OĞUZ ŞENOL
ONLAR çocuk sayılacak yaşta sevdiler birbirlerini,
Hülya ile Münir…
Üniversitede okurken evlendiler…
Bazen birlikte ders çalıştılar,bazen sinemaya gittiler.Ama çoğunlukla düşler kurdular geleceğe dair…
Özgür bir dünyanın,bağımsız bir Türkiye’nin düşünü.İnsanların mutlu olduğu bir Türkiye’nin…
Öğrenci olaylarında, eylemlerde omuz omuza yürüdüler.. Aydınlık bir ülke için…
Henüz öğrenciyken, ilk kızları Özlem çıkageldi.Uykusuz geceler, ders çalışmalar,ev geçindirme telaşı birbirine karışmıştı.
Ama birlikteydiler,
Birlikte aştılar her güçlüğü…
Hülya Bartın’da hastalarını muayene ederken, Münir Polatlı’da acemi askerdi.Uğur Mumcu gibi Onu da“Sakıncalı”ya ayırdılar…
Münir’le 80’li yıllarda tanışmıştık ama, asıl dostluğumuz 1992’de yasaklar kalktığında CHP’yi Balıkesir’de yeniden kurduğumuzda başladı. İkimiz de İl yönetimindeydik. CHP ve SHP’nin ayrı olduğu dönemlerdi. Daha sonra CHP çatısı altında birleşmeyi bir şölen havasında yaşadık.
“Siyasetçi Münir” i izlediğimde, hep bir şaşkınlık ve hayranlık yaşamışımdır. O sakin, o naif, o uyumlu insan gider, son derece ilkeli, dirençli ve kararlı bir politikacı çıkagelirdi.
Baykal’lı yıllardan söz ediyorum. CHP’nin adeta “dikta” ile yönetildiği yıllarda, Baykal’a karşı direniş bayrağı açmıştı. Sadece Balıkesir’i değil, birçok ili de Genel Merkez’in antidemokratik tutumuna karşı direnişe çağıran bir “Çoban Ateşi” yakmıştı. Sanıyorum en çok görevden alınan İl Başkanı olma rekoru kolay kolay kırılamayacak…
Münir ailesine aşıktı. Evi mabedi gibiydi onun için. En çok sevdiği şeylerden birisi yemek yapmaktı. Öyle böyle değil, parmaklarınızı yerdiniz.
Çocukları geldiğinde, torunları ile boğuştuğunda dünyalar O’nun olurdu. Hastalığına teşhis koyulduktan sonra arada sırada çıkar bazen Hünkar’da döner, bazen de Şaban’da “Tükürük köftesi” yerdik. Yemekte konu genellikle Ozan ve Nehir olurdu. Şakayla karışık “Torunlarım geldiğinde, beni kimse aramasın” derdi, gülerdik.
Hastalığının ilerlediği aylarda tahlil sonuçlarını alır almaz arar ve “Abi sonuçlar çok iyi “ derdi. Oysa pek de öyle olmadığını biliyorduk…
Özlem ve Sinem… Babanız size bırakılabilecek en önemli, en büyük mirası bıraktı.
“Onurlu bir isim. “
O yaşamı boyunca hep var olan dünya için değil, var olmasını istediği dünya için kavga verdi.
Hep söylerim, bazı yazıları yazmak çok zordur. Eliniz gitmez yazmaya. ”Kalsın bu yazı” dersiniz… Sanki yazmayınca zaman duracak, yaşananlar hiç yaşanmamış olacak gibi gelir insana… Şimdi olduğu gibi.
Sana “kızgınım” demeye dilim varmıyor ama, bu yazıyı ben senin ardından değil, sen benim ardımdan yazmalıydın. Sırayı bozmayacaktın. Tekrar buluşuncaya kadar..
Güle güle kardeşim…
Güle güle yiğit adam…
Bulutlar sevgi damlalarını bıraksın üstüne,
Işıklar yoldaşın olsun,
Toprağına yıldızlar yağsın…
Yaktığın “Çoban Ateşi” hiç sönmeyecek…