BU COĞRAFYAYI BETONA BOĞUP MAHVEDECEKLER

 

Körfez’deki vatandaşlar sürekli kaybeden tarafta!

 

ÇEVREYİ ve doğayı korumak için mücadele edenlerin, işleri hiç de kolay değil ülkemizde. İktidarın, çeşitli kurumların ve yerel yönetimlerin, onları bir “engel” gibi görmelerinden söz etmiyorum. Vatandaş ve insan olarak elbette seslerini çıkartacak çevreciler. Fakat mücadele kapsamı süratle genişliyor. HES’lerle başlayan süreçte, artık pek çok “üç harfli” sıkıntılar var. Diğerleri de artıyor. O nedenle, mücadelede kamuoyu desteğine ve çeşitli alanlarda da uzman görüşlerine ihtiyaç duyuluyor en fazla. Eksiklerine rağmen çevreciler “nereyle uğraşacağımızı şaşırdık” da demiyor, ısrarla mücadeleye devam ediyorlar. Çünkü bugün “ne kurtarsak kar” noktasındalar.

 

ÇEVRE MÜCADELESİNDE KAMUOYU DESTEĞİ YETERSİZ KALIYOR

Edremit Körfezi’nde de çevre mücadelesi benzer sıkıntıları yaşıyor. Haliyle kendine özgü gerçekleri de var. Dağlarımız metalik madencilik, RES, taşocağı dertleriyle doluyken; derelerimiz hızla kirlilik taşıyan kanallar haline geliyor. Altyapısı olmayan düzensiz kentleşme ve yılların ihmali sonucunda, denizimiz hızla kirleniyor. Hem atıksu, hem de katı atık sorunları ile uğraşılıyor bütün yerleşimlerde. Ancak bunlara rağmen yazlık konut inşaatları son hızla devam ediyor! Zeytinlikler yok edilerek, betona dönüştürülüyor. Sonuçta zaten zayıf  olan altyapı, iyice yetersiz hale geliyor. Bu durumda “insanım” diyen, “sorumlu bir yurttaşım” diyen herkesin, bu sorunlara çözüm istemesi, seçilmiş ve atanmış yöneticileri görevlerini yapmaya çağırması şart oluyor.

Mücadeledeki tıkanıklıklardan birisi yetersiz kalan kamuoyu desteği. Kırsal alandaki sorunlar doğrudan vatandaşların yaşamını ve geleceğini etkilediği için, kamuoyu katılımı daha yüksek. Direnişlerde kadınların, ninelerin en önde olmaları da bunun bir göstergesi. Kentsel alanda ise çevre sorunlarına karşı aynı duyarlılık yok henüz. Körfez’de bunun nedenlerinden birisi de, her on kişiden dokuzunun sürekli ikametgahının başka illerde olması. “Yazlıkçı” diye tanımlanan bu vatandaşlar sınırlı sürelerde burada yaşıyor, sıkıntıları görüyor ama süreklilik gösteren bir kamuoyu baskı grubu olamadan her yaz sonunda kentlerine dönüyorlar. Bölgede sürekli ikamet edenler ise her on kişiden sadece biri. Onlar yaşanan bu sorunların, yazın meydana gelen nüfus yoğunluğuna bağlı olduğunu düşünerek genellikle tepkilerini yanlış yere yönlendiriyorlar. Ülkemizde yaşanmakta olan bölünmüşlük haline ilaveten, Körfez’de bir de yerli ve yabancı ayrışması çıkıyor ortaya. Halbuki vatandaşlar bu şekilde ayrılıp birbirlerini suçlamak yerine, birleşerek Anayasal haklarını talep paydasında ortaklık yapsalar, yerel yönetimler ve kamu kurumları üzerinde çok daha etkili olacaklar.

