10 parmağında 10 marifet

Babasının dükkanında 12 yaşında başladığı aile mesleği tenekecilikten sanayiciliğe yükselen Bigadiçli İbrahim Uçarcı’nın 10 parmağındaki 10 marifeti bu söyleşide Politika okurları için derledik. Otomobil radyatörü lehiminden güneş enerji sistemi üretimine, yağmur oluğu yapmaktan kat kaloriferi imalatına, süt güğümü satmaktan 240 bin dolarlık sanayi kazanı ihraç etmeye yükselişin öyküsünü anlatan Uçarcı, bu meziyetlerinin yanı sıra iyi bir yamaç paraşütçüsü, usta bir paramotor pilotu, değme sanatçılara taş çıkartacak yetenekte bağlama, kaval, flüt  üstadı.

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Babasının dükkanında 12 yaşında başladığı aile mesleği tenekecilikten sanayiciliğe yükselen Bigadiçli İbrahim Uçarcı’nın 10 parmağındaki 10 marifeti bu söyleşide Politika okurları için derledik. Otomobil radyatörü lehiminden güneş enerji sistemi üretimine, yağmur oluğu yapmaktan kat kaloriferi imalatına, süt güğümü satmaktan 240 bin dolarlık sanayi kazanı ihraç etmeye yükselişin öyküsünü anlatan Uçarcı, bu meziyetlerinin yanı sıra iyi bir yamaç paraşütçüsü, usta bir paramotor pilotu, değme sanatçılara taş çıkartacak yetenekte bağlama, kaval, flüt  üstadı.

 

 

 

İbrahim Uçarcı kimdir?

Ben İbrahim Uçarcı; 1958 yılının 12’inci ayının 12’sinde, Bigadiç Çavuş Mahallesi’ndeki evimizde dünyaya geldim. Babam Arif, annem Ayşe Uçarcı. Ailemizde adını anmadan geçemeyeceğim bir isim daha var. O da babamın babası Mehmet Emin Uçarcı. Kuvayi Milliyecidir. Aynı zamanda mucit bir insandır. Böyle bir ailede dünyaya geldim. Bigadiç Atatürk İlkokulu’nun birinci sınıfını yarıda bırakarak yeni yapılan 4 Eylül İlkokulu’na gidip oradan mezun oldum. Öğretmenim köy enstitüsü mezunu, çok zeki, bilgili bir insan olan Tahsin Çağla. Reşit yaşa geldikten sonra kıymetini anladım. Bana çok şeyler kattı. İkinci dönemi okumamak kaydıyla ortaokulu birinci sınıftayken terk ettim ve eğitim hayatım sona erdi. Babamın yanında aile mesleğimiz tenekecilik yapmaya başladım.

Askere gidene kadar babamla çalıştım. Askerden geldikten 1 ay sonra babamı kalp krizinden yitirdim. Tenekeciliği devam ettirmek için dükkanı üzerime aldım. 1984 yılına kadar tenekecilik yaptım. O yıllarda Türkiye’de güneş enerjisi ile su ısıtma tekniği kullanılmaya başladı. Güneş enerjisi işine girdim. Bu sektörde üretici sayısı artınca cazibesini kaybetti, bir süre sonra fazla kazanç getirmeyince kazan üretimine başladım. Oğullarımla birlikte işi büyüttük Big-San Limited şirketini kurduk. Bir süre sonra emekliye ayrıldım. En büyük zevklerim arasında yamaç paraşütü ve paramotor ile uçmak var. Başta bağlama olmak üzere değişik müzik aletleri çalarım, 2 çocuk babasıyım.

 

 

Günümüzde özellikle gençler tenekecilik mesleğini bilmez. Tenekecilik nedir? Tenekeciler ne üretir?

