Ekoloji Enstitüsü Araştırma Görevlisi Estefania Quenta, “IPCC 6. Değerlendirme Raporu, küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutmak için 2050’ye kadar karbondioksit emisyonunun net sıfır olması çağrısında bulunuyor.
Ciddi miktarda karbon depolayan sulak alanların korunması, bu acil ihtiyacın karşılanmasına destek olacaktır” dedi.
Yaklaşık 140 bin canlı türüne ev sahipliği yapan sulak alanların yok olması, biyoçeşitliliği tehdit ederken uzmanlar, sulak alanlar olmadan küresel ısınmayı 1,5 derecede tutma hedefinin gerçekleştirilmesinin de zorlaşacağını belirtiyor.
Tüm yıl boyunca ya da yılın belirli zamanlarında yüzeyi suyla kaplı topraklar olarak tanımlanan sulak alanlar tatlı ve tuzlu suların birleştiği noktalardaki kıyısal sulak alanlar ve iç bölgelerdeki nehirler, göller ve bataklık alanları kapsayan karasal sulak alanlar olarak ikiye ayrılıyor.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) sulak alanları gezegenin en önemli ekosistemleri arasında gösterirken kurum tarafından yayımlanan raporlarda bu alanların yaban hayatının korunması, kirlilikle mücadele ve karbon tutma konularında hayati rol oynadığına yer veriliyor.
Sulak alanlar arasında yer alan turbalıklar, dünya yüzeyinin ortalama yüzde 4’ünü kaplarken dünyanın toplam karasal karbonunun 3’te birini depoluyor. Bu da turbalıkların, dünyadaki tüm ormanların iki katı karbon hapsettiği anlamına geliyor.
Karasal sulak alan ekosistemleri aşırı suları emerek sellerin ve kuraklığın yaşanmasının da önüne geçerken bu alanların büyük bir kısmını oluşturan göller, önemli mineraller ve enzimler içermeleri dolayısıyla ekosistem için değerli olarak nitelendiriliyor. Yüksek enlemlerin kıyı bölgelerinde bulunan tuzlu su bataklıkları da yaban hayatı, balık üremesi, kıyı korunması, karbon depolanması hususlarında öneme sahip.
140 binden fazla canlı türünü barındıran sulak alanların yüzde 85’i son 300 yılda yok olurken BM raporları, bunun en önemli nedeninin, sulak alanların özellikle tarımsal faaliyetler nedeniyle kurutulması olduğunu gösteriyor.
“İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ EN BÜYÜK TEHDİT”
Bolivya San Andres Üniversitesi Ekoloji Enstitüsü Araştırma Görevlisi Estefania Quenta AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, iklim değişikliği sonucu yağış desenlerinde yaşanan değişimlerin sulak alanların varlığını tehdit ettiğini, bu değişimlerin bazı bölgelerde kuraklık, bazı bölgelerde ise taşkınlar şeklinde sulak alanları etkilediğini kaydetti.
Bu duruma Güney Amerika’daki And Dağları’nda bulunan turbalık ekosistemindeki değişiklikleri örnek gösteren Quenta, “Buradaki turbalıklar yoğun yağışlara muhtaçtır ama dağların bir kısmında azalan yağışlar nedeniyle bölgedeki turbalık alanların kuruyabileceği öngörülüyor.” dedi.
Quenta iklim değişikliğinin yanı sıra aşırı tarım faaliyetleri, aşırı otlanma, plastik kirliliği ve turba madenciliğinin sulak alanların tahribatına yol açtığını bildirdi.
Sulak alanların karbon depolama kapasitesine ilişkin Quenta, şunları söyledi:
“Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 6. Değerlendirme Raporu, küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutmak için 2050’ye kadar karbondioksit emisyonunun net sıfır olması çağrısında bulunuyor. Ciddi miktarda karbon depolayan sulak alanların korunması, bu acil ihtiyacın karşılanmasına destek olacaktır. Ne yazık ki sulak alanlarda görülen mevcut bozulma, bu ekosistemleri sera gazı kaynağı haline getirebilir. Bu nedenle acil koruma çabalarına ihtiyaç var.”
Quenta, dünyadaki suyun ortalama yüzde 2,5’nin tatlı su olduğunu hatırlatarak sulak alanların kısıtlı, erişilebilir tatlı su kaynaklarının bir parçası olması dolayısıyla hayati önem taşıdığını vurguladı.
Küresel ısınma karşısında yeterli korunmanın sağlanmaması halinde sulak alanların yok olacağını ifade eden Quenta, “Bu durum, gelirleri bu ekosistemlere bağlı olan milyonlarca insanın geçimini de etkileyebilir. Bazı çalışmalar sulak alanların bir yıllık ekonomik değerinin 47 trilyon ABD doları olduğunu gösteriyor.” diye konuştu.
Sulak alanlarda yaşanan tahribatın geri döndürülmesinin zor olduğunu aktaran Quenta, sözlerini şöyle tamamladı:
“Bir metre derinlikteki bir turbalığın oluşumunun yaklaşık 1000 yıl sürdüğü biliniyor. Bu alanların korunması için yerel ölçekte güçlü çabalara ihtiyaç var. Sulak alanların sürdürülebilir kullanımı ve bozulmanın durdurulması için güçlü politika ve düzenlemeler gerekiyor.”