 

ÇEVRECİLER PEK ÇOK KONU VE SORUNLA İLGİLENMEK ZORUNDA KALIYOR

“Bilgi edinme” konusundaki sıkıntılar ise kronik bir hale gelmiş bulunuyor. Ancak kırıntıları biriktirerek doğru bilgiye ulaşılıyor. Ayrıca birbiriyle çok farklı alanlar var çevre konusunda. Tek boyutlu değil sorumluluk alanları. Rüzgar enerjisinden atıksu arıtma tekniklerine, imardan jeolojiye, şehircilikten su rejimlerine, ulaşım konusundan zeytin tarımına, hava kirliliğinden katı atıklara, doğalgazdan sulak alanlara, prina işlemesinden termal sulara, kanalizasyondan toprak kirlenmesine kadar her konuyla ilgilenmek zorunda kalıyor çevreciler. Bunlarla ilgili bölgede uzman da pek yok.

Kamu kurumlarından yeterli bilgi almak ise neredeyse mümkün değil. Bilgi edinmeden, çevreyle ilgili  konuları değerlendirmek ve alternatif üretmek de olanaksız. Bu alanda büyük çaba gerekiyor dolayısıyla. Kurumlar ve yerel yönetimler, sivil toplumla işbirliğine açık değiller. “Ben bilirim, ben yaparım” havası hakim ama sorunları da çözemiyorlar yıllardır. Doğayı ve yaşam alanımızı etkileyecek karar alma merkezlerini, süreçler daha devam ederken takip edip müdahale etme zorunluluğu da bir başka husus. Yatırım kararları böyle mesela. Baştan öğrenilmezse bir süreç, karar verildikten sonra hukuk koridorlarında uzun bir süre dolaşmak gerekiyor. Yerel yönetimlerin kararları da böyle.

 

YEREL YÖNETİMLERİ VE MECLİS GÖRÜŞMELERİNİ YAKINDAN TAKİP ETMEK ZORUNDAYIZ

Zira onlar da çok farklı gerekçelerle aldıkları bazı kararlar sonucunda çevreyi daha da yaşanmaz kılacak sonuçlara sebep olabiliyor veya doğayı bozuyorlar. Bu nedenle de çevreciler yerel yönetimlerin Meclis görüşmelerini yakından izlemek zorunda kalıyor, kararları da takip ediyorlar. Körfez’de bu ihtiyaç örneğin Madra’daki altın madeninin Büyükşehir Meclisi kararıyla “temiz” ilan edilmesinde görüldü. Fakat ilgi ve takip olduğu için Havran’daki molibden madeni konusunda aynısını yapamadılar, Bakanlığa havale ettiler konuyu. Bir diğer önemli örnek Dalyan’daki arazi satışı konusunda oldu. Çevreciler bu satışla ilgili Meclis onayının oybirliğiyle alındığını gördüler. Hazine’den şartlı ve süreli olarak alınan iki milyon metre kare arazinin içindeki bir parçaydı orası ve Meclis’teki üyeler “neden, nasıl?” diye sormamışlardı. Halbuki kim, bu devirde kime arazi ikram eder ki? Özetle, Meclis üyeleri de hata yapabiliyor ve sivil toplumun bu işleri takip etmesi, denetlemesi gerekiyor. Zahmetli ama sadece siyasetçilere bırakılmayacak kadar da mühim bir konu bu.

 

ÇAMLIBEL’DEKİ ZEYTİNLİK ALANLARIN İMARA AÇILMASI GİRİŞİMİ

Konunun önemi, son günlerde Edremit Çamlıbel’deki imar değişikliği haberleriyle bir kere daha gündeme geldi. 10 Eylül’de Balıkesir’deki bir internet gazetesi “Edremit Belediyesi Zeytinlik Alanları İmara Açıyor” başlığıyla bir haber yaptı. Haberin sonunda “… belediye meclisi toplantısında 150 dönümlük zeytinlik alanın … imar ve bayındırlık komisyonu raporu görüşülecek. Konuyla ilgili bölgede faaliyet gösteren çevre örgütleri ise şu ana kadar herhangi bir açıklama yapmadı” deniliyordu.

