğitim Müdürü, Eskişehir Eğitim Enstitüsü Müdürü de sürülmüş buraya. Okul yok dedik gitti.” Büyüknefes Ortaokulu resmen açılmıştı ama ne öğrenci, ne de öğretmen vardı. Böyle garip bir durum ile karşılaştım. Köyde kaldım, çocukları toparlamaya, bir ortaokul açmaya çalıştım. Yağmurda hayvanların toplandığı tek göz kerpiç bir ahır ortaokul oldu. Sonra Danıştay kararı uygulandı. Savaştepe Lisesi Müdürlüğü’ne döndüm. Okula döndüğüm 24 Aralık 1980’de Çankırı İmam Hatip Ortaokuluna tayinim çıkmış. Aynı gün hem göreve dönme hem de başka bir yere sürgün kararnameleri. İlk sürgünümden sonra bana yöneltilen bir suçlama şuydu. “Stajyer bir öğretmeni müdür yardımcısı yaptırmak”
Danıştay kararıyla dönünce bir baktım Savaştepe Lisesi’nde, müdür ve 4 müdür yardımcısının hepsi stajyer. Hiçbirinin stajyerliği kalkmamış. Mezuniyet belgelerini incelediğimde 9 tane sahte lise diploması buldum. Sahte diplomalarla ilgili belgeleri Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bakan Albay Ziya Sayın’a gösterdim. Mezun olmayan çocukların zayıf notları değiştirilerek kendilerine diploma verilmiş. Olay Millî Eğitim Müdürlüğüne yansıdı ve benim ikinci sürgün, daha sonraları bana, “Canım kardeşim, Balıkesir’in en başarılı öğretmeni” diye övgüler düzen bir yöneticinin çabalarıyla çabuklaştırıldı.
Çankırı İmam Hatip Ortaokulu’nda neler oldu?
Çankırı İmam Hatip Ortaokulu, okul değildi. Hapishane binasını okula çevirmişler. Sınıfların tavana yakın küçücük pencereleri vardı. Yöneticiler, kadın ve erkek öğretmenler, kız ve erkek öğrenciler için bahçede üstü açık tek bir tuvalet vardı. Çağdaş olmayan bu okulda çağdaş yazarların, şairlerin yapıtlarını okuduk, dört sesli kanonlar söyledik, çağdaş eğitimi tanıtmaya çalıştık. Yine Danıştay kararı var ama uygulanmıyor. Askerler de Danıştayın kararlarını uygulamıyor.
Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) sınavlarını kazanıp Ankara’da yüksek lisansa başladım. Kenan Evren, “Herkes bu diplomayı alacak. Almadan daire başkanı, genel müdür yapmam,” diyordu. Ben mezun oldum yine tayin etmediler. Hatta, Bakanlıktan, “25 yıl da çalışsan seni yine Balıkesir’e tayin etmeyeceğiz!” dediler. Eş durumu var, Danıştay kararı var, Balıkesir Sıkıyönetim Komutanı imzalı olumlu rapor var. Bakanlık, Tuğgeneral Rauf Küçük Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı, bu raporu İzmir Sıkıyönetim Komutanı Süreyya Yüksel’in vermesi gerekir,” diyor. Bu nedenle 1984 yılında Öğretmenler Günü’nde öğretmenlikten istifa ettim. İş bulamıyorum. Dershanede çalışmamı önerdiler. Oraya başvurdum, belgeleri verdim, Milli Eğitim Müdürlüğü bu kez dosyamı onay için Bakanlığa göndermedi. Nedenini sorduğumda, sakıncalı olduğumu söylediler.
Bereket versin, o sırada Balıkesir’de görevli TODAİE’den arkadaşım emniyet şube müdürü Nihat Kurtiç’in siyasi şube müdürüyle görüşüp onu ikna etmesi sonucu dershane öğretmeni olabildim. Kısacası tayinimi polisler yaptırdı. Bu arada, ilk sürgünümü çıkartan öğretmen ve milletvekili de çocuklarını üniversiteye hazırlamamız için bize teslim ettiler ve bana güvendiklerini dile getirdiler. 1985 yılından itibaren Balıkesir’de değişik dershanelerde çalıştım. 1 yıl Altınoluk Çağdaş Eğitim Vakfı (ALÇEV) Eğitim Kurumlarında yöneticilik yaptım. Meslek yaşamımın 50’inci yılı dolarken öğretmenlikten ayrıldım. Öğretmenliğe başladığım dönemdeki öğretmenlik ile ayrıldığım zamanki öğretmenlik çok farklıydı.
