GÜZEL YURDUMDAN ENFLASYON MANZARALARI

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

2023 bütçesinin geneli üzerine Meclis’te yapılan görüşmeler bitti. Bu bütçe hepimiz için önemli. Zira yakın geleceğimizi ve seçim dönemini doğrudan etkileyecek. O nedenle,dikkatinizi Hazine ve Maliye Bakanı N. Nebati’nin bütçe kapanış konuşmasına çekmek istiyorum:“Küresel ölçekte enflasyon oranlarının artmasına yol açan bir durumla karşı karşıya kaldık ve bu günlerde açıkçası tüm verilerimiz çok çok iyi geliyor, tek sorunlu alanımız var enflasyon. Enflasyonla mücadelemize kararlılıkla devam ediyoruz. Veriler şunu gösteriyor ki enflasyonda en yüksek değerlerin görülmüş olduğunu ve bundan sonra da sayısal olarak aşağı yönlü enflasyon oranlarını ve sonuçlarını hep birlikte yaşamış olacağız.” Bu sözler, hem neden belirtiyor, hem de vatandaşa yeni bir ümit vermeyi amaçlıyor. Fakat inandırıcı olduğunu söyleyebilmek oldukça zor. Buna daha yakından bakalım ama izninizle önce bir çerçeve çizmem ve hafızalarınızı da biraz tazelemem gerekiyor.

 

2006 SONRASI EKONOMİ İDARESİ AK PARTİ’NİN KENDİ TERCİHİ

Hatırlayın lütfen, 21 yıl önce yaşanan bir ekonomik krizden sonra yönetime gelmişti AK Parti değil mi? 19 Şubat 2001’de yaşanan “Anayasa kitapçığı fırlatma” trajedisiyle fitili ateşlenen o ekonomik kriz, 13 Mart’ta Kemal Derviş’in göreve davetiyle kontrole alınmaya ve aşılmaya çalışılmıştı. Öncelikle sıkı para politikasına geçildi ve duruma hakim olmak için ölçme-değerlendirme yapabilecek bir idari yapı kurulmaya uğraşıldı. Fakat daha sonuç alınamadan, bu kez de bir dış faktör gelip dayattı kendisini. 11 Eylül 2001’de ABD’nde yaşanan terör saldırılarıyla dünya ekonomisi fena halde karıştı. Bunun üzerine IMF’yle bir stand-by anlaşması yapılmak zorunda kalındı. Türkiye ekonomisi bu şekilde tamamen Dünya Bankası ve IMF eksenine girmiş oldu. Bu yapı, takip eden dönemi yani 2001-2006 yılları arasını da belirledi. İşte tam da o dönemde yapılan 3 Kasım 2002 seçimlerinde, AK Parti oyların üçte birini aldı ama Meclis’in de üçte ikisine sahip oldu. Sonrasında da bunu hiç yitirmemek için çabaladı. Zamanla hükümet olmaktan iktidar olmaya doğru yönelmeyi bildi. Çeşitli ittifak ve stratejilerle iktidarını sağlama aldı. Devleti kendi istediği yönde yeniden dönüştürdü ve bu günlere kadar gelindi. Ancak, K. Derviş’in artık olmadığı ilk dönemlerde bile, onun zamanında başlatılan ekonomi politikasını aynen sürdürmek zorunda kalmışlardı.  Nihayet IMF borçlarının sıfırlanmasıyla bu birlikteliğin dışına çıkıldı ve kendi yolunu çizmeye başladılar. Yani 2006 sonrasındaki ekonomi idaresi, tümüyle AK Parti’nin kendi tercihidir. Ana eksenini de, dünyada 2008’de başlayan büyük ekonomik krizden sonra devreye giren ve hızla artan sıcak para girişleri belirlemiştir. Düşük enflasyon ve hızlı büyümenin motor gücü işte bu fırsat oldu.