Buraya kadarı normaldi, birileri çevrecileri bu konuyla ilgilenmeye davet etmek istiyordu. Sık rastlanan bir durum bu aslında. Peki kim? Bir kurum adına bu tür çağrılar basın aracılığıyla yapılmaz çünkü. Demek ki, çağrının arkasında bulunan kişiler bu konuda pek tecrübeli değillerdi ama bir kamuoyu baskısına da ihtiyaçları vardı. Nitekim bir dernek 12 Eylül günü acele bir basın açıklaması yaptı ve çeşitli gazetelerde yayınlandı. Peki sonuçta ne oldu? 13 Eylül’deki elektrik kesintisiyle anılan şu Meclis birleşiminde, anılan konu ilgili komisyona görüşmeye gönderildi tekrar. Şimdi orada bir süre soğutulacak muhtemelen. Sonra yeniden gündeme gelmesi mümkün. Bunun gibi komisyon raflarında bekleyen o kadar çok konu var ki. Bu sonuç bile , çevreyi ilgilendiren konularda yeterli kamuoyu baskısı olmadığının açık bir göstergesi zaten. Vekalet demokrasisinde işler böyle yürüyor. Üstelik söylenmesi gereken bir başka husus da, bu imar değişikliği kararının önce Edremit Belediyesi’nde verildiği ve sonra Büyükşehir Meclisi’ne onaya götürüldüğüdür. Nitekim kararı Edremit Meclisi geçen Haziran ayında alınmıştı ve o vakit birkaç kişi dışında hiç kimse sesini çıkartmamıştı.

 

O KADAR ÇOK İMAR DEĞİŞİKLİĞİ GELİYOR Kİ GÜNDEME…

Şimdi bu son basın hareketlenmesinden sonra, kamuoyunda Edremit’le ilgili bir imaj yaratılıp, zeytinliklerin ranta açılması konusu gündeme sadece tekil bir olay için söz konusuymuş gibi getirilmiş oldu. Halbuki tek olaya bağlamak doğru değil tabii ki. Bu konuyu daha bütünsel bakarak gündeme almak gerekiyor. Çevreciler böyle yapmalı en azından, başka türlüsü yakışmaz. Arazi talanına karşı nokta atışı yaparak, çevre mücadelesi olmaz. Bir genel ilke saptamak gerekir. Dikkat ederseniz Edremit Belediyesi de, basında yer alan haberlerle ilgili bir açıklama bile yapmadı. Nedeni de gayet basit. O kadar çok ki Meclis’e sundukları bu türden imar değişiklikleri, şimdi sesini çıkartsa bu konuda, binlerce örnek getirilip önüne serilecek. Hangi birini savunabilir?

Peki ya diğer Körfez ilçeleri? Hepsi aynı durumda değil mi? Üstelik sorsanız “vatandaşın imarlı arazisi var, şu anda zeytinlik ama konut yapmak istiyor, Anayasal hakkı” diyeceklerdir size. O zaman değiştir imarı, koca zeytinliğin içine bir küçük bağ evi yapmak için verilmiş olan hakkın yerine, parsellerin yapı yoğunluğunu, kat sayısını ve yüksekliğini arttır, müteahhitlerin yeni bir site daha inşa etmesine fırsat yarat. Al sana Anayasal hak. Bütün Körfez’in çevresi yıllardır nasıl doldu sanıyorsunuz? Yapılan sürekli budur, tek fark 2019’dan sonra bunun çok hızla artmış olmasıdır.

Oysa vatandaşların da “sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşamak” gibi bir Anayasal hakları var değil mi? Onu kim savunacak? Sadece çevrecilerin mi sesi çıkacak bu konuda? Arsa, arazi, imar konularına Büyükşehir Belediyesi’ndeki iktidar çoğunluğunun nasıl baktığını zaten biliyoruz. Körfez’deki ilçe belediyelerinde ana muhalefete mensup yöneticilerin yaklaşımı da farklı değil ne yazık ki. “Kalkınma” masalıyla aynı zihniyette işler yapmak derdindeler zeytinliklerde.

 

ZEYTİN AĞACI KESMENİN CEZASI HALA 200 TL BURADA…

Yıllardır hazırlandığı söylenen ama bitip de bir türlü ortaya çıkarılamayan 1/5.000’lik imar planları için Büyükşehir’e ısrar etmek yerine, sürekli ilçelerden imar değişikliği talepleri gidiyor Balıkesir’e. Bunların da hemen hepsi onaylanıyor. İlçe belediyesi onayı 1/1.000’lik planına işliyor ve inşaat iznini de veriyor hemen.

