ZEYTİN YASASINI YÖNETMELİKLERLE DELMEYE ÇALIŞIYORLAR

 

Bir sorunu çözebilmek için, önce o durumu kabullenmesi gerekiyor yöneticilerin. Sonra da doğru tespitler yapmak, mağdurlarının gönlünü almak, çözüm üretmek, uğraşmak ve sonucu kamuoyuna sunmak gibi aşamaları var bu işlerin. Nihayetinde bir yönetici için “yıllar boyu çözülemeyen şu derdi çözdük” veya “ileride başınız ağrımasın diye, bugünden önlemimizi aldık” diyebilmek kadar güzel bir şey olabilir mi? Tabii ki, doğru tercih herkese göre farklıdır.  Ancak bir sorunun üzerine giderken, çözüm odaklı ve gerçekçiolunması da şarttır. Yoksa zaman ve emek israf edilir. Algıyla, hayalle, zamana oynamakla, durumu perdelemekle çözüm sağlanamaz. Sorunun arkasından dolanarak, normal yöntemlerin yerine zorlama “uyanıklıklar” sergileyerek de olmaz bu iş. Güncel örnekleri var bu durumun. Ulusal ölçekten, yerele doğru bakarak biraz inceleyelim bunları şimdi.

 

ZEYTİN YASASI VE BAKANLIK YÖNETMELİĞİ

Hatırlayın lütfen, Resmi Gazete’nin 1 Mart 2022 tarihli nüshasında, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın Maden Yönetmeliği’nde yaptığı “ilginç” bir değişiklik yayınlanmıştı. Madencilik faaliyetlerinin tapuda “zeytinlik” olarak kayıtlı alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda, zeytin sahası üzerinde maden tesisi açılmasına olanak tanıyan bu değişiklik, haliyle üreticilerden büyük tepki çekti. Bakanlık, maden bitince “rehabilite” edileceğine dair açıklamalar da yaptı ama tepkiler dinmedi. Düzenlemenin iptali ve yürütmesinin durdurulması için Danıştay’da çok sayıda davalar açıldı. Zira 3573 sayılı Zeytin Yasası’yla yıllardır sağlanan bir koruma çerçevesini delmek amaçlanmıştı bu değişiklikle. Üstelik de, sadece bir adres verilmediği kalmıştı. Herkes, öncelikli hedefin Muğla’nın Milas ilçesindeki İkizköy olduğunu hemen anlamıştı zaten.

Lakin bu gayretin o köyle sınırlı kalmayacağı da belliydi. Maden ve enerji lobileri, son yıllarda tam yedi defa değiştirmeye çalıştıkları Zeytin Yasası’na karşı başarılı olamamışlar, bu sefer de böyle bir “uyanıklık” yapılarak çözüm bulunmaya çalışılmıştı. Tepkiler sadece kömür için zeytinliklere kıyılması, sektör kayırarak ulusal fayda masalı anlatılması ve konuyu TBMM’nde tartışmaktan kaçınılması üzerine artmadı. Daha da önemlisi, birilerinin Anayasa’ya ve yasaya aykırı bir yönetmelik çıkartacak kadar gözünü karartmalarına duyulan bir tepki oldu. Nitekim 24 Nisan tarihinde, Danıştay8. Dairesi’nin bu konuda yürütmeyi durdurma kararını verdiği de basına yansıdı. Zaten hemen bu yönetmeliği uygulamaya koyulup, geri dönülemez tahribatlar yaratmaya kalkışanlara karşı fiili protesto ve engellenmeler de yapılmıştı o sahada. Durdurma kararı çok isabetli bir zamanda geldi. Şimdi son sözü hukukun söylemesi ve iptal kararının açıklanması beklenecek. Bakalım o zaman, bu kadar mütecaviz bir yasa dışılığa başvuranların yüzleri kızaracak mı?

 

ŞİMDİ DE KIYILARI TALAN EDECEK YÖNETMELİK!