Ben tenekecilik yapan bir aileden geliyorum. Dedem de, babam da tenekeciydi. Ben de yıllarca mesleği sürdürdüm. Şu anda Bigadiç’te tenekeciliğe devam edenler bizden geliyor. Çırağımın, çırağının, çırağı bu şekilde devam ediyor. Fakat bizim tenekecilikle bir alakamız kalmadı. Tenekeciler ne yapar sorusunu yanıtlamak gerekirse pek çok iş yapar.  Çocukluk yıllarımdan bu yana anlatarak tenekecilik hakkında bilgi vereyim.  60’lı, 70’li yıllarda Bigadiç’te enterkonnekte sisteme bağlı elektrik yoktu. Elektrik şehre jeneratörle verilir, gece 22.15’te kesilirdi. Gece ve gündüz belirli saatlerde enerji verilirdi. Köylerde hiç ise hiç yoktu. Kandil, idare lambası ya da şinanay dediğimiz gaz lambaları vardı. Onları dedem ve babam yapardı. Rüzgarda sönmesin diye üzerine cam monte edilir fener yaparlardı. Tenekeciler, yağmur oluğu, soba, soba borusu, mutfak davlumbazı, süt güğümü, huni, çaydanlık üretirlerdi. Bunun yanında çöp tenekeleri yapılırdı.

Otomobillerin, kamyonların, kısacası motorlu araçların radyatör tamiri, zirai alet olarak kullanılan sırt tulumbalarının onarımı, deliklerin yamanması tenekeciler tarafından yapılırdı. Böyle bir gelenekten gelen mesleğimiz var. Kandil feneri tamiratını çocukluğumda okul tatildeyken öğrendim. 12 yaşında itibaren babamın yanında yetiştim. Elektriğin olmadığı yıllarda kandil ya da fener çok önemliydi. Herkeste kandil yoktu, herkeste radyo yoktu. Bizim evde radyo olduğu için konuğumuz çok olurdu. Gece eve gelen misafirleri, eğer gökyüzünde ay yoksa, zifiri karanlıkta ayakları takılıp kazaya uğramasınlar diye evlerine elimde kandil ile çok götürdüm. Gaz lambaları, fenerler, kandiller basit bir şeydi ama herkes alamazdı. Evinde gaz lambası olsa bu kez gaz yağını alamazdı. Böyle meşakkatli günlerden bu günlere geldik.

 

 

Babanız hep bu işleri mi yaptı? Değişik bir üretim yapmayı düşünmedi mi?

Bigadiç’e Bulgaristan’dan göçmenler gelince, babam onların evinde gördüğü kuzineleri imal etmeye başladı. Bulgar göçmenleri sayesinde kuzine imalatçısı oldu. Çok talep oldu, çok tutuldu. 2 abim, ben ve babam tüm aile aynı dükkanda sürekli imalat yaptık. Küçücük bir atölyede haftada 40-50 tane kuzine ürettik. Halkımız kuzineleri çok sevmişti. Isıtma işini yaptığı gibi fırınında ekmek, üzerinde 2-3 çeşit yemek yapılabildiği için ekonomik bulunuyordu ve bu yüzden her geçen gün talep artıyordu. Biz de yetiştirmeye çalışıyorduk. Babam kuzineleri bakarak yaptı. Çünkü onun gözleri ölçü aleti gibiydi. Baktığı bir şeyin ölçülerini, boyutunu, aşağı yukarı tahmin eder yapardı. Yanıldığını hiç görmedim. Ben askerden geldikten sonra babam yaşamını yitirdi.

Büyük bir arayış içine girdim. Hep ne yapabilirim diye düşündüm. Çünkü dedem de, babam da mucit insanlardı. Ben kuzinelerden sonra ne yapabilirim arayışına girdim. Bir gün gazetelerde güneş enerji sistemleriyle ilgili haberleri gördüm. Nerede imalat yapıldığını öğrenip oralara gittim, sistemi inceledim, ilgili fuarları dolaştım ve güneş enerjisiyle su ısıtma sistemini kendim yapabilirim diyerek kolları sıvadım. 1984 yılında hiç kimseden proje almadan, yardım almadan güneş enerjisi ile su ısıtma sistemlerini Bigadiç’te üretmeye başladım.

Çok kaliteli ürünler imal ettik. Piyasada tutulduk, çevre illere, ilçelere ürün sattık. Türkiye’de bir iş tuttuğunda herkes onu yapmaya yönelir bu nedenle sistemin üreticileri arttı, zaman içinde haddinden fazla çoğaldı. Büyük firmalar bayilikler açtı, Türkiye’nin her yerine gönderdi. Güneş enerjisi kar edilir durumdan çıktı ve eski işime döndüm. Yapı kooperatiflerinin sahillerde yaptığı inşaatlar artınca, 1999 yılına kadar toplu konutlarda yağmur olukları, baca dibi kaplamaları, sıhhi tesisat ve kalorifer işleri yaptım. Kar oranı düşünce Bigadiç’e döndüm.

