SULAK ALANI SATMAK MI YOKSA DOĞAL YAŞAM PARKI YAPMAK MI?

Bu yapılanların adı duyarsızlıktır ama doğaya ve kamu hakkına da saygısızlıktır aynı zamanda. Elbette bugün değilse yarın “sulak alanlara böyle mi değer verdiniz?” diye sorulacaktır. Seçmen sormasa, doğa sorar bunu. Her şey paraya, kazanca dönüştürülmek istenirse, sonuçta yaşanmaya değer bir coğrafya kalmayacağını hesap etmek o kadar zor mu? Elimizdeki zenginliği korumayı beceremeyip, başka alanlardaki zenginliğe göz dikmek, “iyi tüccarlıkla” övünerek kenti şirket gibi yönetmeye kalkmak doğru olabilir mi? Bundan sorumlu olanlar hem kurumlar ve hem de yerel yönetimler elbette. Fakat duyarsız veya çok geç uyanan sivil toplum örgütlerini, kent konseylerini, siyasi partileri ve nihayet sessiz kalan tüm vatandaşları da anmak lazım. Adeta hep birlikte, tüm dünyanın önemini vurguladığı bir doğal değer olan sulak alanları korumak yerine, nasıl paylaşılıp mahvedildiğini izlemekle yetiniyoruz.

 

 

2 Şubat yine “Dünya Sulak Alanlar Günü” olarak kutlandı. Alışıldık “resmi” demeçler yayınlandı, bu türden alanların önemine dikkat çekildi. Şimdi yılın geriye kalan 364 gününde, gönül rahatlığıyla unutulacak yine konu. O demeçlerde ifade edilenler, seneye de tekrarlanacak muhtemelen ama o zamana kadar uygulamalar nasıl olacak acaba? Merkezi yönetimin çeşitli kurumları ile yerel yönetimler, yine sulak alanları “yok sayan” işlere girişecekler mi? Zira konuya dair “sivil” açıklamalara şöyle bir baktığımızda, bu özel günde kutlama yerine sorun ve şikayetlerin dile getirilmesi durumu, daha baskın görülüyor. Üstelik bu şikayetleri yapanlar hiç de haksız değiller. Zira kendi yaşam alanlarımızdaki sulak alanlarda gerçekleşenlere bakınca, konuya ilişkin resmi söylem ile fiili durum arasındaki derin çelişkilere şaşırıp kalıyoruz. “Bu kadarı da olur mu?” dediğimiz öyle çok durum var ki. “Biz mi sulak alanların önemini anlayamıyoruz, yoksa karar alma sistemimiz mi çok hatalı?” sorusuna artık gerçekçi bir yanıt bulmak gerekiyor. O nedenle, gelin biraz daha yakından bakalım bu konuya.

 

DÜNYADA ULUSLARARASI ÖNEME SAHİP 2.349 SULAK ALAN VAR

Gezegenimizin en zengin ve üretken ekosistemlerini içinde barındırarak, bulunduğu coğrafyadaki tüm canlılara hizmet veren nitelikli doğal sistemler olan sulak alanların, koruma altına alınması için gösterilen çabalar aslında oldukça eskilere dayanıyor. Hatta konunun önemini fark eden ülkeler, tüm gezegeni kapsayacak ortak bir anlayış oluşturmak amacıyla ilk toplantıyı 1967’de Ankara’da düzenlemişler. “Uluslararası Sulak Alan Ekolojisi Teknik Toplantısı” adıyla düzenlenen bu buluşmada,  konuya ilişkin çeşitli hususlar ve bu arada göçmen su kuşlarının durumu görüşülmüş ama sonuca varılamamış. Orada alınan karar uyarınca, dört yıl sonra bu kez İran’ın Ramsar kentinde tekrar bir araya gelmişler. Görüşmeler tamamlanmış ve 2 Şubat 1971’de çok taraflı bir metin olarak “Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme” başlığı ile ifade edilen Ramsar Sözleşmesi imzaya açılmış. Oniki maddeden oluşan sözleşmenin ilk maddesinde “doğal veya yapay, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gel git hareketinin çekilme devresinde 6 metreyi geçmeyen derinlikleri de kapsayan bütün sular, bataklık, sazlık ve turbanlıklar” sulak alan olarak tanımlanmış ve “ekolojik olarak sulak alanlara bağımlı olan kuşlar” da su kuşları olarak gösterilmiş. Bunların tümünü, gezegenin ortak doğal varlıkları olarak kabul eden taraf ülkelerin her biri de, dünyaca öneme sahip en az bir sulak alan ilan etmelerinin yanı sıra, bu sulak alanları korumakla ve bunların akılcı kullanımlarını sağlamakla yükümlü kılınmış.

