DOLAR 19,1064 % 0.1
EURO 20,6783 % 0.27
GRAM ALTIN 1.201,69 % 0,08
ÇEYREK A. 1.964,76 % 0,08
BITCOIN 27.033,90 -2.802
GİRİŞ YAP

SON DAKİKA
hava 11°
Google News

AB’NİN TÜRKİYE’Yİ HAZMETME KAPASİTESİ

Son Güncelleme :

29 Mayıs 2021 - 0:12

AB’NİN TÜRKİYE’Yİ HAZMETME KAPASİTESİ

“Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi Hazmetme ya da Hazmedebilme Kapasitesi”

 

Bu söz Almanya’nın, pratikte AB’nin de lideri Merkel’in Türkiye ile ilgili kaygılarını özetleyen bir mesaj. Aynı zamanda diğer üye diğer ülkelere de bir hatırlatma.

Türkiye’nin AB’ye tam üye statüsünde girmesi – aslında ‘kabulü’- altmış yıldır konuşulur. Türkiye’nin ‘aday ülke’ olarak kabulü belli bir süre sonra ‘tam üye’ olarak kabul edileceği anlamına gelmiyor. Müzakere süreci denilen bir hazırlık dönemi var. Aday ülke, bu dönemde AB’nin norm olarak belirlediği kriterlere uyum sağlamayı taahhüt eder, bu amaçla kendi iç hukuk ve sosyal sisteminde kriterlerle uyumlu kapsamlı, tutarlı düzenlemeler yapar, bunlar AB’nin ilgili birimleri tarafından incelenir, uygulamalara bakılırve belli dönemlerde “ilerleme raporları” düzenlenir. Bu raporlar, aday ülkenin karnesi, karne notudur. Bütünlemeye kaldığı dersleri çalışıp, iyi öğrenip sınıf geçmesini sağlamayı amaçlar. Avrupa Birliği’nin uzun dönem hedefi; “Birliğin belirlenmiş normları ile uyum sağlayan ülkeleri bir araya getirerek büyümek,ekonomik ve siyasi gücünü arttırmaktır”.

Ne var ki; son on beş yıldır Türkiye ile ilgili tüm raporlar daha mürekkebi kurumadan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri tarafından “yok hükmünde” sayılıyor! Raporların içeriğinden, yapılan eleştirilerden,önerilerden hiç söz edilmeden. İlk zamanlar “AB Hristiyan Kulübüdür, Türkiye Müslüman ülke, onun için istemiyorlar…” klişe sözü gerekçe olarak gösterilirdi. Daha sonra ‘son kullanma tarihi’ geçtiği için olsa gerek tedavülden kaldırıldı. “Aynı raporlar Hristiyan bir ülke için yazılmış olsaydı alırlar mıydı acaba?” sorusu nedense hiç sorulmadı, sorulmuyor!Her şeye rağmen Türkiye AB ısrarından nedense vazgeçmez, “Türkiyesiz AB olmaz, Türkiye’nin tam üyeliği AB’nin çıkarınadır”söylemleri ile tam üyelik ısrarını sürdürür,tavşan kaç, tazı tut oyunu sürer gider. AB de, Türkiye’nin “yok hükmünde” çıkışlarını yok saymaz, bir sonraki raporu için veri toplamaya başlar.

Bitmeyen çekişmenin tek kaybedeni yenilgiye doymayan, sadece kümede kalmaya çalışan Türkiye’dir. Hepsi o kadar…

AB Türkiye’yi hazmedebilir mi?

  • Ekonomik beklenti: Türk Halkı, Türkiye’nin AB üyeliğini başından itibaren Türk vatandaşlarının Birlik içinde serbest dolaşım hakkına kavuşarak Avrupa’da çalışabilmesi umuduyla destekledi, bekledi. Altmışlı yıllardaki Almanya gurbetçiliği AB üyeliği ile geri gelecek diye düşündü. AB’nin normları, uygulamaları, Türk- gâvur, Müslüman-Hristiyan saplantıları ile küçümsendi, önemsenmedi, benimsenmek istenmedi. Ancak iş uzadıkça heyecan azaldı, yerini “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok”! hamaseti aldı.(Eurovision şarkı yarışmasına katılmama kararının bile bu ‘varsayımla’ alınmış olması düşünülebilir).
  • Ekonomik kalkınma AB üyeliği için yeterli midir? Değildir. Zira kalkınmışlıkla gelişmişlik aynı şey değildir. Kalkınma niceliği, gelişme ise niteliği belirten tanımlamalardır. Şöyle ki; Körfezdeki petrol şeyhliklerinin milli gelirleri AB ülkeleri ile aynı ya da yakın olmasına rağmen, gelişmişlik seviyeleri oralarla kıyaslanamayacak kadar geridir. Katar ya da Suudi Arabistan’ın Danimarka, Hollanda, Finlandiya, İzlanda… ile kıyaslanabilmesi mümkün müdür?
  • Gelişmişlik kriterleri: Ülkedeki vatandaşların;
    • gelişmiş ülkelerin eğitim hedeflerine uygun eğitilmiş, yaşam, kültür, sanat alanlarında çağdaş anlayışla donanımlı hale getirilmiş olmaları,
    • demokratik haklarını savunabilmek, kullanabilmek, geliştirebilmek için serbestçe örgütlenebilmeleri,