50 yılda eğitimde neler değişmişti?
Mesleğimin son yılında Balıkesir’deki bir temel lisede öğretmenlik yaptım. Temel liseye kaydolan her öğrenci zamanı gelince lise diplomasını alıyor. Ama okulda laboratuvar yok, kitaplık yok, İngilizce yok, tarih, coğrafya yok, edebiyat yok, sosyoloji, felsefe, mantık yok, müzik, resim, beden eğitimi yok, hiçbir şey yok. Sorularla birlikte cevap anahtarları da veriliyor çocuklara. En zor matematik sınavlarını çocuklar beş dakikada yanıtlıyor. 100 puan alamayanların yanlışlarını da öğretmenler teneffüslerde düzeltiyor. Hazırlık kursu gibi bir şey temel liseler. Eğitim gerçekten başladığım yıla göre çok çok kötüydü. Öğretmenliği bıraktıktan sonra, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nde çalışmaya başladım. Özellikle kütüphanede kitapları düzenleyip tasnifledim. 5 bin civarında kitabımız var. Öğrencilere kitap okutmaya çalışıyoruz, derslerinde yardımcı oluyoruz. Müzik ve şiir dinletileri düzenliyoruz.
Söyleşilerimde, özellikle yatılı okullardan mezun olanlar cumhuriyet ve cumhuriyet ilkelerine, yurttaşına, devletine çok bağlı. Bunun nedeni ne?
Necati Öğretmen Okulunda 40 civarında öğrenciydik ve bizler 3 ilden seçilmiştik. Yatılı öğretmen Okulu sınavına Sındırgı Ortaokulu’ndan 57 kişi girdik, 2 kişi kazandı. Kazanamayan diğerleri, doktor oldu, mühendis oldu, avukat oldu. Bizim aklımızda bir tek şey vardı. Köye gideceğim, köy öğretmeni olacağım. Eğitim Enstitüsü’ne gitmeyi bile ilk anda düşünmüyorduk. Yani lise öğretmeni, ortaokul öğretmeni olmayı aklımızdan geçirmezdik. Çünkü verilen eğitim Köy Enstitülerinde verilenin benzeriydi. Kayınpederim, kayınvalidem, köy enstitüsü mezunu. Eşim de Necati Öğretmen Okulu mezunu. Kayınpederimin arkadaşı Ali Osman Bacak öğretmen de Köy Enstitüsü mezunuydu. Bir gün eski bir dergiyi okurken, “Ali Osman Bacak’ın Fransızcadan çevirdiği Endonezya Hikayeleri kitabı öğretmenlere tavsiye edilir” ibaresini gördüm. Ali Osman öğretmen, Pamukçu Köyünden Savaştepe’ye gitmiş, Köy Enstitüsünde okumuş, sonra Pamukçu’ya dönüp öğretmenlik yapmış. Ali Osman amcaya kitabı çevirip çevirmediğini sorduğumda, “Evet çevirdim. Köy Enstitülerinin kütüphaneleri çok zengindi. Fransızca okurduk ve ben kitap çevirdim” dedi.
Şu anda kolejde okuyanlar bile kitap çeviremiyor. Köy enstitüleri çok iyi eğitim veriyordu. Öğretmen okulları da onun devamı gibiydi. Yatılı okuyanlarda, tamamen devlete bağlılık vardı. Biz meslek okulu olduğumuz için, imam hatip lisesi, ticaret lisesi, kız sanat ve erkek sanat okullarında olduğu gibi üniversite sınavlarına giremiyorduk. Bizim arkadaşlarımızın tümü öğretmen oldu. Bazen imam hatiplerin önünü kapattılar deniyor ya öğretmen okullarının da farklı bir durumu yoktu. Çünkü biz öğretmen olmak için gittik o okullara. Onlar da imam olmak için gidiyor. Enstitüler ve onların devamı sayılan öğretmen okulları gerçekten devlete bağlı kişiler yetiştirdi. Eğer devlet bize yatılılık olanağı tanımasaydı pek çoğumuz öğretmen olamayacaktık. Ben, hem Balıkesir’de hem Ankara’da yatılı okudum. Yüksek lisansta bile bize bir oda verdiler, yemek verdiler. Devletin sahip çıkması son derece önemlidir.