Ramsar Sulak Alanlar Sözleşmesi 1975’de yürürlüğe girmiş. Türkiye ise 1994 yılında imzalamış sözleşmeyi. “Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği” de hazırlanmış bu konuda ve yıllar içinde çeşitli değişiklikler geçirmiş. Uluslararası kamuoyunda gerekli duyarlılığı sağlamak amacıyla da 1977’den beri her sene Dünya Sulak Alanlar günü 2 Şubat’ta tüm taraf ülkelerde kutlanıyor. Birleşmiş Milletler de bu uluslararası günü destekliyor. Bu sene Ramsar Genel Sekreteri Martha Rojas Urrego’nun 2 Şubat açıklamasında, bütün ülkeler sulak alanlara değer vermeye ve bu alanların korunması ve restorasyonuna yönelik çabaları artırmaya çağırıldı. Çünkü tüm dünyada, sulak alanlarda önemli kayıplar gözleniyor. İnsan türünün gereken özeni göstermediği bu alanlardaki kayıpları tersine çevirmek için acil önlemler almak gerekiyor. “İster finansmanı harekete geçirerek, ister tarımsal uygulamaları dönüştürerek, su israfını azaltarak, restorasyon çabalarına katkıda bulunarak veya yerel sulak alan temizliğini destekleyerek” diyerek açıklanıyor beklentiler bu çağrıda. Günümüzde Ramsar Sözleşmesi’ne taraf olan ülkelerin sayısı 172’ye, dünyada Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanların sayısı ise 2.439’a ulaşmış bulunuyor. Bu seviyenin korunması ve geliştirilmesi ise küresel iklim değişikliğinin de etkileri altında son derece yaşamsal önem taşıyor. Çünkü gezegenimizdeki su kaynaklarının başında geliyor sulak alanlar. Konunun özeti ve önemi işte bu kadar açık.

 

BALIKESİR’İN SULAK ALAN ENVANTERİ ÇOK DAHA ZENGİN OLACAKTI

Türkiye’de ise halen 93 adet sulak alan bulunuyor. Bunların 14’ü uluslararası öneme sahip “Ramsar Alanı” ve birisi de ilimizdeki Manyas (Kuş) Gölü. 59’u “Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan” ve bunlardan birisi de ilimizdeki Gönen Deltası. 20’si ise “Mahalli Öneme Haiz Sulak Alan” ve bunlardan ikisi de Ayvalık’taki Şeytansofrası Sulak Alanı ile Karakoç Deresi Sulak Alanı. Görüleceği üzere Balıkesir bu konuda oldukça şanslı. Fakat vaktiyle daha bilinçli davranma becerisi gösterilebilse ve konutlaşma furyası  kontrol edilebilseydi, envanterimiz çok daha zengin olacaktı. Zira halen tescil ve ilanı yapılmayan pek çok sulak alanlar var ilimizde. Diğerleri gibi, onlar da bulundukları coğrafyaya ve oradaki canlılara aitler ama üzerlerinde çok yoğun bir insan baskısı var. Zeytinli’deki Kuğulu Göl örneğinde olduğu gibi baskılar yıllardır bu doğal varlıkları yok ediyor. En başta yapılaşma geliyor. Özellikle denize kıyı coğrafyalarda bulunan sulak alanlarda, yaz turizmine yönelik konut ve site imalatları büyük sorun. Ayrıca bazı üretim faaliyetleri ile avcılık gibi etmenler de var. Bilim dışı su kullanım yönetimleri ve tarım politikaları da diğer tehdit sebepleri. Oysa sulak alanlar, sadece sahip oldukları su kaynakları açısından değil, çok çeşitli türleri barındırmaları açısından da büyük önem taşıyorlar. Bunların kıymetini yeterince anlayamıyoruz.