 

 

Bigadiç’te Tenekeciliğe devam mı ettiniz?

Tenekecilik zaten altın bileziğimiz fakat yeni arayışlara girdim. Bigadiç ve yöresinde tavuk çiftlikleri çoğalmıştı. Bu işi yapanlar LPG ile ısıtmanın çok pahalıya patladığını söylüyorlardı. Müstahsil neredeyse tavuk çiftliklerini kapatmak üzereydi. Tavuk üreticisinin altlık dediği tavuk pisliklerini yakarak ısıtma sorununu çözmek için kazan üretimine başladım. Tavuk gübrelerine, pirinç kabuğu, talaş ve benzeri kuru madde katarak yakıt olarak kullanılmasını sağladım ve bunu ürettiğim kazanlarda yaktım. Üretici hem pislikten kurutuluyor, hem de daha ucuza kümesleri ısıtıyordu. İlk sistemi kurduktan sonra istekler birden bire arttı. Uzun süre hummalı bir çalışmayla işleri yürüttük. Daha sonra kömürlü kazan yapmaya başladım.

Isıtma kazanlarını evlerde kullanılacak düzeye getirdim. Çünkü Sobalı evlerde bir tek oda ya da salon ısınıyor, diğer yerler soğuk kalıyordu. Veya insanlar 2 soba yakıyordu. Evlerin ihtiyacı olan tam otomatik tabir edilen akıllı kazanlar üretmeye başladım. Kat kaloriferi vatandaş için daha ucuz ısıtma daha sağlıklı ısıtma anlamına geliyordu. Kat kaloriferi işini de bir süre yürüttükten sonra değişik türde kazanlar üretiyorduk. Şu anda kapasiteleri 25 bin kilo kalori ile 2 milyon kilo kalori olan TSE ve CE belgeli kazanlar üretiyoruz, çoğunu da değişik ülkelere ihraç ediyoruz. Bu arada işler rayına oturdu ve ben emekli oldum.

 

 

Kazanlarınız yurt dışında çok revaçta, sizin ürünlerinizin farkı nedir?

Bizde aile geleneği, ürettiğimiz malın kaliteli olması, yüzümüzü kara çıkarmamasıdır. Dedelerim, babam ve ben bunu başardık. Şimdi çocuklarım aynı ilkeler doğrultusunda üretim yapıyor. Hal böyle olunca sonuç olarak imal ettiğimiz ürün de kaliteli oluyor. Önemli pazarlarımızdan biri Ukrayna’ydı, kazan gönderiyorduk. Savaş başlayınca talep gelmedi. Şimdi, Irak, Romanya, Kazakistan, Moğolistan ve iç pazara üretim yapıyoruz. Bizim kazanlarımızın benzeri kazanlar, 4-5 yılda bir onarım görüyor. Bizimkiler ise 10-15 yılda bir onarım görüyor. Hatta ilk müşterimiz hayretle nasıl olur diye bizimle temasa geçmişti. Bunun sırrı da, araştırma, deneme, yanılma yöntemi. Çünkü biz alaylıyız. Maalesef akademik bir yönümüz yok. Yaptığımız ürünlerde deformasyonun sebeplerini araştırarak, onları gidererek, daha kaliteli hale getirmenin yollarını uzun süre araştırarak, deneyerek, şu anda kullanılabilecek en uzun süreye çıkarmanın yolunu bulduk.

Bir kazanı 15 yıl tamir görmeden, elektrik aksamları haricinde deformasyon olmadan 15 yıl kullanılabilir hale getirdik. Eskiden ilk yaptığımız kazanlar, diğer firmaların kazanları gibi 4-5 yılda tamir görüyordu. Şu anda 15 yılda ancak tamir görüyor. 20 yıl kadar kullanabiliyorlar. Genelde klasik bir kazan yöntemi var. Sulu kazan dediğimiz büyük kalorifer kazanları. Örneğin adam aynısını yapmış fakat su kullanmamış. Tankların içinden hava geçirmiş. Sulu sisteme göre ayarlandığı için bunların külahlık dediğimiz yeri cehennemlik ateşine yakın oluyor. Sulu sistemde verimlilik sağlanıyor ama kuru sistemde hava yeteri kadar soğutamadığı için erimesine ve deforme olmasına sebep oluyor. Biz bunların mesafelerini çok uzattık. Kazan haliyle büyümek zorunda kaldı. Büyüsün dedik, masraftan kaçmadık, sonuçta kaliteyi öne çıkarttık. Tabi bunları düşünerek, deneyerek gerçekleştirdik. Sonrasında bilindiği gibi alıcıların sayısı çoğaldı. Şu anda uluslararası bilinen, tutulan bir markayız.

