Ş. TARIK SÜRMELİOĞLU
İLK sayısı bu gazetenin, elle dizildi.
Evet evet, entertip dizgi makinasıyla da değil; basbayağı elle.
Mürettipler otururdu kasaların başında.
Elde kumpas, hurufat kasalarının başında makine gibi çalışırlardı.
***
GAZETENİN ilk sahibi Yıldırım Ovacık. Filtresiz sigara zamanlarının adamı!
Bugün biraz O’ndan söz edeyim istedim. Anmış olalım.
Babamla hem meslektaş, hem arkadaşlarmış. Ateş Gazetesi’nde yetişmişler.
Babam sonra memuriyete geçmiş, Yıldırım Ağabey il dışında sürdürmüş gazeteciliği.
Seksen altı senesinin bahar ayları.
Örücüler Caddesi, Öİçer İşhanı’nın birinci katında tek göz oda.
Çaldım kapıyı girdim içeri.
Cam kenarında küçük bir masa.. Duvarlara yaslanmış hurufat kasaları.. Kasanın başında altmışlı yaşlara erişmiş, sıska, çelimsiz, aortları çökük, dişleri dökük bir mürettip.
Masanın üstünde kocaman daktilo.
Daktilonun tuşlarında kısa kalın parmaklarıyla tepinen kısa boylu, kırmızı yüzlü; burnunun ucundaki gözlüklerin üstünden bana bakarken, bir yandan içtiği filtresiz sigaradan ağzına yapışan tütün parçalarını tükürmeye devam eden, hayalimdeki gazeteci tipine hiç benzemeyen, daha çok emekli postane memuru kıvamında bir adam.
Yanı başında başörtülü, beyaz yüzlü, kavanoz dibini andıran gözlükleriyle bana bakıyormuş gibi yapan, ama görmeyen bir hanım.
O da eşi… Tesadüf ya, O’nun da adı Güzide!
***
GENELDE heyecan yaparım ama, içerinin atmosferi çok tanıdık. Çocukluk yıllarım gazete idarehanelerinde, kara matbaalarda geçti malum.. Babamlar çalışır, biz hurufat kasaları arasında oynardık.
“Buyur delikanlı” diye seslendi, kısık ve ince sesiyle.
Sesi kısıktı, inceydi ama, bağırmaya başladığı zaman yerinden zıplatırdı adamı. Zıplardı zaten bağırırken.
Kendimi tanıttım.. Soyadımı duyunca kalktı, yüzüme baktı iyice.. “Kadir’in oğlu musun” diye sordu.
“Evet” dedim, “Kadir’in oğluyum…”
Biraz sohbet ettik; O anlattı ben dinledim tabi.
Babamla hafta sonları İstanbul’a kaçıp Ataköy sahilinde doncak denize girerken zabıtaya nasıl yakalandıklarını falan.
Dedim, “benim kompozisyonum iyidir, yazı yazmak istiyorum…”
“Yaz” dedi.
Tek yaprak, dört sayfa bir gazete.. Üçüncü sayfada ‘Genç Kalemler’ adını verdiği bir köşe açtı.
Gazete ilk zamanlar haftalıktı. Her hafta götürüp yazımı teslim ediyordum.
Doğru muydu, yoksa beni kırmamak için mi söylüyordu bilmiyorum, “güzel yazıyorsun, kalemin fena değil” diye sırtımı sıvazlıyordu.
***
GAZETE günlüğe dönünce, PTT’nin arkasındaki Iştınlı Sokak’a taşındık. Şahin Pasajı’nın bodrum katında bir odayı matbaa, bir odayı idarehane yaptı Yıldırım Ağabey.
Ben de, ne işe yaradığını o zaman pek bilmediğim ‘İstihbarat Şefi’yim!
Künyede ismim ve görevim yazıyor… Havamdan yanımdan geçilmiyor yani…
Günlüğe dönünce yeni ofis ve matbaanın açılış töreni yapıldı. O zamanlar ilk kez mebbus, vali, belediye reisi falan görüyorum. Çok heyecanlıyım!
Ramazan günüydü.. Elime para verdi, “karşıki büfeden şarap al bana” dedi.
Emir demiri keser; fırladım gittim, bir şişe kırmızı şarap aldım.
Gazete kağıdına sarıp getirdim gazeteye. Baktım ki, O’ndan daha uzun, daha iri ve çok benzeyen bir adamla sert sert konuşuyor. Sonradan öğrendim, Kaya Ovacık’mış. Kont Ev Tekstil’in sahibi. Bir zamanlar Balıkesir’in en bilinen tekstil markasıydı.
Kaya Ovacık dindar adam; gazete kağıdına sarılı şişeyi görünce Yıldırım Ağabey’e bir bakış fırlattı, ürktüm.
“Gene mi başladın, hani söz vermiştin, böyle yapacaksan olmaz” faslında bir tartışma başladı aralarında.
Yıldırım Ağabey bana dönüp, “ne şarabı oğlum, ben sana çorap al demedim mi” diye çıkışmaz mı…
Ne diyeceğimi bilemedim tabi.. Kızarıp bozardım, ses etmedim. Götürdüm şarabı geri verdim. Sonra gidip bir çift siyah çorap alıp verdim.