Tescili yapılmayan ve insan baskısı altında olan bu sulak alanlardan birisi de Edremit ile Burhaniye ilçelerimiz arasında bulunuyor. Kazdağları ekosistemi ile denizin birleştiği bu bölgeyi tanımlayan Akçay Sulak Alanı veya daha bilinen adıyla Dalyan, yakın zamana kadar neredeyse tüm Akçay ve Zeytinli sahillerini kapsıyordu. 1960’lı yıllardan itibaren hızlanan yazlık konut talebiyle meydana gelen çarpık bir kentsel gelişme sonucunda, günümüzdeki alanlara sıkışmış bulunuyor. Buradaki arazilerin önemli bir bölümü halen Maliye ve Hazine Bakanlığı envanterine kayıtlı bulunuyor. Bunların kamu malı olması sayesinde Dalyan’ın önemli bölümü kentleşmeden korunmuş ve bu durum aslında büyük bir şans. Zira kıyıya düşen yağışların dereler dışındaki tahliye işlemi, denize kavuşması hala bu bölgede gerçekleşiyor. Eski yıllardaki görkeminden uzaklaşmış olsa da, elimizde kalan son doğal miras olma özelliğini halen koruyor bu araziler. Dalyan binlerce yıl boyunca, dağ ile deniz arasında yer alan su ortamındaki kucaklaşmayı, doğal dengeyi de koruyarak makul bir şekilde sağlamış. Dağlardan gelen tatlı suyla, denizin tuzlu suyu burada birleşmiş.  Ancak giderek artan insan baskısı ile bu doğal denge her sene biraz daha bozularak, günümüzde neredeyse tümüyle ortadan kaldırılacak hale gelmiş bulunuyor.

                                             

KAMU MALINI SATMAK MI, DOĞAL YAŞAM PARKI YAPMAK MI?

Bugün ne yazık ki Dalyan için yakın geçmişte olup bitenleri değiştirme şansımız artık bulunmuyor. Fakat elbette bugünün varlıklarını, gelecek için koruyabiliriz. Tercihleri basitçe iki başlıkta toplamak mümkün:

1-) Akçay Sulak Alanı’nı “Mahalli Öneme Haiz Sulak Alan” olarak acilen tescil ve ilan ettirmek, 2-) Bu alanların insan eliyle bozulmasına, betonlaşmasına göz yummak. Bunu netleştirmek zorundayız, çünkü halihazır tablo çok karmaşık bir görünüm sergiliyor. Ya ilki seçilip korumacı bir politika izlenecek, ya da ikincisi seçiliyorsa acilen çok büyük altyapı yatırımları yapılacak. Yoksa “göç yolda düzülür” mantığıyla bu iş kotarılamaz, hem karada hem de denizde başımızdaki sorunlar daha da artar. Aslında 2019 yerel yönetim seçimleri bu konudaki tercihi belirlemek için son şanslardan birisiydi ve yukarıda ifade edilen hususlar çeşitli adayların önüne de konmuştu bir STK tarafından. Ne yazık ki, ikinci seçenek siyasetçilerin ilgisini daha çok çekti. Onlar konuya bütünlüklü bakıp, gelecek için ilk tercihten yana ağırlık koymak yerine, Dalyan’ı çeşitli bölümlerinden paraya tahvil etmeye odaklandılar. Fakat altyapı yatırımlarını da es geçtiler. Önce “şurasından bu kadar dönüm verilse” talepleri girdi gündeme. Sonra 2020’nin başında Balıkesir B. Belediyesi, Ankara’dan sunulan bir şablona uygun olarak ilin tamamında 2 bin dönüm kadar araziyi şartlı ve süreli olarak alıverdi. Şart “kentsel dönüşümde kullanmak amacıyla” bu arazileri satıp, parasını Çevre Bakanlığı nezdindeki bir hesaba koymaktı. Oradan alıp il genelinde harcanacaktı zamanı gelince. Süre ise üç yıldı. Dalyan’da Edremit Çayı’nın kuzey tarafında kalan kamu arazilerinden birisi de, bu kapsama girdi. Büyükşehir Belediye Meclisi de durumu itirazsız olarak onayladı. Fakat bir sene sonra bu işin imar değişikliği ile arazileri konut imali için satmak olduğu kamuoyuna yansıyınca, haliyle tepkiler oldu. “Neden beton için satılıyor?”, “zaten altyapı yetersizken yeni nüfus ilavesi de nereden çıktı?”, “bu araziler kamu malı, satmak yerine Doğal Yaşam Parkı yapılması düşünülemez mi?” soruları gündeme girdi. Seçmen tepkisi politilacıların da dikkatini çekti ve konu halen Belediye Meclisi’nde, İmar Komiyonu tarafından yapılacak “değerlendirme” bekleniyor.

 

ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ ALANINDA YAPILAN DOLGULAR NE OLACAK?

Edremit Çayı’nın güney tarafında ise bir başka kamu arazisinin “Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgesi” yapılması çalışmaları 2018’de başladı. Seralarda çiçek ve süs bitkileri yetiştirilecekti. Konu istihdam ve kentsel gelirin artması olduğu için, pek çok toplumsal kesim açısından çok önemliydi. Fakat yer seçiminin çeşitli sakıncaları da bulunuyordu. Derenin taşkın alanında olması nedeniyle ciddi bir dolgu yapılması DSİ’nin şartıydı. Arazi niteliğinin sulak alan veya vasfını yitirmiş sulak alan olması da bir diğer sorundu. Ancak bu konudaki karar sürecinde yerel yönetimler, kent konseyleri, siyasi partiler ve STK’ların hemen hepsi bir görüş bile beyan etmediler. Sadece bir STK bu araziye mevcut arıtma tesisinin taşınmasını ve çevresine imar verilmeyip ağaçlandırılmasını, derenin kuzey yakasında ise Doğa Parkı yapılmasını önerdi. Sonuçta bu ilgisizlik ortamında, zaten bir “devlet projesi” olarak sunulmakta olan OSB alanı, ulaşım ve personel ikameti konuları öne çıkartılarak belirlendi şimdiki yerinde. 2019’da arazilerin parası ödenip tapusu da alındı ve Büyükşehir Belediyesi ile anlaşılarak hemen arazi dolgusu başlatıldı. Fakat aklınıza gelebilecek her türlü atık, cüruf, moloz, çöp hatta balçık bile boşaltıldı bu sahaya. Vahşi bir dolguydu bu ve itirazlara da “inert atık bunlar” diyerek yanıt verildi Büyükşehir Belediyesi tarafından. İşin başında ETDİOSB projesi için hiç sesini çıkartmayıp, bu dolgu işlerinin ikinci yılında yani 2021’de birkaç çekimle “durumu fotoğrafla tespit ettik” diyen bir STK’nın açtığı dava ise 2022 başında sonuçlandı. Fakat dolgu işlemine Balıkesir B. Belediye Meclisi kararı ile son verildiği için de, İdare Mahkemesi sadece “davanın konusunun kalmadığını” söylemiş oldu. Şimdi muhtemelen, dolguların kaldırılması, arazinin eski haline getirilmesi davaları da açılacak, muhatap sorunu ortaya çıkacak, sonra arazinin niteliğinin tescili istenecek ve bu mahkemeler de epeyce bir müddet sürecek.