 

 

Babamla küçük bir dükkanda başladık” dediniz. 20 metrekarelik dükkandan bu aşamaya nasıl gelindi?

Kazan üretimini bir kaynak makinesi, el aletleri ile yapıyordum. Balıkesir’de gelişmiş firmalara, kesimini, kıvrımını yaptırıp, elektriğini mal sahibinden kullanmak şartıyla tavuk çiftliklerinde yapmaya başladım. Sonra Bigadiç Sanayi Sitesi’nde 120 metre kare bir iş yerine yerleştim. İşler arttıkça yer sıkıntısı çekmeye başladım ve yanımdaki işylerini kiralayıp, çalışma alanını 240 metrekareye çıkardım.  Kesim ve kıvrım işlerini hala Balıkesir’de yaptırıyordum. 2010 yılından sonra Artık markalaşmaya başladığımızın farkına vardık ve talebin daha da artması üzerine birtakım riskleri göze alarak borçlanmaya girdik. CNC tezgahları, kıvırma preslerini, plazma kesim makinasını gün gün alarak şu anda ham maddenin kapıdan girip ürün olarak çıktığı fabrikaya sahip olduk.

Bu konuda da kredilerde maalesef olumlu sonuçlar alamadık. O zaman KOBİ idik küçük esnaf halindeydik. Esnaf odaları, KOSGEB bizim ihtiyacımız olanı vermedi. Ben hiçbir kredi kullanmadan kazancımla bu durumlara geldim. Şimdi ürettiklerimizi 240 bin dolara satıyoruz.  Bir ev kazanını ele alacak olursak, şu an ekonomik krizden dolayı çok arttı. 40 bin kilo kalorilik ev kazanı yaklaşık 42 bin lira ve fiyatlar gün geçtikçe değişiyor. Ham madde fiyatları çok yükseldi. Ham maddenin yüzde 80’i ithal olunca her geçen gün fiyat artışı kaçınılmaz oldu.

 

 

İhracata nasıl başladınız?

Biz ihracatımızı Panthey isimli bir Gagavuz Türkü aracılığı ile yapıyoruz. Antalya’daki bir şirketin ortağı Türkiye’de Eskişehir’de üniversitede iktisat okumuş. Aynı zamanda iş yaşamına atılmış, şirket kurmuş. Emlak alım satımından villa yapımına kadar pek çok alanda iş yapıyor. Bizim ihracatta önümüzü açan kişidir. Rusça ve İngilizceyi çok iyi biliyor. Komisyon karşılığında bizim pazarlamacılığımızı yaptı. Ukrayna’yla başlayan ihracat serüveni, Irak, Romanya, Kazakistan, Moğolistan ile devam etti. Irak’a 30’un üzerinde ürün verdik. İhracatımız isteğe göre devam ediyor.

 

 

Başarılı bir iş yaşamınız olduğu gibi uçmak gibi bir hobiniz var. Uçma merakı nasıl başladı?

Havacılık hobim ilkokulda başladı. Öğretmen ders anlatırken ben uçak ve gemi resimleri yapıyordum.  Çok defter tüketen bir talebeydim. İlk başta motorsuz elle atılan planör tipi Türk Hava Kurumu’nun Bigadiç Şubesi’nde çok ucuza alabildiğimiz maketler vardı onları satın alıp maket yaparak başladım. Sonra lastik motorlu, kurmalı motorlara geçtim. Maket uçakları yerden idare etmek bana yetmiyordu. Hep uçma sevdam vardı. Çocukluk hayalim pilot olmaktı ama okuyamadım. Ortaokul sonrası babamın yanında çalıştım. Askere gidip geldim, 1984’ten sonra, Başbakan Turgut Özal’ın çıkarttığı yasalarla dışarıdan ithal mallar girmeye başladı. Hazır kitler ve patlar motorlar, kumandalar, onlara ait servolar, alıcılar satılmaya başladı. Maketlerin motorlu olanlarından almaya başladım. Hiçbir eğitim görmeden 4-5 tane uçağı öğrenene kadar kırıp parçaladım.

