TARİHİN GÖRDÜĞÜ EN KANLI KATLİAMDI!

Ruanda’da 6 Nisan 1994’te başlayan ve 100 gün içinde yaklaşık 800 bin kişinin katledildiği soykırımın üzerinden 29 yıl geçmesine rağmen soykırım mağdurları yaşadıkları travmayı atlatamadı. Soykırım faillerini yargılayan Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi de zaman zaman suçluları cezalandırma konusunda yetersiz kalmakla eleştiriliyor.

 

AA / Soykırım başladığında 14 yaşında olan ve 3 kardeşiyle çok sayıda akrabasını kaybeden Consolee Nishimwe ile eski ABD Savaş Suçlarından Sorumlu Büyükelçi Stephen Rapp, AA muhabirine, 7 Nisan Ruanda Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü dolayısıyla konuştu.

Ruanda’nın Kibuye kentinde 1979’da 5 çocuklu Hristiyan bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen Nishimwe, ülkesinde soykırımı mümkün kılan ideolojik temellerin Belçika’nın sömürge döneminde atıldığını belirterek, “Tutsiler ve Hutular ülkedeki farklı sosyal sınıflardı ama Belçikalılar geldiğinde bunu ‘böl ve yönet’ yöntemiyle değiştirdi. Böylece sosyal sınıflar, etnik köken haline geldi. Etnik kökenimizi belirlemenin yolu ise burnumuzu ve boyumuzu ölçmekti. Böylece ‘Bunlar Hutu, bunlar Tutsi’ diyorlardı. Daha sonra buna göre kimlik kartı dağıttılar.” ifadelerini kullandı.

 

“RTLM radyosu nefreti yaymak için propaganda makinesi olarak kullanıldı”

Nishimwe, ilkokulda Tutsi olduğu için öğretmenlerinden ayrımcı muamele gördüğünü dile getirerek, şöyle devam etti:

“Soykırımdan önce yuvamız sevgi ve şefkat doluydu. Liseye geçtiğimde kim olduğumun farkına vardım çünkü halihazırda ülkede Radio Television Libre des Mille Collines (RTLM) radyosu aracılığıyla Tutsilerden nefret etmeyi öğütleyen propaganda faaliyetleri yapılıyordu. Bize ‘Siz hamamböceklerisiniz, yılansınız’ gibi ifadeler kullanıyorlardı. Bu ifadeler o radyo aracılığıyla çok fazla kullanıldı. Çocukken bunları duymak korkunçtu.”

RTLM radyosunun, radikal Hutular tarafından 1993’te kurulduğunu ve soykırımın başladığı 1994’e kadar kışkırtıcı yayınlar yaptığını aktaran Nishimwe, “RTLM, nefreti yaymak için propaganda makinesi olarak kullanıldı ve ülkedeki her sıradan insanın, birlikte okula gittiğimiz, soframızı paylaştığımız Hutu komşularımızın bu nefreti kabul etmesini sağladı. Nefret bu şekilde yayıldı ve soykırım o radyo istasyonu yüzünden mümkün oldu.” diye konuştu.

Nishimwe, soykırımın 6 Nisan 1994’te dönemin Hutu Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana’nın uçağının düşmesiyle başladığına dikkati çekerek, “Eski Cumhurbaşkanı’nın uçağı düşürüldükten hemen sonra 6 Nisan’da zaten iyi planladıkları katliamlarını işletmek için suikastı Tutsilerin yaptığını söylediler ama bu doğru değildi.” şeklinde konuştu.

 

Tarihin gördüğü en kanlı katliamlardan birinin fitilini radyoda yapılan anonsların ateşlediğini dile getiren Nishimwe, şunları aktardı:

“Hemen saklanmak zorunda kaldık. Birçoğumuz için çok zor olan ve saklanarak geçen o 3 ayda hayal edilemez şeylerle yüzleşmek zorunda kaldım. Babamı kaybettim. 3 erkek kardeşim ve her iki taraftan da dede ve büyükannelerim öldürüldü. Amcalarım, halalarım, kuzenlerim baba tarafından neredeyse ailemdeki herkesi kaybettim. Anne tarafından birkaç aile üyem hayatta kalabildi.”

 

 

“Soykırımda tecavüz silah olarak kullanılıyordu”

Nishimwe, işkence ve tecavüze maruz kaldığını anlatarak, “Soykırımda tecavüz silah olarak kullanılıyordu. Ben de tecavüze uğradım ve bunun sonucu olarak HIV pozitifle yaşıyorum. Üstelik sadece ben değil benim gibi hayatta kalan pek çok kadın soykırımın sadece travmatik değil bunun gibi fiziksel sonuçlarıyla da yaşamaya devam ediyor.” ifadesini kullandı.

Soykırımdan annesi ve kız kardeşiyle kurtulduğu bilgisini paylaşan Nishimwe, “Soykırımdan sonra gençken yaşadığım tüm o travmalar, herkesi, her şeyi kaybetmem ve başıma gelenlerin sonuçlarıyla yaşamam gerektiği aklıma geldiğinde pek çok kez ‘Keşke ben de ölseydim’ diye düşündüm ama aynı zamanda etrafıma baktığımda tüm ailesini kaybeden arkadaşlarım vardı. Bu beni güçlü tuttu. Ayrıca annem hayattaydı. Bu bana asla vazgeçmemek için güç verdi.” dedi.