Kaya Ovacık durumu anladı tabi; gazetenin açılış günü tartışma çıkarmamak için ses etmedi.
***
İLERLEYEN günlerde haber işini çözdüm; hem köşemi yazıyorum, hem haber çalışmaları yapıyorum. Bazen tahsilata falan gönderiyor beni.. Çarşıdan yürüyerek Ağır Sanayi Bölgesi’ne gidiyorum yani.. Oradan şehrin bir başka ucuna.
Kan ter içinde kalıyorum.
Akşamları gazeteyi toparlayınca bazen Şeker’in Meyhanesi’ne götürüyor beni. Gazeteciler, matbaacılar falan gelip gidiyor. Onlar rakı içiyor, ben bira.
Bir gün Balıkesir basın tarihinin en etkili gazetesi Ateş’in sahibi Cahit Albayrak da var masada. Babamın ustası, büyük gazeteci, yazar, nüktedan, tiyatrocu, makyöz; pek çok şey yani.
Bir bacağı diğerinden daha kısa; o sebeple kalın ve yüksek topuklu bir ayakkabı giyer, elindeki deri çantayla, yürürken dengesini sağlamaya çalışırdı.
Masada sohbet gani.. Ben dinleyici.
O sıra basımı tamamlanan yarınki gazeteyi getirdi makinist Barış Gelendost.
Cahit Amca uzun uzun inceledi; yetmiş iki puntoluk manşette ‘i’ yerine ‘ı’ harfi çıkmış, hatayı gördü.
Bana bakıp, “git gazeteye kara kalemle i’nin noktalarını karala tek tek” dedi; bir de ciddi…
Ben acemi çırak tabi; “olur” dedim, kalkmaya hazırlandım. Seslendi: “Otur oğlum otur, şaka yaptım…”
***
YILDIRIM Ağabey’le bir yıla yakın çalıştım. Çok şey öğrendim O’ndan.
Bağırıp çağırmalarını kaldıramadığım zamanlar da oldu.
O sene TOBB’un Balıkesir’de bir toplantısı yapıldı. Rona Yırcalı’nın en parlak zamanları. Sanayi Odası demek, Rona Yırcalı demek sonuçta.
Büsbüyük patronlar, iş adamları, sanayiciler Balıkesir’de.
Şan Sineması’nda yapılıyor toplantı.
Tüm konuşmaları baştan sona not aldım, gazeteye dönüp yazmaya başladım. Sonra notlar birbirine karıştı, kim ne konuştu, kafayı sıyıracağım.
Yıldırım Ağabey bağırmaya başladı gene, “sen gazeteci olamazsın, bir haberi toparlayamadın” falan filan.
Ses iyice yükselince kalktım ayağa, hiçbir şey söylemeden merdivenleri tırmanıp sokağa attım kendimi.
Arkamdan bağırdı yine: “Nereye gidiyorsun; gel buraya…”
Bastım gittim.
Yok yok, “s..kerim senin gazeteni de, haberini de” anlamında değil.
Sanayi Odası’na gittim; Yırcalı’nın konuşma metnini istedim. Hazırda vardı, verdiler.
Döndüm, haberi tamamladım.
Akşamına Yıldırım Ağabey’den bir ‘aferin’ aldım.
***
SONRAKİ zamanda Yıldırım Ağabey’le yollarımız ayrıldı. Ben şehirdeki diğer yerel gazetelerde macera aradım; Yıldırım Ağabey de POLİTİKA macerasını tamamladı, anahtarları ağabeyi Kaya Ovacık’a teslim etti, gitti. Doksan yedide yeniden POLİTİKA maceramız başladı.
***
ANILAR, anekdotlar bitmez. Belki geçmiş zamanda bu anlattıklarımı yine anlattım size; tekrar gibi oldu belki. Olsun, unutmamak lazım.
***
O GÜNLERDEN bugüne.. On bininci sayıya…
Otuz dört yılı geride bıraktık, otuz beşince yıla adım atıyoruz.
Gazeteyi on bininci sayıya ulaştırdık.
Kolay iş değil, on bin kez, sil baştan gazete yapıyorsunuz. On bin kez bu şehri ve şehirde olup bitenleri yazıyorsunuz. On bin kez dertleniyorsunuz.
Çocuklar doğuyor, günlerce görmüyorsunuz. Çocuklar büyüyor, hiç anlamıyorsunuz.
Kuyumcu vitrini gibi bir nevi; her sabah yeniden vitrin düzmek.
Bizimki de her gün yeni sayfalarla, yeni haber ve yorumlarla okuyucunun karşısına çıkmak.
***
ESKİLERDEN anlatacağım yine önümüzdeki günlerde.
Bu vesileyle hem on bininci sayımızı ve otuz beşinci yılımızı kutlamış olalım..
Hem de gazetenin ilk sahibi merhum Yıldırım Ovacık’ı, merhum Kaya Ovacık’ı ve bu gazetede zaman içerisinde emek veren, bugün aramızda olmayan nice ismi anmış olalım.