Tek örnek bu değil ne yazık ki. Buna benzer başka işler de oluyor. Anayasa’nın 43. maddesi açıkça “Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir” demesine ve 1990’da çıkan Kıyı Kanunu da buna uyumlu hükümler taşımasına rağmen, 17 Nisan’da bu sefer de kıyıların talanına kapı aralayacak olan bir başka yönetmelik değişikliği yapıldı. Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’te kıyı kenar çizgisi şöyle tanımlanıyordu: “Deniz, tabii ve suni göl ile akarsuların, alçak-basık kıyı özelliği gösteren kesimlerinde kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturduğu kumsal ve kıyı kumullarından oluşan kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık benzeri alanların doğal sınırı; dar-yüksek kıyı özelliği gösteren kesimlerinde ise şev ya da falezin üst sınırıdır.”

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tuttu bu yönetmeliğin “kıyı kenar çizgisinin onayı ve ilanı” başlıklı maddesinde ilginç bir değişiklik yaptı. Eski maddede onaylı kıyı kenar çizgilerinin hangi hallerde değiştirilebileceği belirtilmişken, yapılan bu eklemeyle bazı hallerde yeni bir çizgi tespit edilebileceği ve yapılan itirazların Valilik Kıyı Kenar Çizgisi Tespit Komisyonları’nca değerlendirileceği açıklandı. Artık bir teknik rapor hazırlanacak ve buna dayanarak yeni bir kıyı kenar çizgisi tespit edilebilecek. Bu değişiklikle, kıyılarda dolgu faaliyetlerine ve yapılaşmaya yeni fırsatlar tanınacağı düşünüldü haliyle. Muhtemelen “halka yeni sahil yaratıyoruz” algısı kullanılacak ama kıyılardaki yağmalar da meşrulaştırılacak böylece.

 

VALİLİKTEN ONAY ALAN HER BELEDİYE   KIYI KENAR ÇİZGİSİNİ DEĞİŞTİRMEYE BAŞLARSA?

Neden böyle düşünülüyor? Çünkü devam eden pek çok uygulamaya bakılınca, seçilmişlere yakın olan çevrelerin, istedikleri kıyı kenar çizgisini sanki sipariş verir gibi çizdirip valiliklere onaya götürmelerinden korkuluyor. Zira bu değişiklikte de aynı hatalı yol izleniyor: açıkça Anayasa’ya ve yasaya aykırı bu yönetmelik.Bu konu eğer çok önemliyse, neden TBMM gündemine getirilip yasa düzenlemesi  yapılmazda, bir yönetmelik değişikliğiyle sorun “aşılmaya” çalışılır ki? Öte yandan, zaten senelerdir çeşitli yatırımlara “ÇED Gerekli Değil” imzası atan valilerin kararları, idari yargıdan geri dönüyor. Şimdi de valilerin kıyı kararlarının ne kadar isabetli olduğu mu tartışma konusu olacak? Bu işleri idarecilerin yapması için yönetmelikler hazırlamak yerine, konuyu uzmanlarına bırakmak çok daha doğru değil mi? Artık valilikten onay alan her belediye, sahilleri doldurup Kıyı Kenar Çizgisi’ni kendi bildiğine göre değiştirmeye başlarsa ne olacak? Ekolojik denge, kazanılmış hakların korunması ile kamu yararı dengesi nasıl korunacak? Bunlar “ben yaptım oldu” diyerek halledilemez ki. Ayrıca üzerinde uzlaşma olmadan yapılan bu türden “uyanıklıklar”, suistimale de çok açıktır. Bu yönetmelik de, tıpkı diğer örnekte olduğu gibi yüksek yargıdan geri dönecektir. Fakat yasal süreç bitene kadar, umarım pek çok sahilimiz berbat edilmez.

 

“İSTİMLAK EDEMEZSEM DENİZİ DOLDURURUM!”