Siz dershanelerde öğretmenlik yaptınız. Oysa sizin ideallerinizde dershaneler yoktu. Bu durumu yadırgadığınız dönemler oldu mu?
Mezun olup Savaştepe’ye idealist bir öğretmen olarak gittim. O yıllarda başarılı olamayan öğrenciler bütünlemeye kalırdı. Parayla yaz kursları olurdu. 1971 Muhtırasından sonra kurulan Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖBDER) Genel Başkanı Fakir Baykurt’tu. Fakir Baykurt, “Öğretmen parayla ders vermez” derdi. Ben de Savaştepe’de TÖBDER yöneticisiyim. Düğün yapıp yeni evlenmişiz, borcumuz var. Paraya çok ihtiyacımız olmasına rağmen, biz birkaç arkadaş kurs vermeyiz dedik. Tabii bazıları koşarak gittiler. Çünkü bir maaş kadar ücret alıyorlardı kurstan. Çünkü eğitim parasızdır ilkesine inanıyoruz. Bunları yaşadıktan sonra dershane öğretmeni olmak garip geldi. Çünkü çocuk para veriyor senin dersini dinlemek için. Dershaneye gelen çocuklar hiçbir zaman, “Ben para veriyorum, öğreteceksin” diye ukalalık yapmadılar. Dershane öğretmenliği yaptım ama devletteki öğretmenlik gibi haz alamadım. Devletteki hazzı özelde almak çok zor. Özel sektör günümüzde öğretmenleri çok fazla eziyor. Dershane sahipleri öğretmen kökenli olsa bile maalesef çalışma koşulları bakımından, sosyal haklar bakımından meslektaşını ezmekten geri kalmıyor.
İnternet yoktu, bilgisayar yoktu, okulların fizik koşulları iyi değildi, Sizin öğrenci olduğunuz dönemin eğitim sistemi ile günümüzün eğitim sistemini karşılaştırır mısınız?
Bilgisayarımız yoktu, kitap vardı. İnternet yoktu merak ve araştırma vardı. Ben öğretmen okulunda öğrenim gördüğüm için oradan örnek vereceğim. Öğretmen okullarında deniyordu ki; “Sen öğretmen olacaksın, bir müzik aleti çalmadan seni mezun etmem.” Şimdi ben ilkokul öğretmeni olacak öğrencilere her hangi bir müzik aleti çalıyor musun? Diye soruyorum. Hiçbiri hiçbir müzik aleti çalamıyor. Biz hep kitap okurduk. Herkesin elinde kitap olurdu, dergi olurdu. Edebiyat öğretmenimiz Türkan Mersinlioğlu bize 2 dergiye abone zorunluluğu koşmuştu.
Türk Dili Dergisi ve Varlık Dergisi’ne abone olduk. Gazi Eğitim Enstitüsü’ne girerken çok ciddi sorularla karşılaştık, mülakat yapıldı. Nobel’i bu yıl kim kazandı? Hangi kitabını okudun? 6 ay önce yayınlanan bir kitabı soruyor. Ölmez Otu hakkında ne düşünüyorsun? Bütün bunların yanıtlarını okuduğumuz gazete, kitap ve dergilerden biliyorduk. Şimdi Balıkesir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğrencilerine, Necatibey Eğitim Fakültesi Edebiyat Bölümü öğrencilerine, Ölmez Otu kitabını soruyorum yüzüme bakıyorlar. Bizim öğrenci olduğumuz yıllarda kitap okuma çok çok daha fazlaydı ve yazarları, şairleri izlerdik. Şimdi kitap okuma çok azaldı. Çocukları zorla okutmaya çalışıyoruz. Teknolojinin gelişmesi, kitap okumayı olumsuz yönde etkilememesi gerekir.