 

  • çalışanların üretimden (ulusal gelirden) aldıkları payı büyütme mücadelesi bilincine erişmiş olmaları,
  • kazandıklarını ya da kazanabileceklerini ülkeyi ya da çalıştıkları işyerini yönetenlerin“lütfu” olarak değil “hak” olarak görmeleri,
  • ülkede olup bitenleri, ülkeyi yönetenlerin ne yapmak istediklerini sadece günlük kişisel çıkarları açısından değil, geniş perspektifli, uzun vadeli bakışla değerlendirebilmeleri…

Özetle; kulluk anlayışından çıkmış, vatandaşlık bilincine sahip çağdaş kafa yapısına sahip bireyler olmaları gerekmektedir.

Sıralanan nitelikler, günümüz Türkiye’sinden örneklerle karşılaştırıldığında ortaya çıkan tablo:

-devleti kuranların kişilikleri, yaşam biçimleri ile aşağılandığı, unutturulmaya çalışıldığı bunun için başta milli eğitim tüm devlet mekanizmalarının kullanıldığı (ayyaş yakıştırması, ulusal günlerde kutlama törenlerinin engellenmesi)

-içkinin, vatandaşların yaşam tarzlarını baskı altına alma, yaşam tarzlarına müdahale vasıtası olarak hiçbir Avrupa ülkesinde görülmesi mümkün olmayan bir bakışla her vesileyle öne çıkarıldığı, dayatıldığı,

-bu anlayışın doğal sonucu olarak televizyonlardaki görüntülerde, konuşmalarda alkollü içkinin gölgelendiği, silindiği,

-dünyada yaygın ve özgürce yapılan 1 Mayıs’ın etkinliklerinin yasaklandığı,

– vatandaşların bireysel, örgütlü hak arayış ve taleplerinin polis gücü kullanılarak bastırıldığı,

-dış politikanın dünya gerçeklerinden kopuk, her fırsatta dini rotalara sokularak belirlendiği, dünya siyasetinde ağırlıklı söz sahibi ülkelerde karşılık bulamadığı,

-çağdaş hukuk devletinin temeli “hukuka güven”in olmadığı,

-medya organlarının bağımsız yayıncılıktan çıkarılarak iktidarın organları durumuna getirildiği,

-gazetecilerin Cumhurbaşkanı’na soru sormaktan korktuğu,

-lâik devlete kamusal alanda üniforması ile meydan okuyan sarıklı amiralin ‘dokunulmaz’ statüsüne sokulduğu bir Türkiye…

Bu zafiyetlerin yaşandığı, giderek arttığı bir ülkeyi AB’nin hazmetmesi söz konusu olabilir mi? Mümkün müdür?

AB,bireysel ve toplumsal yaşamın çağdaş hukuk ve devlet yönetim ilke ve anlayışı ile düzenlendiği, koruma altına alındığı kucaklayıcı bir değerler bütünüdür. Bu da; dini tabulardan, baskıcı anlayıştan uzak yönetim anlayışını benimseyen, buna uymayan siyasi kadroları tasfiye edebilecek anlayış ve iradeye sahip bir toplumla mümkündür.

Bir anı: Avrupa’ya ilk gidişim, Avrupa ülkeleri ve Avrupalılarla ilk tanışmam öğrencilik yıllarımda (1966) olmuştu. O yıllarda Avrupa ülkeleri ile Türkiye arasındaki kalkınmışlık (nicelik) farkı bugünden çok çok büyüktü. Buna rağmen Cumhuriyet’in ortaya koyduğu değerler ile gurur duyan bir toplum, çocuklarına, halkına daha mütevazı imkânları ile bugünkünden çok daha çağdaşeğitim veren, yol gösteren bir devlet vardı. Avrupa ile aramızdaki gelişmişlik (nitelik)farkı bugünkü kadar büyük değildi. Avrupa Birliği’nin temellerinin atıldığı o yıllarda Türkiye’nin kalkınmışlık (nicelik) dezavantajının zaman içinde kapanacağını ve AB’nin Türkiye’yi ‘dışlayamayacağını’ düşünmüştüm. Ancak, bugün çok farklı bir Türkiye var. Şimdiki demagojik/popülist tanımla bazılarının “eski Türkiye” olarak adlandırdıkları, kötüledikleri ‘o Türkiye’, son yirmi yıldır “yeni Türkiye” olarak tanımladıkları Türkiye’den çok daha nitelikli ve hazmedilebilir bir Türkiye idi!

 

Düşünen Adam

YORUM ALANI

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.