Bugünkü rakamlarla hesaplarsak kırdığım uçaklar ikinci el bir otomobil parası ediyordu. Bilgisayarın hayatımıza girmesiyle de bunların ayarlarını, trimlerini senkronize etmeyi bilgisayarlardan, internetten okuyarak kendimi geliştirdim. Sonra uçakları kırmadan uçurmaya başladım. Bir uçak daha alıyordum, sonra daha büyüğünde gözüm oluyordu, onu da alıyordum. Hobim akrobasi yapan, zor uçurulan uçakları devam etti. 50 cc silindir kapasiteli, benzinle çalışan motorlu uçaklara kadar koleksiyonum vardı. Hepsini uçururdum fakat bana yetmedi. Çünkü ben yerdeydim uçaklar havada hep içinde olmak istedim. Çocukluğumdan beri hep uçmak istedim. Kendi uçağımı kendim yaparak uçmaya karar verdim. Gelişmiş İtalyan kitlerinden projeler indirdik.

Kopyalama makinesi yaptım. Kanadın olmazsa olmazı, elle kesimi mümkün olmayan yerlerini kopyalama aletiyle kesmeye başladım. Yamaç paraşütünde aynı grupta uçtuğumuz Doktor Bülent Kırmızıoğlu ortak oldu. Onunla başladık, para koyduk, borularını, sinirlerini, yani şaseyi oluşturacak uçağın alüminyum malzemelerini aldık. Sosyal medya aracılığı ile tanıştığım fakat rahmetli olan Ahmet abi dediğimiz makine mühendisi, İtalya’dan getirdiği uçağın bütün malzemelerini yapmış. 5 kez Türk Hava Kurumu pilotları tarafından test edilmiş. Sağlıklı biçimde iniş kalkış yapmış. Sonuçta bu uçak uçurulamaz raporu verildiği için uçuş izni alamamış. Ahmet abi böyle bir işe girişmememi söyledi. Var olan en kolay uçabileceğim yolları denememi istedi.

 

 

Uçak yapımında ısrarcı olmadınız mı?

Ahmet Abi doğru söylüyordu ve bizim yerli olarak elde ettiğimiz malzemeler havacılık statiğine uygun değildi. Dolayısıyla ölümcül sonuçlar vereceğinden dolayı projeden vazgeçtik. Paramotor ile uçmayı aklıma koydum. Önce paramotor uçuşlarını izledim. Para motor ile uçmak için yamaç paraşütünü öğrenmem gerekiyordu. 2009 yılında Türk Hava Kurumu’ndan sertifikasyonu olan Fahri Hoca’yla Akşehir’de temas kurdum. 7 gün ücretli ders aldım. 7 gün sonunda başarılı olduğumu söyledi ve rahatlıkla yamaç paraşütü ile uçabileceğimi söyledi. Çünkü ben daha önce bu konuda ön çalışmalar yapmıştım. Onun için Fahri hoca için kolay ve başarılı bir öğrenci oldum.

Yüksek tepe, alçak tepe uçuşlarını öğrendim ve Bigadiç’e döndüm. 1-2 yıl Balıkesir’de uçtuktan sonra İzmir’de bir arkadaştan Rotax 503 motor satın aldım. Motoru bir şaseye monte etmek gerekir onun için internette araştırmalarda bulundum. En gelişmişlerinden bir tanesini kopyalayarak kendi işyerimde yaparak motoru yerleştirdim fakat uçurmak için 350-400 kilogram taşıma kapasitesi olan kanat almak zorundaydım. 2012 yılında Türk Hava Kurumundan 7 bin 500 liraya kanaat aldım. Hiçbir eğitmenim, öğretmenim olmadığı halde, 3-5 deneme sonra kanata ve motora zarar vermeden kalkışları gerçekleştirdim.