Altyapı ne oluyor peki? Onu soran yok. Büyükşehir bu inşaat furyasına ortak oluyor, arada siyaseten durumu eleştirir gibi yapıyor ama asla gerekli altyapıyı da inşa etme yoluna gitmiyor. İlçe belediyesi de altyapı konusunda ısrar etmiyor. Al gülüm ver gülüm oyalanıyorlar. Sonuçta da ortaya bir kaos çıkıyor. İktidar tarafı, ara sıra bu kaostan ilçe belediyelerini sorumlu tutmak için elindeki medya gücüyle algı operasyonları yapıyor. Hangisinin kazançlı çıktığını sandıkta göreceğiz elbette. Fakat Körfez’deki vatandaşlar yılardır sürekli kaybeden tarafta kalıyorlar. Bu yerel yönetimlerin tamamı, zeytinliklere tarım alanı değil, arsa gözüyle bakıyorlar. Gerekçelerini ise yıllar önce belde belediyelerinin yaptığı imar değişikliklerine dayandırıyorlar. Hiç biri çıkıp da “yeni bir stratejik plan yapılsın” diyemiyor. Çünkü arazi rantı çok tatlı ve bir zeytin ağacı kesmenin cezası ise hala 200 TL burada. Körfez’in bütün kıyıları bu sistemle yağmalanmaya devam ediliyor. Altyapı yetersizlikleri ise sadece vatandaşı rahatsız ediyor. Muhalefet, arada vatandaşı desteklermiş gibi yapıyor ama çıkıp bir proje açıklayan veya söz veren de yok nedense. Kirliliğe karşı doğayı korumak adına, analiz yaptırmak dahil her işi vatandaş kendisi yapıyor, Balıkesir milletvekillerinden ses bile çıkmıyor. Asıl olarak iş yapar ve hak savunurken, “vekile” ne ihtiyacı olduğunu düşünüyor şimdi vatandaşlar.

 

BU COĞRAFYAYI BETONA BOĞUP MAHVEDECEKLER!

Körfez’de yaşayanlara uzun süredir arıtma tesisi, kanalizasyon, su, trafik hiç bir şey yetmiyor. Her sağanak yağıştan sonra, eski sulak alanların üzerinde yapılmış olan yeni kentsel alanlar tamamen suya batıyor. Lodos fırtınaları, denizle sulak alanı birleştiriyor. Bir deprem olsa bu bölgede kim bilir daha neler olacak, neler yaşanacak?

Siyasetçilerin arazi rantı konusunda aynı şehvetli yaklaşımı göstermeleri, vatandaşı iyice bıktırdı ama buna rağmen hala bataklık üzerine “kent” kurmaya çalışılıyor, inşaat izinleri veriliyor. Cennet gibi bir coğrafya, bu zihniyet ve inşaat hırsı nedeniyle hızla cehenneme dönüşüyor. Vatandaşlar kendi ürettikleri bakterilerle birlikte yüzüp hastalık kapıyorlar denizde. Sahiller de giderek ticarileşiyor.

Dağlarda çamını, biraz aşağıda zeytinini koruyamayan Körfez’in, sahili de kullanılamaz, denizi girilemez, deresi kokudan durulamaz hale dönüşüyor. Çamlıbel örneği tek olay değil, tek belediye de değil, sistemli bir dönüşümün aktörleri bu işleri yıllardır yapıyor. Zeytinlikte de yapıyor, sulak alanda da. Yeni bir yasal düzenleme olmazsa, yıllarca daha yapılacak ve bu coğrafyayı betona boğup mahvedecekler. Yerel yönetimin gücü de yetmez artık, merkezi idare bu konuya el atmak zorunda. İktidar süresi kısalanlardan ise pek bir beklenti kalmadı bölgede. Fakat iktidara hazırlanan tüm siyasetçiler bütün bu gerçekleri bilerek ve çözüm dosyalarını hazırlayarak gelmek zorundalar. Çevre mücadelesi verenlerin de buna uygun bir pozisyon almaları gerekiyor şimdi. Tek tek olayları öne sürmek yerine, bütünlüklü bir bakışa ve taleplere ihtiyaçları var.

Exit mobile version