Şimdi, elinizi vicdanınıza koyup söyleyin lütfen. “Yasa geriden gelsin” türünden işlemlerle bir yere varılması mümkün olabilir mi? Yasa ve Anayasa tanımayan zorlamalarla, keyfilikle, kalıcı bir kazanım sağlanamaz. Bu türden sahil dolguları ve müdahalelerin, bizim sahillerimizde de fiilen uygulandığını biliyorsunuz değil mi? Kamu yararı gerekçesiyle yapılan sahil dolgularını Balıkesir Büyükşehir Belediyesi yapıyor. Kıyı Kanunu öncesinde yapılan ve kıyı kenar çizgisine sıfır noktada inşa edilen yazlık konutlar nedeniyle, halkın sahillerden yararlanamadığı elbette doğru bir tespittir. Fakat “bunları istimlak etmeye finansal imkanım yoksa, denizi doldururum”  mantığıyla iş yapılması da son derece yanlış. Ekolojik denge raporu var mı, dolgu alanlarının mülkiyeti için bağlayıcı bir Meclis kararı var mı? Bunların yanıtları ne yazık ki belirsiz, zira Büyükşehir bu türden sorulara yanıt bile veremiyor. Fakat aradan çok da zaman geçmeden görüyoruz ki Ankara’dan bir yönetmelik değişikliği haberi geliveriyor? Nasıl oluyor bu işler? “Yok kanun-yap kanun” yöntemi Enver Paşa döneminin işiydi, geri mi geldi yoksa?

 

BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NİN HER YAPTIĞI İŞ  DOĞRU VE İSABETLİ Mİ?

Bu yönetim anlayışı hep doğru işler yaptığına inanıyor. Yasalarla ilişkisi de bu çerçevede. Danışmayı, uzlaşmayı, tartışmayı gereksiz sayıyor. Sorsanız, Balıkesir Büyükşehir Belediyesi de hiç hata yapmadığını söylüyor. Her yapılanın doğru ve isabetli olduğuna inanıyor. Oysa herkes hata yapar. Siyasetçiler, idareciler ve yerel yöneticiler de yaparlar, nitekim yapıyorlar da. Hatanın neresinden dönülse kardır üstelik. Bu türden “uyanıklık” örneklerinden de geri dönülmesi gerekiyor. Özür dilemek, yanlıştan dönmek o kadar mı zor?

 

 

HUZUREVİ’NDEKİ YAŞLILARIN İFTARLIĞINI UNUTTULAR!

Sizlere küçücük bir yerel örnekten söz edeceğim. Küçük ama bu anlayışı sergilemesi açısından oldukça tipik. Malum şu günlerde siyasetçiler, yerel yöneticiler “iftar programları” vesilesiyle pekçok ziyaretler yapıyorlar. “Ramazan’ın bereketini paylaşmak için hemşehrilerimiz ve esnafımız ile bir aradayız” türünden açıklamaları hergün duyuyoruz. Sadece kent merkezinde değil, Balıkesir’den büyük kafileler halinde çeşitli ilçelere de gidiliyor. İftarlıklar, hediyeler götürülüyor, beraber sofraya oturup oruç açılıyor, sonra da fotoğraflar çektirilip yayınlanıyor. Siyasetçilerin Ramazan etkinlikleri bunlar. Peki hiç hata, kusur olmuyor mu bu yoğun trafikte? Elbette oluyor. Mesela 18 Nisan’daki Burhaniye programında özel bakım gerektiren çocuklar ve öğrenci yurtları ziyaret edildi, iftar programları da yapıldı ama bu arada iftarlık gönderileceğine dair söz verilen bir huzurevi unutuluverdi. Halbuki AK Parti Burhaniye İlçe Başkanı Namık Kemal Gedikoğlu bir haftadır bu ziyareti organize etmek için bizzat çeşitli görüşmeler yapmıştı o işletmeyle. Sonuçta beklenen gün geldi, Büyükşehir Belediye Başkanı Yücel Yılmaz 19:50 gibi iftarlarını Adil Başkurt Öğrenci Pansiyonu’nda ve AK Parti Balıkesir İl Başkanı Ekrem Başaran da Burhaniye BUBYO Uygulama Oteli’nde öğrencilerle açarken, o huzurevindeki yaşlıların iftarlıkları bir türlü yerine ulaşamadı.

 

ÇIKIP ÖZÜR DİLEYEN DE OLMADI!