Sürekli durmaksızın defalarca uçtum. Belli bir zaman sonra yolcu alıp uçmaya başladım. Bir gün uçuş öncesi kalp krizi geçirip hastaneye kaldırıldım ve Stent takıldı.  Yamaç paraşütü çaba sarf ettiren bir spor olduğundan, yaşımın da ilerlemesi nedeniyle 2023 yılında bıraktım. Motor hariç bütün malzemeleri sattım.  Motoru satmamamın nedeni Microlight uçmaya niyetim var. Sabit kanatlı. Delta kanat kullanarak uçulan bir hava aracı. Solo uçuş yapacağım ve yolcu almayacağım. Çünkü yolcu için sertifikasyon gerektiriyor. Riskli bir spor olduğu için kendim de yanıma yolcu almak istemiyorum. Kanat aldığımda olanaklarım elverdiği müddet uçacağım.

 

 

Zevkli olduğu gibi riskli ve pahalı bir hobiniz var. Uçmak için ne kadar masrafınız oldu?

Hem tehlikeli, hem pahalı, hem de zevkli. Uçmak için C sınıfı, sıfır bir otomobil parası verdim. Uçmak sürekli korkmayı gerektiren bir olgudur. Havada yapılacak ilk hata, ilk ve son hata oluyor. Fakat uçuş kurallarına bağlı kalındığında, riayet edildiğinde, çok zevk alınacak güzel bir hobi. Ben iptidai uçtum ancak kuralına göre uçtum. Derler ya; “Şeytan kulağına kurşun.” Hiçbir kaza, kırık, çıkık, düşme olmadı. Şimdi görüyorum bazı gençler akrobasi yapmaya kalkıyorlar. Havada akrobasi olmaz. Ben onları denemediğim için bu günlere geldim.

Bigadiç’in Balatlı köyü var. Yamaç paraşütünü o bölgede gerçekleştiriyoruz. Ailemi piknik için Yörücekler Barajı kenarına bıraktım. Oğlumla birlikte uçacağız. Uçmayı ona da öğretiyorum. Henüz usta bir pilot olmadı. O gün kalkış için rüzgar kuvvetliydi. Kalkması için yardım ettin. Çünkü rüzgarda paraşüt çok büyük bir güç gerektiriyor. Savrulma dediğimiz bir olay var. Arkaya düşerse yelken gibi açılır sizi sürükler ve çok tehlikelidir. Kaldırır kaldırır vurur. Ölüme kadar götürür. Ben ona mahal vermemek için çocuğuma yardım ettim. Oğlumu uçurduktan sonra kendim kuşanıp havalanacak, piknik alanı yakınlarında inecektim. Oğlum gittikten sonra göğsümde yanma oldu.

Göğsüme, midemin üzerine çaydanlık koymuş gibi yanmaya başladı. Ben uçtuktan sonra otomobili kullanacak olan arkadaş neden uçmadığımı sorunca durumu anlattım. Kalbimde sorun var dedim beni hastaneye getirdi. Doktorlar kalp krizi dedi. Sonrasında Stent takıldı. 66 yaşındayım artık yamaç paraşütü benim için zor ve ben geçen yıl yamaç paraşütünü bıraktım.  Sertifikasyon vermeme rağmen oğluma ve 4-5 genç arkadaşıma uçmayı öğrettim. Bu yüzden mutluyum. Onlar hala uçuyorlar. Paramotor uçuşu yapanlar bile var.

 

 

Ben bugün uçacağım desem ne kadar harcama yapmam gerekir?

Ben malzemelerimi yıllar önce aldığım için şu an kesin bir rakam söyleyemem ama uçmaya yeni başlayanlardan edindiğim bilgiye göre çok çok pahalı. Çünkü çoğu uçuş malzemesi ithal. Ülkemizde enflasyon ve doların yükselişi durmuyor, alım gücünü çok zorluyor. Maalesef uçmak isteyen pek çok hevesli imkan sağlayamadıkları için bu işe girişemiyorlar. Şu anda durum bundan ibaret ve çok lüks bir hale geldi. Bugün bir yamaç paraşütü ile uçmanın bedeli yeni malzemeyi bırakalım, 2’inci el malzeme almaya kalktığınızda 4-5 bin dolara tekabül ediyor. Herkesin yapacağını tahmin etmiyorum. Çünkü aşağı yukarı 150-160 bin liralık bir rakam oluşturuyor. Sıfır malzeme almaya kalktığınızda bu rakam daha da yükseliyor.

