Nükleer Enerji Mühendisi Can Turgut, Türkiye’de olduğu gibi tüm dünyada giderek artan enerji ihtiyacına temiz, güvenli ve kesintisiz çözümün nükleer enerji olduğunu vurgulayarak, “Bir senede nükleer santralden alınan toplam doz, hava yoluyla seyahatlerde 6 saatlik bir uçuştan alınan doza ya da yıl içinde her gün yenilen bir muzdan alınan toplam doza eşdeğerdir” dedi.
Rusya, ABD, AB, Hindistan, Çin, Japonya gibi ülkelerin katılımıyla Fransa’da bir araştırma merkezinde yürütülen ve dünyanın en büyük füzyon projesi olan ‘ITER Projesi’nde Reaktör Tasarım Mühendisi olarak görev yapan Dr. Can Turgut, nükleer santrallere ilişkin doğru gibi kabul edilen yaygın yanlışların ve şehir efsanelerinin düzeltilmesi gerektiğini söyledi. “İnsanlar göremediği, hissedemediği veya yeterince algılayamadığı için en büyük korkulardan birini ‘radyasyon’ oluşturuyor” diyen Turgut, nükleer santrallerin çevreye radyasyonla zarar verdiği iddiasının da tamamen yanlış olduğunu söyledi.
Türkiye’de olduğu gibi tüm dünyada giderek artan enerji ihtiyacına temiz, güvenli ve kesintisiz çözümün nükleer enerji olduğunu belirten Turgut, “Başka bir açıdan karşılaştırmak gerekirse, bir senede nükleer santralden alınan toplam doz, hava yoluyla seyahatlerde 6 saatlik bir uçuştan alınan doza ya da yıl içinde her gün yenilen bir muzdan alınan toplam doza eşdeğerdir” diye konuştu.
Patlama olasılığı var mı?
ITER Projesinde çalışan tek Türk mühendis olan Nükleer Enerji Mühendisi Dr. Can Turgut’un nükleer santrallerle ilgili yanlış kabuller konusundaki açıklamaları ise şöyle: “En sık karşımıza çıkan yanlışlardan biri ‘nükleer reaktörlerin bir nükleer bomba gibi patlama olasılığı’dır. Yakıtın yapısı, reaktör tipi ve tasarımlarından dolayı bu olasılık fiziksel olarak mümkün değildir. Bir nükleer santralin Hiroşima veya Nagazaki’ye atılan bombalar gibi patlaması mümkün değildir. Nükleer santrallerde yaşanan kazalar, bu alandaki güvenlik çalışmalarını daha da önemli kılmıştır. Fukuşima kazasından sonra da Avrupa’daki 140 reaktör sistemi bir sene süreyle stres testlerinden geçirilerek doğal afetlere karşı güvenlikleri sınanmıştır.”
Nükleer atıklar ne olacak?
Nükleer atıklarla ilgili de açıklamalarda bulunan Turgut, “Günümüzde uygulanan yöntem, nükleer atıkların önce uzun bir süre havuzlarda muhafaza edilmesi, radyasyon seviyeleri düştükten sonra da kuru olarak depolanması yönündedir. Bir hafif su reaktöründen 50 sene boyunca çıkan atıklar, bir futbol sahası genişliğindeki alanda rahatlıkla saklanabildiği için şimdiye kadar büyük bir problem teşkil etmemiştir. Kullanılmış yakıt elemanları içinde hala enerji üretebilecek miktarda uranyum ve plütonyum maddeleri bulunmaktadır. Bunların kalan kısmını hızlı ve yeni nesil reaktörlerde tekrar kullanma imkanı vardır. Nükleer reaktörden çıkan atıkların büyük çoğunluğu, 300 yıldan az yarı ömre sahiptir. Sanılanın aksine 10 bin yıl gibi uzun yarı ömre sahip elementlerin oranı yanmış yakıt içinde yüzde 1 civarındadır. Bu atıklar, hiçbir şekilde doğaya gizlice ya da alenen salınmaz. Bu konu en sıkı kurallarla düzenlenmiş alanlardan biridir. Günümüzde atıkların miktarının azaltılması ve radyoaktivite ömürlerinin kısaltılması ile ilgili birçok bilimsel çalışma sürdürülmektedir. İleride yeniden kullanılabilme imkânı olan reaktör atıklarının toprağa gömülmesi ekonomik açıdan dezavantajlı olmaktadır. Yeni yöntemlerin geliştirilmesi ve yeni nesil reaktörlerin devreye girmesi nükleer atık problemini epeyce rahatlatacaktır” ifadelerini kullandı.
Radyasyon çevreye zarar veriyor mu?