 

BATAK ARAZİLERE KENT(!) KURMAYA KALKIŞANLAR

Bununla bitmiyor ne yazık ki Dalyan’ın derdi. 2020’de OSB’ye komşu ve Burhaniye sınırındaki büyükçe bir  araziye, yüzlerce konutluk bir yazlık site kurulması konusu gündeme girdi. Şahıs arsalarından oluşan ve daha önce imarı da yapılmış olan bu batak arazilere “kent” kurmaya kalkışanların, haritaya bakıp da karar vermedikleri hususu ise, bir süre sonra medyada boy gösteren reklamlarla ortaya çıktı. Zira bir sanatçıyla bir siyasetçinin de rol aldığı bu reklam videosu, özellikle yurtdışında çalışan ve belli bir inançtaki insanları hedefliyor, bu “karlı yatırıma” çağrı yapılıyordu. Batak arazi üzerinde bu yeni betonlaştırma girişimi de haliyle çeşitli tepkilere neden oldu. Hatta Büyüşehir Belediye Meclisi’nin bir grup sözcüsü tarafından yapılan “karşı  video” da gösterime girip “sizin projeniz şöyle, bizimki böyle” denilmeye başlandı ve böylece Dalyan paylaşımının tarafları iyice netleşti. Edremit Belediyesi bu durumda inşaat izinleri için verilecek kararı Meclisi’ne havale etmeye kalkıp biraz oyalandı ama sonunda 2021’de şirkete istediğini verdi. İnşaatlar başladı, hatta şu sıra bazıları bitti bile. Şimdi bir taraftan da bu arazide DSİ’nin Bostancı’dan Dalyan’a doğru Ilıcaayağı Deresi ıslahı çalışmaları ilerliyor. Yani Dalyan kıyılarındaki mevcut balçık sorununu arttıracak olan bir akarsuyun daha o coğrafyaya bağlanması gündemde. Bu durumda denize girmek iyice hayal olacak o kıyılarda veya “sizin” denilen bu projede.  

 

SULAK ALAN OLDU, KARMAŞIK ALAN!

Durum tam da böyleyken, 22 Kasım 2021‘de yayımlanan bir Cumhurbaşkanı Kararı ile H. Türe Köprüsü’nden itibaren Kadıncık Deresi’ne kadar, Burhaniye yolu ile deniz arasında kalan arazilerin önemli bir bölümü ile derenin denize döküldüğü kısım “kesin korunacak hassas alan” ilan edildi. Konut işgalinin yoğunlaştığı bir coğrafyada, nazik bir dengede alındı bu karar. Zira bu sahillerde betonlaşma sürerken, bir de doğal alan gerektiği lüzumuna hak verilmesi söz konusuydu. Öyle ya, nereye sığınacak Dalyan’ın kuşları, hayvanları, böcekleri, sürüngenleri?

Derken 25 Kasım 2021‘de ise Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, Edremit Çayı’nın güney ve kuzey tarafındaki arazilerin önemli bir kısmını “nitelikli doğal koruma alanı” olarak tescil ve ilan etti. Fakat OSB arazisini cetvelle ayrılmış gibi bunun dışında tuttu. Çayın kuzey tarafındaki kamu arazilerinin olduğu alan ise “sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanı” ilan edildi. Balıkesir B.Belediyesi’nin imarını değiştirip satmaya hazırlandığı arazi de orada bulunuyor. Dalyan böylece tam anlamıyla karmaşık bir yapıya girmiş oldu aslında. Ne ararsanız var. Halbuki yukarıda söylendiği gibi, tercihler oldukça basitti. Fakat en başından bütünlüklü bakılmayıp, her kurum farklı açıdan değerlendirip birbiriyle koordinasyonu olmayan tasarruflara girişince, yerel yönetimler de aradan uzanıp iş kotarmaya niyetlenince, tam bir arapsaçı haline geldi Dalyan’ın arazileri. Sulak alan oldu karmaşık bir alan.

