BİZDE BAYRAM ÇOK!

Ş. TARIK SÜRMELİOĞLU

 

BİZDE bayram çok.. Deli miyiz neyiz?

“Deliye her gün bayram” derler ya..

24 Temmuz’u kutladık geçen gün. Basında sansürün kaldırılışının yıldönümüydü.

Basın Bayramı’dır.

10 Ocak’ımız var meselâ.. Her yıl kutlarız.

27 Mayıs darbecilerinin çıkardığı bir yasadır; basın emekçilerinin sosyal haklarının iyileştirilmesini öngörür özetle. 212 sayılı yasa derler.

Ha işte, o yasanın çıktığı gün 10 Ocak, ‘Çalışan Gazeteciler Günü’ olarak kutlanır.

Bayram da denilebilir.

Bir de evrensel boyutumuz var; 21 Ekim Dünya Gazeteciler Günü.

Böyle anlamlı, önemli günlerimiz var bizim.

Bir evrensel gün daha:

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü.

Bitti mi?

Bitmez.

Bu son fasıldaki mevzunun bayramla seyranla ilgisi yok; ölümle ilgili ama olsun..

Sonuçta gazetecinin hatırlandığı bir gün.

6 Nisan Öldürülen Gazeteciler Günü.

Yüz küsur yıl önce İstanbul’da öldürülen gazeteci Hasan Fehmi’nin anısına.

Öldürülen o kadar çok gazeteci, yazar, aydın insanımız var tabi.

 

***

YANİ neymiş; hem bayram yapıp hem gözyaşı dökebiliyormuşuz.

İnsanız neticede. Hem zaten önce insanız, sonra gazeteci.

Bir gerçeğin altını çizelim.

Öldürülen gazetecilerimizin ardından ağıt yakarken..

Gazeteciliğin ölmek üzere olduğu günleri yaşıyoruz.

 

***

HANİ devrin maarif vekili demiş ya: “Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederim…”

Bu devrin yöneticileri, atanmışları, seçilmişleri falan da aynısını söylüyor içinden:

“Şu gazeteler olmasa memleketi ne güzel idare ederiz…”

Dıştan söylenmez.

Dıştan, “basın gözümüz, kulağımız, sesimiz…”

“Demokrasilerin olmazsa olmazı…”

İçten, “puşt, gene giydirmiş; gösteririm ben sana ebenin…”

Bu hep böyledir. Değişmez.

Gazeteci rahat vermez çünkü.. Sorar, sorgular, eleştirir, bazen atar gider yapar, sertlenir.

Can sıkar yani.. Durduk yerde sinirleri zıplatır.

Hani güzel güzel yazsa çizse eyvallah; yok, illa ki eleştirecek.

 

***

GEÇEN gün Gazeteciler Cemiyeti’nde ‘manşetler’ sergisi vardı. 15 Temmuz için yerel gazetelerin attığı manşetleri sergiledi arkadaşlar. İşte efendim sansür, basın hürriyeti, gazetecilik etiği, demokrasinin vazgeçilmezi, falan filan.

Davetliler arasında Büyükşehir Belediye Başkanı var, milletvekilleri var, iki ilçemizin belediye başkanları var, bürokratlar var.

Çıkıp konuştular tabi kürsüde.. Basına dair övgü dolu sözler sarfettiler.

Genelde böyle olur zaten; hani adamlar çıkıp “ne len öyle zıttırı bıttırı gastecilik yapıp duruyonuz, yok ordan çomak sok, yok burdan dürtükle, arkadan tırtıkla, önden pırtıkla; bi gidin ya, dağılın len” demez.

Hepsinin acısı var; yani canlarını sıkan, acıtan, ardımızdan sövgü dolu sözler sarfetmelerine sebep olan yayınlar yapılmış.. Alayı bize gıcık aslında.

Bir de mazoşizm gibi bir durum ortaya çıkıyor..

Adamlar, ‘kamu görevi’ ifa ediyor diye her gün mantar gibi çoğalan gazetelere abone oluyor, reklam ilan veriyor; sonra bir bakıyor manşette kendisini görüyor. Şekilsiz bir resim, kocaman bir başlık; çok fena giydirmişler.

Yani parayı veriyorsun, kendine laf ettiriyorsun.