Nishimwe, 2001’de ABD’nin New York kentine taşındığını ve yaşadıklarını anlattığı bir kitap yazdığını kaydederek, “Ruanda’ya dönmekten korkmuyorum. Bu daha çok duygusal olarak her şeyle yüzleşmeye hazır olmakla ilgili ve şimdi ülkeme dönmeye hazırım.” değerlendirmesini yaptı.

 

“Soykırım olacağı çok açıktı”

Birleşmiş Milletler (BM) tarafından kurulan Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesinde, 2001’den 2007’ye kadar, Kıdemli Yargılama Avukatı ve Başsavcı olarak görev yapan eski ABD Savaş Suçlarından Sorumlu Büyükelçi Stephen Rapp, soykırımda Tutsilerin yüzde 70’ten fazlasının öldürüldüğünü dile getirerek şunları anlattı:

“Soykırım, uçak kazasından hemen sonra hükümeti devralan ve 100 gün boyunca 800 bin erkek, kadın ve çocuğu öldüren Hutu aşırılık yanlısı grubun projesiydi. Bunun kanıtı o kadar güçlüydü ki 2006’daki birkaç duruşmadan sonra hem mahkememize hem de eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesine bakan temyiz dairesi, daha fazla kanıta ihtiyaç duymadan konuyu soykırım olarak değerlendireceğimize karar verdi. Bu güneşin doğudan doğması kadar netti. Bu, itiraz edilebilecek bir şey değildi.”

Rapp, dönemin BM Ruanda Destek Misyonunu (UNAMIR) Kuvvet Komutanı Romeo Dallaire’in soykırımın önlenebilir olduğu görüşüne atıfta bulunarak, “Kanadalı General Romeo Dallaire, soykırımdan 3-4 ay önce New York’a Ruanda’da aşırılık yanlılarının ‘öldürmeyi’ planladığına ilişkin mesaj gönderdi. Soykırımdan önce ilk öldürmeyi planladıkları ılımlı Hutular ve Tutsilerin listelerini oluşturmuşlardı. Dolayısıyla ülkede bir soykırım olacağı çok açıktı.” dedi.

Belçika, Fransa ve ABD gibi ülkelerin ve BM’nin soykırıma seyirci kaldığı yönündeki eleştirilere de değinen Rapp, şunları kaydetti:

“Uçak kazası olur olmaz özellikle 10 barış gücü askerinin aşırılık yanlıları tarafından öldürülmesinden sonra Belçika, ülkedeki en büyük birliklerini çekti ve diğer ülkeleri de bölgeden ayrılmaları için cesaretlendirdi. General Dallaire UNAMIR’ı güçlendirmek istedi. Sayılarını 5 ya da 6 bine çıkarmak istedi ama bu talep kabul edilmedi. Barış gücünü güçlendirme konusundaki başarısızlık ve Dallaire’e boyun eğdirmek bence soykırıma katkı sağlayan en önemli şeydi. Ruanda’daki kitlesel katliamı gören hiçbir ülke olaya müdahil olmak istemedi.”

 

“Yaklaşık 60 kişiyi soykırımdan mahkum ettik”

Rapp, BM’nin soykırımdan ve Ruanda’daki diğer uluslararası hukuk ihlallerinden sorumlu kişileri yargılamak için soykırımdan 5 ay sonra Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesini kurduğunu anlatarak, “90 ila 99’a yakın kişiye dava açtık. Mahkeme, sonunda davaları çözmek için kabaca 85’ini adalete teslim etti. Bugün soykırım suçundan hüküm giymiş olanlar yaklaşık 65-70 kişi. Yani hemen hemen her davada yaklaşık 60 kişiyi soykırımdan mahkum ettik.” diye konuştu.

Mahkemenin sorumluları tespit etme ve cezalandırmada yetersiz kaldığı eleştirileriyle ilgili değerlendirmede bulunan Rapp, “Kişilerin iddialarını kanıtlamak zorundaydık ve ortada bir suç olduğu açık olsa da belirli insanların bunu gerçekleştirmek için çok özel bir şey yaptığını kanıtlamanız gerekir. Beraatler bu yüzden gerçekleşti. Soykırım olduğu tespiti, belirli kişilerin suçlu olduğu anlamına gelmiyordu. Bunu makul şüphenin de ötesinde kanıtlamak zorundaydık.” ifadesini kullandı.

 

100 gün süren soykırım

Ruanda’da 1994’te Hutular, dönemin Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana’nın uçağının düşmesinden sorumlu tuttukları Tutsilere karşı soykırım başlatmış, ülkede 100 gün süren katliamda, 800 binden fazla ılımlı Hutu ve Tutsi hayatını kaybetmişti.

Tarihin en büyük soykırımlarından biri kabul edilen soykırım nedeniyle her yıl BM tarafından 7 Nisan’da Ruanda Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü düzenleniyor.

Exit mobile version