 

SULAK ALANA İNŞAAT RUHSATI VEREN ÇEVRECİLİK!..

Nitelikleri, mülkiyet yapıları ve tasarruf niyetleri birbirinden çok farklı pek çok alan yan yana gelmiş oldu. Hatta komşu Çıkrıkçı’nın tarım arazileri bile ranta yönelik talep artışları yaşamaya başladı. Edremit’in yerel yönetimi ise çevre duyarlılığı diyerek “imar değişikliği ve satış” işine karşı olduğunu söylemişti Dalyan’da ama hem kendi siyaset kulvarında OSB’de açılan davalara dolaylı olarak vesile olup, hem de sulak alanın diğer köşesinde  inşaat ruhsatları vererek “çevreciliğini” tartışılır hale getirdi. Halbuki Dalyan arazisi Burhaniye’de de devam ediyor ve orada halen “altyapı yoksa, inşaat izni de yok” deniliyor. Bir önemli husus daha var. Bütün bu imar girişimleri, deprem olgusu ve zeminin yapısı dikkate alınmadan yapılıyor. Dalyan’da denize dökülen derelerin bile kirletici kaynaklardan temelli kurtarılmaları yerine, sadece dip temizlikleri yapılıyor. Bu işler normal hizmet değil de bir “özveri” olarak propaganda konusu yapılıyor hatta. Fakat derelerin kirlilik sorunu kaynağından halledilmezse, temizliğin sürekli gerekeceği gerçeği ısrarla dile getirilmiyor. Bütün bunlar için çok büyük mali harcamalar da yapılıyor. Lakin ortada herkesin anlayacağı bütünlüklü bir müşterek plan bile yok. Bu nitelikli sulak alan hala “şuraya bugün bunu koyalım, yarın da şunu satalım” diyerek yönetilmeye çalışılıyor.

 

İYİ TÜCCARLIKLA ÖVÜNÜP KENTİ ŞİRKET GİBİ YÖNETMEK…

Bu yapılanların adı duyarsızlıktır ama doğaya ve kamu hakkına da saygısızlıktır aynı zamanda. Elbette bugün değilse yarın “sulak alanlara böyle mi değer verdiniz?” diye sorulacaktır. Seçmen sormasa, doğa sorar bunu. Her şey paraya, kazanca dönüştürülmek istenirse, sonuçta yaşanmaya değer bir coğrafya kalmayacağını hesap etmek o kadar zor mu? Elimizdeki zenginliği korumayı beceremeyip, başka alanlardaki zenginliğe göz dikmek, “iyi tüccarlıkla” övünerek kenti şirket gibi yönetmeye kalkmak doğru olabilir mi? Bundan sorumlu olanlar hem kurumlar ve hem de yerel yönetimler elbette. Fakat duyarsız veya çok geç uyanan sivil toplum örgütlerini, kent konseylerini, siyasi partileri ve nihayet sessiz kalan tüm vatandaşları da anmak lazım. Adeta hep birlikte, tüm dünyanın önemini vurguladığı bir doğal değer olan sulak alanları korumak yerine, nasıl paylaşılıp mahvedildiğini izlemekle yetiniyoruz. Kentle ilgili olarak alınan diğer kararlara karşı tutumumuz neyse, sulak alanlar konusundaki tavrımız da aynı. Peki, ne söyleyeceğiz bu durumda gelecek kuşaklara, torunlarımıza? “Sustuk ve izledik” mi diyeceğiz, yoksa “savunduk ve yönetime katılma hakkımızı kullanmak için elimizden geleni yaptık” mı? Çözüm burada odaklanıyor sanırım.

 

Exit mobile version