 

MERKEZ BANKASI ATAMALARI DA AK PARTİ’NİN TERCİHİ

2001 yılında Merkez Bankası Kanunu’nda da bir değişikliğe gidilmişti. Bağımsız bir yapıya kavuşmasını sağlamak için 25.04.2001 tarihli bu düzenlemeyle, “Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır, uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler” hükmü yasasına eklenmişti. AK Parti 2006’da MB başkanlığına da nihayet kendi çizgisine yakın gördüğü Durmuş Yılmaz’ı (2006-2011) getirdi. Banka’nın bağımsızlığı o dönemde hiç tartışılmadı. Fakat daha sonra seçilen Erdem Başçı’yla çatışma yaşandı (2011-2016) hatta “MB’nın para politikalarına ihanetle” bile suçlandı. Murat Çetinkaya’nın (2016-2019) ise “söz dinlemediği” ifade edildi. Kendi siyasi kadrolarından gelen Naci Ağbal’a (2020-2021) da tahammül edilemeyip görevden affı kabul edildi ve nihayet Şahap Kavcıoğlu ile iktidar MB’da tam kontrolü sağlanmış olmalı ki, halen huzurla devam ediyorlar. Yani artık MB atamaları da tümüyle AK Parti’nin tercihi oldu. Fakat bu yaşananlardan sonra uluslararası planda ve derecelendirme kuruluşları nezdinde, Türkiye’de MB’nın bağımsızlığına güven duyulmadığı açıkça ifade edilmeye başlandı.

 

KAMUOYU TÜİK VERİLERİNE GÜVENMİYOR

Bu sıcak parayla coşan ekonominin bir de sorunu vardı. Dengeleri sağlayacak kalıcı bir dönüşüm yapılamadı. Tıpkı Demirel, Özal, Çiller dönemlerinde olduğu gibi, AK Parti döneminde de Türkiye sıcak parayla sürdürdüğü bu maceranın dışına çıkıp, yeterli ve üretken bir ekonomik yapıyı yine kuramadı. Bu kez de inşaatla hareketlendirildi ekonomi ama gereken katma değeri yaratamadı. Vatandaşlarımızın “pahalılık, fiyat artışı” diye izledikleri enflasyon, işte bu sürecin bir ürünü. Fiyatların genel düzeyinin sürekli bir artış göstermesi halini tanımlıyor. Ülkede enflasyon artıyorsa, haliyle ekonomik istikrar ve refah da azalıyor. O nedenle, devletin bu göstergeleri takip edip, eğilimini izlemesi ve periyodik olarak kamuoyunun bilgisine sunması gerekiyor. Bizde bu görev TÜİK’in. Ancak, 2021 Eylül döneminden sonra iyice bozulan para politikası sonucunda, açıkladığı enflasyon oranları haliyle sürekli artış yönünde çıktı. Sonra da sanki bir “el freni” etkisi duyuldu TÜİK’te. Fakat vatandaşlar sadece TÜİK’in enflasyonuna bakmıyor ki. Çarşı pazardaki pahalılık daha öncelikli bir gösterge oluyor onlara. Ayrıca sendikalar, odalar, çeşitli kurumlar ve bilim insanları da kendi imkanlarıyla izleme yapıyorlar. Zira TÜİK verilerine güven konusunda kamuoyunda önemli tartışmalar var son yıllarda. Siyaset kurumunun müdahalesinden şüpheleniliyor ve sonuçları kontrol etme eğilimi biraz da bundan kaynaklanıyor. Nihayetinde enflasyon ile pahalılık aynı şey değil ama yakından alakalıve bu nedenle de herkes ilgileniyor.

Peki, bizde enflasyonun sebepleri,sıcak paraya bağımlılık, gevşek para politikası, kur, rezerv, faiz mi, yoksa son dönemde daha ziyade adı anılan pandemi ile savaş hali gibi “suçlular” mı?

 

BAZILARINDA YÜZDE 9 ENFLASYON İSYAN SEBEBİ,

BAZILARINDA YÜZDE 90 ENFLASYON NORMAL!

Ülkeden ülkeye de değişiyor enflasyon. Bazı ülkelerde % 9’a çıktı diye yer yerinden oynuyor, önlem üstüne önlem alınıyor; bazı ülkelerde ise % 90 olduğunda bile “normal” karşılanıyor. Fakat enflasyon oranıyla, fiyat artış hızı paralel yürüdüğü için her ülkede özellikle ücretle geçinenler, yani seçmenlerin en büyük çoğunluğu itirazlarını dile getirmeye başlıyor ve yönetenleri önlem almaya zorluyor. Çözüm de belli aslında, artış oranı ne kadarsa, ücretler de o kadar artmalı. Oysa enflasyonist ortamı bir sermaye birikimi fırsatı olarak görenler var ve yönetenlerin tercihi genellikle onlardan yana oluyor. Zira kendi ödemelerini de azaltıyorlar o vakit. Çalışan kitleler ise bu durum karşısında “sen bu işi beceremedin” diyerek, daha iyi yönetecek olanları aramaya başlıyorlar. İşte tam da bu noktada, yönetenler ile vatandaş arasında fiyat istikrarını rayına oturtacak, güven duyulacak, bağımsız bir kuruma olan ihtiyaç ortaya çıkıyor. Merkez Bankaları bu işi yapmakla görevliler. Siyasetçilerden bağımsız olarak, gücünü de yasalardan alarak, fiyat istikrarını sağlıyorlar.