Özel sektör öğretmenliğinden mi emekli oldunuz?
Ben Özel dershaneden Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) emeklisi oldum. 13 yıl devlette çalıştım. Bunun karşılığını, ekonomik olarak hiçbir zaman görmedim. Meslek yaşamımdaki 50 yılın 3 yılı Gazi Eğitim Enstitüsü’nde geçmişti. Tam 47 yıl öğretmenlik yaptım. Öğretmenliğimin ilk yıllarında 7 gün 9 saat çalıştım. Haftada 63 saat yapar. Bazen öğrenciler bizim fakülte çok zor diyor. Onlara kendimi örnek gösterip haftada 63 saat derse girdiğimi söylüyorum. Üstelik dersler bittikten sonra sınavlarda ya da derste sorulacak bütün soruları kendimiz hazırlıyorduk. Çünkü o zaman soru kitapları ve yardımcı kitap yok. Bunun yanında yüksek lisans tezi hazırlıyorum. Yüksek lisans tezi için Ankara’ya gidip geliyorum. Aynı zamanda Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyim. Sınavlara giriyorum ve sınıf geçiyorum. Ben bunları yaptım, siz bir tek fakülte için çok zor diyorsunuz. Böyle olmaz, çalışın diyerek çocukları çalışmaya teşvik ediyorum. İnsan isterse oluyor.
Hukuk Fakültesinde okumuşsunuz, neden avukat, savcı ya da hakim olmadınız?
Hukuku Fakültesini 3’üncü sınıfta yarım bıraktım. Çok çalışıyorum, hukuk sınavlarına gidemiyorum. Vizelere gidemiyorum. Dört vize sıfır, sıfır, sıfır geliyor. Finale gidemiyorum, tam ÖYS sınavlarına denk geliyor, yine sıfır alıyorum. Ankara hukukta sınıf geçme notu 60’tı Buna göre 83 almam gerekiyor. Birkaç dersten 80 alıp kaldım. 3’üncü sınıfta artık olmaz dedim ve bıraktım. Hukuk öyle kaldı ama hem kamu yönetiminde yüksek lisans yaptım, hem de orada Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) için çocuklarla vatandaşlık dersi yaptık. Üniversite son sınıf öğrencilerine hukuk, Anayasa, borçlar, ceza, ticaret yasası konularında yardımcı olduk.
Dernekçilik yaşamınız ne zaman başladı?
1974 yılında Savaştepe’de öğretmenlik görevimi sürdürürken, TÖBDER Savaştepe Şube Başkanı oldum. Arkadaşlarla birlikte kitaplık kurduk, öğretmenleri topladık. Savaştepe gibi bir yerde, 50 yıl önce, 250’nin üzerinde üye kaydettik. Yardımlaşma sandığı kurduk, tıkır tıkır çalıştı. 1980 yılına kadar hepsi mükemmeldi. Darbeden sonra kaldırıldı. Daha sonraki yıllarda dershanecilik yapınca dernekçilikle ilgilenemedik. Öğretmenlik bittikten sonra, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne (ÇYDD) geldim. Atatürkçü Düşünce Derneği’ne (ADD) üye oldum. Balıkesir Çağdaş Eğitim Vakfı’nın (BAÇEV) kurucuları arasında yer aldım. ÇYDD’de özellikle kitaplıkta çalışmalar yapıyorum. Haftanın 6 günü dernekte çalışmalarımı sürdürüyorum. ÇYDD’nin kütüphanesi bana emanet. Nerede hangi kitap var biliyorum. Bütün kitapların yerlerini tek tek ezberledim. Kitapları konularına göre ayrı bölümlerde sıraladım. 5 binin üzerinde kitabı, yazarlarına, konularına, türlerine göre, 21 grup halinde tasnif ettim. Hala çalışmalarımı sürdürüyorum. Batı romanları, Türk romanları, kişisel gelişim, felsefe, bilim kitapları, diye herkesin kolayca erişim sağlayabileceği bir duruma getirdim ve raflardaki yerlerini aldı. Öğrencileri zorla kütüphaneye götürüyorum. İstediğiniz her şey var, dilediğiniz gibi okuyun diyorum. Maalesef yeteri kadar, istediğimiz gibi okunmuyor. Fakat bağışlarla çok zengin bir kitaplık oluşturduk.