Bu nedenle rakamlar, RC uçakta da aynı, model uçakta da aynı. Daha önce 5 bin liraya aldığımız en büyük model uçaklar bugün 50-60 bin lira. Herkesin göze alamayacağı bir uğraş olsa da uçmak bir sevdadır. İnsanların hevesleri ve olanakları varsa ben uçmalarını tavsiye ediyorum. Dünyada sürekli gelişen bir spor dalıdır. İnsanın stresini alıyor, moralini düzeltiyor. Öz Türkçede ölenlere, “Uçmağa vardı” yani, “Cennete gitti” derlerdi. Uçmak gerçekten apayrı bir olay. Uçup indikten sonra mutluluğunu en az 1 hafta yaşıyorsunuz.

 

 

Havacılık yaşamınız boyunca unutamadığınız bir anınız var mı?

Anılarım çok ama insanı hem güldüren hem düşündüren anı az. Onlardan bir tanesi de Microlight uçağa trafik cezası kesilmesi. Bir arkadaşım oğlunun sünnet düğününde, “Ucundan azıcık” yazısını uçakla uçurmamızı rica etti. Balıkesir’in tecrübeli pilotlarından Okan arkadaşımızın Microlight’ı var yazıyı o uçuracak. Bigadiç’e geldi havalandı alçak uçuş yapıyor. O gün LGS imtihanları varmış. Bigadiç üzerinde alçak uçuş yaptığı için öğrenciler kağıtlarını bırakıp pencereye koşmuş. Bütün okullardan, “Gürültü var, çocukların dikkati dağılıyor” diye milli eğitim müdürlüğüne şikayet telefonları edilmiş. Milli eğitim müdürü emniyet müdürlüğünü aramış.

Arkadaşımız bir süre sonra piste indi, arkasından trafik polisleri geldi. Ceza kesecekler ama ellerinde uçağın pilotuna ceza kesecek uygun bir yasa ve dayanak maddesi yok. Sonunda bizi savcıya götürdüler. Pilotun uçuş izni dahil her şeyi var ve yasalara uygun. Sonunda kabahatler kanununa göre gürültü yapmaktan ceza kestiler. Trafik polisi gürültü yapmaktan hava aracına ceza kesti.

 

 

Güneş enerjisi sistemlerini, ısı kazanlarını, kat kaloriferi sistemini siz kendiniz yaptınız. Paramotorun şasesini kendiniz yaptınız. Bunların arasında müzisyenliğiniz de mi var?

Bizim ailede müzisyenlik kalıtsal bir halde büyükten küçüğe geçiyor. Dedelerim, ağabeyim, ben ve oğlum, hep müzik aleti çalıyoruz. Eskiden Tekel kanunu varmış. Alkollü içkiler devlet himayesinde üretilirmiş Yasa çıktığı zamanlarda Bigadiç’te “Yaren Sofraları” varmış. Haftada bir gün ev sahibi değişmek üzere bağ, bahçe evlerinde av etleri ve balıketlerinden ziyafetler verilirmiş.

Osmanlının son dönemlerinde Yemende esir kalmış olan dedem çok becerikli ve hünerliymiş. Ortaoyununda da maharetliymiş. Eskiden Bigadiç’te kaymakamlık, Balıkesir’de valilik yapan Hüseyin Öğütcen, Bigadiç Kaymakamı İbrahim Şahin kitaplarında dedemin doğaçlama bir kantocu olduğunu yazarlar. Oradan gelen bir genimiz var. Abim, bağlama, Cümbüş çalardı. Ben de ağız armonikasıyla başladım. Annem ilahi okurken ben armonikayla eşlik ederdim. Sonra kaval, ardından flüt, zurna ve balaban çaldım. Bu arada Bağlama çalmaya da başladım. 2 yıl önce 8 bin 500 liraya İzmir’den özel bir bağlama aldım. Hobi olarak, dost ve aile meclislerinde çok kez amatörce sahne aldığım olmuştur. Övünmek gibi olmasın 10 parmağımda 10 hüner var.

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
harika
Harika
0
_ok_do_ru
Çok Doğru
0
kat_l_yorum
Katılıyorum
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün
10 parmağında 10 marifet
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!