Yakın tarihe ve istihbarat dünyasına meraklı olan herkesin adını bildiği bir isim… ‘Eşref Kuşçubaşı’, ‘Kuşçubaşı Eşref’ veya sadece ‘Eşref’… Osmanlı’nın uluslararası operasyonlar yapan örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’nın en etkili ismi hatta kurucusu…
Kitaplara, filmlere ve dizilere konu olan bir isim. Yaygın kabule göre yakın tarihin en etkin istihbaratçılarından biri… Ancak Dr. Polat Safi hiç de öyle düşünmüyor. Dr. Safi ile yeni çıkan ‘Eşref Kuşçubaşının Alternatif Biyografisi’ adlı kitabını ve Eşref’e dair tespitlerini konuştuk:
‘NE KURUCU NE DE BAŞKANI’
“Kuşçubaşı Eşref, Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucusu ve ilk reisi olarak bilinir. Halbuki Eşref bu teşkilatın ne kurucusu ne de ilk başkanıdır… Tarihi gerçeklerle uyuşmuyor. Sadece Teşkilat-ı Mahsusa ile ilişkisi değil; neredeyse hayatının bütün dönemlerine dair anlattıkları da tarihi gerçeklerle çelişkili. ‘Kuşçubaşı’ lakabından Hicaz’a sürgün edilmelerine, Ege’de Çakırcalı Mehmet Efe ile çatışmalarından Balkan muharebelerine, Yemen’deki vazifelerinden Millî Mücadele faaliyetlerine kadar hayatının her devri hakikatler değil hayaller üzerine inşa edilmiş.
‘NARSİST BİR ŞAHSİYET’
Bunun da en önemli sebebi hakkındaki bütün bilgi ve iddiaların neredeyse tamamının kaynağının yine kendisi olması. Her olayın merkezinde, herkese ve her şeye nüfuz edebilecek konumda gösteriyor kendisini. Ben bu durumu ‘Narsistik kişilik bozukluğu’ olarak yorumluyorum. Korkunç bir yazma tutkusu var. 40 yıl boyunca bunu devam ettirmiş. Neticede bugün gerçekle hayal arasında onun kendi kendine inşa ettiği ve akademik tarihçiliğe bile kabul ettirdiği kimlikle karşı karşıyayız.”
‘İMAJ ÇALIŞMASI’
Dr. Polat Safi, Kuşçubaşı’nın çok iyi imaj çalışması yaptığı görüşünde: “Çerkes Ethem ile Yunan tarafına geçtiği için vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Yani 150’likler arasındaydı. Aftan sonra Türkiye’ye dönebildi. Kamuoyunda affedilerek yurda dönen bir ‘Yunan işbirlikçisi’ olarak biliniyor. Hem bu imajı düzeltmesi hem de müsadere edilen mallarını tazmin etmesi gerekiyor. Yurt dışındayken bazı gazeteci ve yazarlara yazışmaya başlıyor. Ziya Şakir bunlardan biri. Ama asıl önemlisi Cemal Kutay… Türkiye’ye geldikten sonra da çok yakın mesai içinde olduğu Kutay onun cılız notlarını, kendi kalemiyle güçlü müdafaa ve hatta taarruz metinlerine dönüştürüyor. Kutay, Eşref’in metinlerinin sadece diline değil içeriğine de müdahale ediyor. Hiç olmayan hatıratları kaynak gösterdiğini de tespit ettim.”
“AMERİKALIYI DA KANDIRMIŞ”
Eşref Amerikalı akademisyen Philip H. Stoddard ile de temas kurmuş. Stoddard 1950’lerin ortalarında Teşkilat-ı Mahsusa üzerine çalışmaya başlamış. Doktora çalışmaları kapsamında Türkiye’ye geldiğinde Eşref ile de görüşmüş. ABD’ye döndükten sonra da yazışmaya devam etmişler. Stoddard’ın Teşkilat-ı Mahsusa’nın Arap coğrafyasındaki faaliyetlerine dair önemli tespitleri var. Birçok bakımdan bu konudaki çalışmalara öncülük etti. Ama bazı hatalar da yok değil. En başta Eşref’in Türk akademisinde bir ‘kahraman’ olarak kabul edilmesinin sebebidir. Eşref’ten aldığı bilgileri mutlak doğru olarak kabul etmiş. Hatta bazı noktalarda kendisiyle çelişmek pahasına Eşref’in anlatımlarını sorgulama zahmetine girmemiş. Stoddard bu doktora tezinden sonra Amerikan Dışişleri Bakanlığı istihbarat bürosunun Türkiye bölümünde çalışmaya başlamış. Türkiye’deki araştırmacılar da Stoddard’ın araştırmalarını esas alınca karşımıza bugünkü ‘Kuşçubaşı Eşref’ kültü çıktı. Bu duruma Eşref’in ‘son operasyonu’ da diyebiliriz. Zira popüler tarihçi Cemal Kutay vasıtasıyla geniş halk kitlelerini; Stoddard ile de akademik camiayı başarıyla yönlendirebilmiş…”
PARAYLA İLİŞKİSİ SORUNLU
Eşref’in parayla çok sorunlu bir ilişkisi var. Ege bulunduğu dönemde eşkıyalık yaptığına ve Arabistan’dayken Sürre Alaylarını soyduğuna dair de ciddi ithamlar var. Kuvayı Milliye kumandanı olarak atandığında da bu ‘sorunlu’ ilişki devam etmiş. Sakarya bölgesinde yetkisi dışında zorla para toplamasından dolayı Mustafa Kemal Paşa tarafından görevden alınmış.