 

***

KATILIMCILAR içinde biz gazetecileri en çok seven isim, kuşkusuz Mustafa Canbey.

Bizim sektörden geliyor. Basın dünyasını iyi biliyor. Gazetelerin ne güçlüklerle boğuştuğunun en yakın tanığı. Milletvekili seçildi, siyaset safına geçti, ama basın dünyasından kopmadı.

CHP’liler de dahil, dokuz milletvekili içinde en sık görüştüğümüzdür, en çok konuştuğumuzdur, derdimizi dinleyendir. Öyle yarım ağızla “Basın bayramınız kutlu olsun” mesajı sarkıtıp vazifesini yaptığını zannedenlerden değil yani.

Sırasıyla konukların çoğu konuştu tabi. Milletvekili Adil Çelik de konuştu.

Bir araba laf söyledi.. Aklımda tek şu cümlesi kaldı:

“Değişime ayak uydurmak zorundasınız, değişmeyen gider…”

Mevzu basın olunca hep bu cümle kurulur zaten. Kürsülerin klasik lakırdısı.

O gün gazetede ‘Adil Çelik kafasına göre takılıyor’ başlıklı bir haber vardı.. Çok kızmış, sinir olmuş; kafasına göre takılmadığını ayak üstü herkese anlatmaya çalışıyordu. Arada üstü kapalı bir iki laf çaktı bize; anlamazdan geldik.

Belfıtığından muzdaripmiş; ayakta durmak yordu, erken gitti.

Biz kaldık Canbey’le başbaşa.

Beklentilerimizi, sıkıntılarımızı, dertlerimizi, kederlerimizi anlattık uzun uzun.

Zaten biliyordu hepsini.

Çözüm için gerekli girişimleri yapmış. Yani çözüme onay verecek tüm mercilere durumu anlatmış.

Son kertede, “Maliye Bakanı’nın iki dudağı arasında” dedi.

Yani, gazetelerin resmi ilan mevzuları, vergi borcu yoktur uygulamasının ötelenmesi, ertelenmesi falan..

Berat Albayrak’ın inisiyatifinde.

 

***

CÜMLE meslektaşımın 24 Temmuz Basın Bayramı’nı kutlar selam ederim.

 

 

 

*********************

 

 

Dinçer Orkan’ın basına bakışı

 

GAZETECİLER Cemiyeti’nin 24 Temmuz sergisinde kurdelayı kesip iki mesaj verdikten sonra giden protokol heyeti ve efradının aksine..

Son dakikaya kadar BGC Müzesi’nin bahçesinde bizimle muhabbet eden bir isim daha vardı:

Karesi Belediye Başkanı Dinçer Orkan.

İlçe Başkanlığı yaptı, İl Başkanlığı yaptı, Meclis üyeliği yaptı, şimdi Belediye Başkanı.

Gazeteciliğin ne olup olmadığına, derdine tasasına şu son görevinde vakıf oldu.

Bir iki gitti geldi, ziyaret etti gazeteciler.. Sorunlarını, beklentilerini aktardılar.

Dinliyormuş gibi yapmadı meselâ.. Çoğu böyle yapar.

Dinçer Orkan dikkatle dinledi hep. Çözüm üretmek adına neler yapabileceğine kafa yordu.

Ciddiye aldı yani.

Cemiyet’teki programda, haliyle gazeteler mevzusu ön plandaydı. Dinçer Bey dikkatle, sabırla dinledi.

Kurumsal olarak destek faslında bir çalışma yapacağını söyledi.

Tabi bu destek sözünde ‘merdivenaltı gazetecilik’ olmayacak. Sosyal medyadan ona buna sallayan tipler olmayacak. Facebook gazetecileri olmayacak.

Dinçer Orkan’ın bu tavrı hoşumuza gitti elbet. Protokol görevini yapar, “haydi bana eyvallah” deyip gidebilirdi.

Misafirleri varmış, Belediye’ye gitmesi gerekiyormuş; “olsun” dedi, “buradaki mevzu daha önemli, ben de bilgi ve fikir sahibi oluyorum…”

Dinçer Orkan’ın bu samimi yaklaşımını herkesten bekliyoruz.

 

10 BALIKESİR / www.10balikesir.com

http://www.10balikesir.com/bizde-bayram-cok/

 

Exit mobile version