 

PANDEMİ VE RUSYA – UKRAYNA SAVAŞI

2001’de bizde yapılan yasal düzenleme de bunu hedeflemiş aslında. Merkez Bankaları sayesinde ülkeler olağan dışı dönemlerde bile fiyatların coşmasını veya sürünmesini engelliyor, birilerinin durumdan kazanç sağlamasına imkan bırakmıyor, vatandaşın ezilmemesini sağlıyor. Merkez Bankası güçlüyse ve bağımsızsa enflasyon korkulacak bir şey olmaktan çıkıyor. Fakat tam tersiyse durum, enflasyon canavar kesiliyor. Zira siyasetçiler oy kaygısıyla ve kendi amaçları için manipülasyon yapabiliyorlar. Sandıkla işi olmayan bu bağımsız kurum, elindeki mekanizmaları kullanarak sürece müdahale edip enflasyonun artmasına fırsat bırakmıyor. Rusya-Ukrayna savaşı patladığında, bu çatışmanın geçici bir “arz şoku” olmayacağı çok çabuk anlaşılmıştı. Savaşın yıllarca süreceği, enerji ve gıda alanlarında önemli krizlere sebep olacağı, fiyatların artıp enflasyonist bir baskı yaratacağı ortaya çıktığında, hemen bütün ülkelerin Merkez Bankaları önlem almaya girişti. Kapitalist ekonominin cari kuralları çerçevesinde faizleri arttırıp, enflasyonu dizginlemeye çalıştılar. Çünkü iki yıl süren yıkıcı bir pandemi döneminin yarattığı ekonomik durgunluk ve bozulmadan sonra, tam da artık her şeyin düzelmeye başlayacağının umut edildiği bir zamanda ortaya çıkmış olan lokal görünümlü bu vekalet savaşının etkisinin çok daha güçlü olacağı ortadaydı.

 

YAVAŞLAMAK DÜNYANIN SONU DEĞİL!

Bizim seçilmiş ve atanmış yöneticiler de, artan enflasyon karşısında bu realitelerin altını çiziyorlar haliyle. Fakat bizdeki enflasyonun yegane nedeni, bu pandemi üstü savaş realitesi değil. Bizde talep, kur ve bozulan enflasyon beklentileri zaten oldukça etkili olmuştu ve üzerine de bu realite geldi. Yani dünyadaki durumla, ciddi şekilde ayrışıyor halimiz. Bizdeki enflasyon, o savaşla artışa geçmedi. AK Parti ülkede dengeler bozulmaya başladığında ekonominin verdiği “yavaşla” sinyalini duymak bile istememişti. Aksine “büyüme” konusunda ısrar etti, Çin’i örnek almaktan söz etti ve küresel şartların uygun olmadığını anlayamadı. Oysa yavaşlamak dünyanın sonu değildi, yeni dengeler oluşturulur ve ekonomi de zamanla rayına girerdi. Fakat siyaset, ekonomiye bir kere daha üstün geldi. Beklenen adım, Merkez Bankası’nın enflasyona faiz silahı ile müdahale etmesi, ekonomiyi soğutması ve bunun sonucunda yeni açıkları sıfırlayıp enflasyonu düşürmesiydi. Nitekim bazı ülkeler bu işi becerdi. Bazı ülkeler ise hiç müdahale etmeyerek artan enflasyonla ekonominin kendisini soğutmak zorunda kalmasını bekledi. Bizde ise her iki yolun da dışına çıkılarak, bambaşka bir süreç işletildi. Merkez Bankası, zaten hızlanmış olan fiyat artışlarını kendi haline bıraktı ama bununla yetinmeyip bir de faizleri indirme yoluna gitti. Farklı bir model olduğu iddia edilen bu yöntemin, dünyada başka bir örneği ise hiç yoktu.