İftar saati geldi geçti, yoğun telefon trafiğinden sonra işletmenin yöneticileri iftarlıkların gelmeyeceğini anlayıp başlarının çaresine bakmak zorunda kaldılar. Alelacele makarna pişirildi ve 21:15’de yaşlıları doyurdular. Huzurevi sakinleri hem aç bırakıldıklarına, hem de onca hazırlık yapıldığı halde gelmeyen ziyaretçilere üzüldüler haliyle. Derken yaşlılar yataklarına çekilip, uyumaya hazırlanırken, bu sefer de o beklenen ziyaretçiler sökün ettiler huzurevine. Büyük bir kalabalık gelip bahçeye oturdu, konuşmalar ve çay kahve ikramları başladı. Ortada yaşlı falan kalmadığı için sadece personel ve yöneticilerle sohbet edildi. Huzurevi sakinleri ise odalarında yattıkları yerden bu gürültülü hale anlam bile veremediler o Ramazan gecesi. Çıkıp özür dileyen de olmadı kendilerinden. Hem o gün ve hem de sonraki günlerde ise, ne Yücel Yılmaz’ın, ne de AK Parti Burhaniye’nin medya sayfalarında, bu huzurevi ziyaretine dair tek kare bir fotoğraf veya açıklama da yayınlanmadı. Sanırım “olmamış” farz edildi bu konu.

Demek ki hata yapabiliyormuş. O kadar yaşlı insana söz verilen iftarlıklar unutulabiliyormuş. Bunun için de “özür” gerekiyormuş. Dediğim gibi örnek küçücük ama fena halde gerçek. Peki, diğer konularda da bu “özür sürecinin” işlemesi gerekmiyor mu? Hep mi “yok farz edilecek” bazı konular? Haydi yukarıda aktarılan ulusal çaptaki “uyanıklık” örneklerinde beklemeyelim bunu ama şehrimizde, ilçemizde yapılanların bir özrü, bir geri dönüşü de olmalı değil mi? Mesela, sulak alanların iki yıl boyunca her türlü atıkla doldurulması için bir özür gerekiyor.

 

YANLIŞTA ISRARIN BİR BAŞKA ÇARPICI ÖRNEĞİ

Yine Altınoluk Yağcılar yol düzenlemesi işi de, İskele tarafındaki kaya üstü çakıl serip yeni sahil yapma işi de özür bekliyor sanırım. Sahile makyaj yapıp, “evimiz kıymetlenecek” diye sevinen bir avuç yazlık sahibinin gönlünü etmek veya “bize sahil lazım” diye bağıran halkın parasını, rasyonel olmayan işlere harcanıp daha ilk lodosta denizin götüreceği türden bir an’ı kurtarma işi yapmak çözüm mü? Yanlışta ısrarın daha çarpıcı bir örneği bulunamaz sanırım. Gerçi Büyükşehir Belediyesi’nin en yetkili ağzından sıkça“hangi işe başladıysak bitirdik, Balıkesir’i şiir gibi yönetiyoruz” sözünü duyuyoruz ama halkın gerçek ihtiyaçlarının belirlenmesi hususu da sürekli olarak ihmal ediyor. Altınoluk’ta en başından halka danışılmış olunsaydı çok daha güzel işler yapılması mümkün değil miydi? Peki ya Akçay’daki sahil dolguları ne olacak? Şimdi sahili dolduran ve güzel bir iş yaptığına inanan yöneticiler, birkaç sene sonra bu alanların birilerine kiralandığını görürlerse ne diyecekler? “Millet bizi seviyor. Körfeze hizmet yapıyoruz diye bize ilgi arttı” deyip muhalefete fırça atmakla bitmiyor ki işler. Makyaj yaparak veya ihtiyaçları iyi etüt etmeden proje üretip kamuoyunda itibar yükseltmeye çalışarak, gerçek sorunları gidermek mümkün değil. Çözüm için önce gerçekleri kabul etmek gerekiyor. Bir yanlışta ısrar ederek ve daha da büyük yeni yanlışlar yapmaya kalkarak o soruna çözüm üretilebilir mi?

Başta söylediklerimi tekrar etmeyeyim dostlar, ulusal ölçekte de, yerelde de vaziyetimiz böyle. Halbuki bize her yerde gerçek çözümler gerekiyor. Çünkü sorunlar orada duruyor hala.

Exit mobile version