Nükleer santrallerin çevreye radyasyonla zarar verdiği iddialarının da tamamen yanlış olduğunu vurgulayan Turgut, “Nükleer enerji hem termik ve hidrolik hem de güneş ve rüzgâr enerjisine kıyasla oldukça çevre dostudur. Nükleer santrallerden insan sağlığına zarar verecek dozun çok altında, çok sınırlı bir radyasyon yayılmaktadır. Yıllık doz oranı açısından bakıldığında, sene içinde doğadan alınan radyasyonun yalnızca yüzde 0,05’i nükleer santrallerden gelmektedir. Buna karşılık kömür santrallerinden bir senede alınan radyasyon dozu, bu değerin 100 katıdır. Nükleer santraller, işletme sırasında meydana gelebilecek her türlü anormal durumlarda bile radyasyonun, dış koruma kabının içinde kalacağı şekilde tasarlanır ve işletilirler. Ayrıca barajlar, rüzgâr türbinleri ve güneş panelleri gibi büyük arazilere de ihtiyaç duymazlar. Normal çalışma şartlarında, nükleer santraller diğer elektrik santrallerine göre çok daha çevre dostu ve temiz bir enerji kaynağıdır” şeklinde konuştu.
Nükleer santraller kapanıyor mu?
Nükleer santrallerini kapatma kararı veren Almanya’nın bu konuda örnek gösterildiğini hatırlatana Turgut, şöyle devam etti; “Ancak, 2023’te nükleer santrallerinin tümü devreden çıktığında, bunların ürettikleri enerjiyi yenilenebilir enerji kaynaklarının karşılayamayacağı, özellikle endüstrinin gerek duyduğu enerjinin yine fosil yakıtlı santrallerden karşılanabileceği tartışılıyor. İleride oluşacak enerji açığının büyük bölümünün Fransa gibi ülkelerdeki nükleer santrallerden gelen elektriğin bağlı olduğu AB şebekesinden sağlanabileceği ama bunun da bir garantisinin olmadığı ise başka bir tartışma konusu. Açıkçası bu ülkenin enerji krizini, ülkedeki kömür santralleri nedeniyle oluşan hava kirliliği sorununu ve iklim değişikliği hedefini nasıl çözeceği herkes için merak konusu. Almanya’nın bu kararının çevrecilerin baskısı sonucu oluşan popülist bir politika olduğunu ve zamanla yapılan hatanın anlaşılarak tekrar değiştirileceğini düşünüyorum. Dünyada, çalışma ömrü dolduğu için veya başka sebeplerle kapatılan birçok santralin yerine yenileri inşa ediliyor. Dünya Nükleer Derneği(WNA) verilerine göre, 1998-2018 yılları arasında kapatılan 89 reaktöre karşılık 98 adet yeni reaktör devreye girmiştir. Nükleer yakıt raporunun 2019 yılı baskısında, 2040 yılına kadar 154 reaktörün kapatılacağı ve buna karşılık 289 reaktörün işletime açılacağı öngörülüyor. Bugün çalışan reaktör sistemlerinin geliştirilmişi olan 3, 3+ gibi evrimsel tasarımlar ve nükleer atık gibi alanlarda birçok çalışma halen devam etmektedir. Ayrıca, dünyada nükleer teknolojisi gelişmiş 13 ülkenin katılımıyla devrimsel tasarımlı gelecek nesil reaktörler üzerinde de çok büyük yatırımlar yapılarak, yoğun araştırmalar gerçekleştirilmektedir. Bütün bunlar nükleer enerjiden vazgeçilmediğinin en önemli kanıtlarıdır.”
Şu an 30 ülkede 447 reaktörün aktif olarak faaliyet gösterdiğini ve dünya elektriğinin yüzde 10’unun bu reaktörlerden sağlandığını vurgulayan Turgut, “52 reaktör inşaat halindedir. Yenileri de plânlanmaya devam ediyor. İklim değişikliğinin dünya geleceği için krize dönüşmesi sebebiyle son dönemlerde düşük karbon salınım özelliği ile nükleer enerji özellikle Çin, Rusya, Hindistan, ABD gibi birçok ülkede öne çıkıyor. Türkiye’nin, Rosatom tarafından kurulacak 3+ nesil, aktif ve pasif güvenlik sistemlerinin birarada olduğu ve her türlü dış etkenlere karşı geliştirilen güvenlik sistemlerinin yer aldığı bir tasarıma sahip Akkuyu Nükleer Enerji Santrali’ne de planlanan diğer santrallere de ihtiyacı olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor” dedi.
Bilgi eksikliği yanlış kabul sebebi mi?
“Belki hiç enerji üretmezsek çevreye hiç zarar vermeyiz ama diğer yandan bugünkü birçok konforumuzdan vazgeçmek zorunda kalırız ve sanayi, teknoloji, sağlık, üretim gibi birçok alanda gelişim sağlayamayız” diyen Turgut, “Enerjide optimal bir dengenin kurulması, maliyet faktörü de göz önünde tutularak çeşitli enerji kaynaklarının beraber ya da ardışık kullanımı ile doğaya en az zarar verecek, en uygun çözümün oluşturulması temel amaçtır. Bu çözüm yolunda ise herhangi bir enerji kaynağının tamamen yasaklanması ya da yok edilmesi söz konusu olamaz. Önemli olan bu kaynakların güvenliklerinin en üst, çevreye olan olumsuz etkilerinin ise en alt seviyede tutulmasıdır. Özetle, sadece nükleer konularda değil, diğer tüm alanlarda da okuduklarımıza ya da duyduklarımıza körü körüne inanmak yerine araştırmayı, bilgiler arası mantık yürütmeyi ve işin özünü anlamayı seçmeliyiz” ifadelerini kullandı.