 

ÜCRET ARTIŞLARININ HÜKMÜ BİR AY BİLE SÜRMEYECEK

Peki sonuç ne oldu? Pandemi ve savaş nedeniyle faiz artışına giden ülkeler bir denge buldu, enflasyonu azalttı. Büyüme daha önemli diyerek fiyat artışlarına müdahale etmemeyi seçen ülkelerde ise insanlar fakirleşti ama artan enflasyondan sonra yeni bir denge kuruldu. Bizde ise hem fiyatlar ve hem de enflasyon hala artmaya devam ediyor ne yazık ki. Buna rağmen büyüme yeterli değil, fiyatlar da vatandaşın tahammül seviyesini zorluyor. Hedef ve araçlar konusunda bir yanlış yapıldığı kanaati hakim toplumda. Bu durumda ücretler artsa bile hükmü bir ay bile sürmüyor. Önümüzdeki Ocak ayında yapılması beklenen yeni artışların da, hem devasa boyuttaki zamlar ve hem de enflasyon karşısında can suyu bile olamayacağı şimdiden hissediliyor. Yani hayatın kendisi, “faiz sebep enflasyon sonuç” diyen siyasi görüşü desteklemiyor. Merkez Bankası ise son indirimiyle politika faizini % 9’a çekti ama bu ay yine enflasyonda artış bekleniyor. Politika faizinin % 9, enflasyonun % 90 ve kredilerin de % 30 ama bulunamaz halde olduğu ülkemizde, ekonominin geleceği belirsizliğini koruyor.

 

DÜNYANIN 20. BÜYÜK EKONOMİSİ BÖYLE YÖNETİLMEMELİ

İşte hem N. Nebati’nin ve hem de en yetkili yöneticilerin bize söyledikleri bu reel durumun çok dışında kalıyor. Yönetenler bu son indirimle birlikte, faizler için verdikleri “tek hane” hedefini yerine getirdiklerini ifade ediyorlar. Üstelik “merak etmeyin enflasyon da inecek” diyorlar. Bakan bey ayrıca “enflasyon sert düşüşe geçecek” diye ekliyor da. Oysa, zaten 2021 Aralık ayı enflasyonunun % 13,58 ve 2022 Ocak ayı enflasyonunun % 11,10 olduğunu dikkate alındığında, bu iki ayın baz etkisinin ortadan kalkmasıyla birlikte, yani 2023 yılı Ocak ve Şubat aylarında yıllık enflasyonda keskin bir düşüş olacağı biliniyor. Bu durumda TÜİK’in enflasyonu o aylar geldiğinde  % 50’lere inse ve bu durumda bayram bile ilan edilse, çarşıdaki fiyatlar asla aşağıya düşmeyecek. Market sıkıştırmakla da sonuç alınamayacak. Sadece, % 9’a çekilen MB politika faizinde olduğu gibi, enflasyonda da yeni bir algı yaratıldığıyla kalınacak. Hatta o günlerde yine de işin gereği yapılmaz ise, bir ay sonra yine fiyatlar ve enflasyon yukarı doğru hareket etmeye başlayacak. Gerçek önlemler almak yerine, algıya yönelik bir “mutlu” çerçeve çizmekle yetinilerek seçime gitme kararı alınması halinde ise, belki kişilere yönelik bir kazanç olacak ama ülkemize asla kazanç sağlamayacak. Bu durumda AK Parti’nin vaktiyle söz verildiği şekilde 2023’te, yani yüzüncü yılda enflasyonu tek haneye indirme hedefine de ulaşma şansı kalmayacak. Dünya’nın 20. büyük ekonomisi böyle yönetilmemeli.

 

VATANDAŞIN SEÇENEĞİ

Bu nedenlerle, Aralık ayında Meclis’te yapılacak olan bütçe oylamalarda, bütün vekillerin ellerini vicdanlarına koyarak karar vermelerini bekliyor vatandaşlar. Kur rezervler harcanarak baskıda tutulup, bu garip para politikası sürdürülüp, baz etkisine dayanarak azaltılan bir enflasyondayanak edilip de, “bak, gördünüz mü nasıl yaptık dediğimize?” sunumuyla, kalıcı bir sonuç alınabilmesine artık hiç kimse inanmıyor. Vatandaşın bu durumda “bari başkalarına şans verelim de, enflasyonu dizginlesin” demekten başka seçeneği de kalmıyor. Milletvekilleri bunu dikkate almak zorundalar.

 

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
harika
Harika
0
_ok_do_ru
Çok Doğru
0
kat_l_yorum
Katılıyorum
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün
GÜZEL YURDUMDAN ENFLASYON MANZARALARI
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!