Genç öğretmenlere önerileriniz nedir?
Ben dil konusunda bayağı huysuz bir ihtiyarım. Herkesi uyarıyorum, Türkçe de o öyle denmez diyorum. Dil ile ilgili birkaç şey söylemeye hakkım olduğuna inanıyorum. Türkçede 40-50 yıl öncesine göre çok gerideyiz. 40 sene önce kimse, “alaka” demez, “ilgi” derdi. Şimdi gençlerin ağzında bile alaka sözcüğü var. 50 yıl önce hiç kimse, “aynen” demezdi. Aynen, argo sözcük olarak dillerde dolaşırdı. Şimdi, “evet, doğru, haklısın” yerine kullanıyor. Üniversitede ders veren profesörleri bile diyor. “Hayret bir şey” diyen edebiyat öğretmenlerine rastladım. Oysa 1994 ÖSS’de sınav sorusuydu. “Hayret bir şey”, anlatım bozukluğudur diye. Ama “hayret bir şey” diyen edebiyat öğretmenleri var. Öğrencilere, “Yapmak” sözcüğünü kullanmayın diye sürekli söylüyorum. Yapmak sözcüğünü kullanmayın, Türkçeyi kurtarırsınız diyorum. Telaşlanmak demiyor, “Telaş yapmak”, heyecanlanmak demiyor, “Heyecan yapmak” diyor. Televizyonda sunucular söylüyor bunu. Türkçe gerçekten çok bozuluyor. Birisi, “Noktasında” diye bir sözcük kullandı. Şimdi artık herkes, “Noktasında” demeye başladı. Çok fazla yanlış kullanılıyor. Batı dillerinden gelen gereksiz sözcüklerde Türkçe yerine kullanılıyor. Dükkanlardaki tabelalara bakıyorsunuz tamamen İngilizce. Bunlar acı şeyler tabii. Türklükten, Türkçeden utanmamak lazım. Türkçeye sahip çıkmak gerekiyor.
Genç öğretmenlere önerileriniz sorduk, Türkçe’nin açmazlarını dile getirdiniz. Başka açmazlara da tanık oldunuz mu?
Balıkesir Büyükşehir Belediyesi’nin Kültür Sanat Komisyonu toplantısı vardı. Bu toplantıda söz ettiğim gibi, Balıkesir’in kültür ve sanat, konusunda müthiş bir geriye gidişi var. 1966 yılında Balıkesir’de Şan Sineması yeni yapıldı. Büyük bir sinemaydı. Cumhurbaşkanı Senfoni Orkestrası geldi. 120 kişilik orkestra sahnedeydi. Suna Kan kemanıyla solist olarak çaldı. Ertesi yıl, Şehir Sineması’na İdil Biret geldi, piyano çaldı. Şehir Sineması gerçekten mükemmel bir yapıydı, yıktık. Yerine rezidans denilen yapıyı kondurduk. Balıkesir’de 1967 yılında Milli Kuvvetler Caddesi’nde Milli Eğitim Müdürlüğüne ait bir binada Filarmoni Derneği çalışıyordu. Balıkesir’in sanat hayatı çok canlıydı. Şimdi bakıyorum; Güzel Sanatlar Lisesi, Güzel Sanatlar Fakültesi var, yeterli etkinlik olduğunu sanmıyorum. Dil konusunda Türkçe konusunda Balıkesir Üniversitesi’nin öncülük etmesi gerekir. Bu konuda da yeterli bir çaba görmüyorum. Öğrencilerin Osmanlıca konuşmalarından da belli oluyor. Osmanlıca sözcükleri bol bol kullanıyorlar. Balıkesir’e bir kültür sarayı gerekiyor. Balıkesir’e bir bale topluluğu gelse, nerede gösteri yapacak? Bir opera gelse oynayacak yer yok. Avrupa’daki kentlerden birinin nüfusu Balıkesir kadar olsa, mutlaka bir operası, bir balesi olurdu. Eskişehir’de, Erzurum’da, pek çok yerde var ama Balıkesir’de niye yok? Yapılmadı, olanlar da yıkıldı.