DÜŞÜNEN ADAM
Doksan altı yıllık Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi ve etik değerlerine yönelik saldırılar, kuruldukları yıllarda ekonomide ve sosyal yaşamda üretkenliği,çağdaşlığı hedefleyen kamu kurum ve kuruluşlarının gelenekleri ile bağdaşmayan işleyişleri…
Özetle çağdaş devlet yönetimi anlayışından uzak bir düzende yaşamaya itildik, zorlandık, zorlanıyoruz. Sudan çıkmış balıklar gibiyiz. Aklımızın ucundan geçmeyen, geçiremeyeceğimiz yıkımlarla karşılaşıyor, şok oluyoruz. Sürekli yumruk yiyen boksörden farkımız kalmadı! 1923’te Dünyanın hayranlığını kazanarak kurulan Cumhuriyet, başta kurucusu Mustafa Kemal olmak üzere sistematik şekilde itibarsızlaştırılmaya, unutturulmaya çalışılıyor. Amaç nedir? “2023 hedefleri”ne giden yol, yöntem bu mu?
İşte akıl almaz garabetlerden bazı örnekler:
- Cumhuriyet’in simgeleri birer birer ortadan kaldırılmak, unutturulmak isteniyor. Atatürk Hava Limanı, Atatürk Orman Çiftliği, Haydarpaşa ve Sirkeci garları, Cumhuriyet döneminde yabancı devlet adamlarının, ünlü isimlerin ağırlandıkları Ankara Palas oteli kapatıldı.Çok sayıda başka örnekler de var. Hepsinin kimlikleri, imajları siliniyor. Artık hepsi başka kimlikle tanınıyor, tanınacak.
Atatürk Hava Limanı ismi de değiştirilerek “millet bahçesi” yapılacak! Atatürk Orman Çiftliği- içindeki tesisler dahil- talan edildi. Ankara Palas’ın geleceği meçhul.
- Devlet, muhalefetin belediye başkanları ile kavga ediyor. En seviyesiz kavga da İstanbul Belediyesi’ne karşı sürdürülen husumet. İBB’ye gelir getiren Hamiye suyu seçimden sonra “istenmeyen su” oldu! Önceki dönemde İBB’den Hamidiye suyu alan kamu kuruluşları seçimden sonra Hamidiye suyu almaktan vazgeçtiler.(Kültür Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Türkiye Elektrik İletişim Kurumu, “özerk” Yıldız Üniversitesi, THY…) Şimdi Mekke’den Zemzem suyu mu alıyorlar acaba?
- Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları, günümüzde “O Cumhuriyet”i yönetenler tarafından “ayyaş” (içki düşkünü) olarak tanımlanarak sözüm ona aşağılanmak istendi. Acaba Cumhuriyet’in ismini “ayyaşlar cumhuriyeti”olarak mı değiştirsek?
- İçki içmenin “marifet”, içmemenin “meziyet” olmadığı ayırdına varılamadığından, lâik Cumhuriyet’in yurt içinde ve dışındaki devlet resepsiyonlarındakonuklara alkollü içki ikramı- uluslararası teamüle, uygulamaya aykırı olarak-kaldırıldı. İçki içip içmemek sadece kişinin özeli ile ilgili olup devletin kişinin özeline müdahalesinin anlaşılır bir tarafı olamaz.
- Devletin resmi haber kurumu Anadolu Ajansı’nın seçim akşamlarında sergilediği aşiret kültürüne yakışır habercilik anlayışını kim nasıl açıklayabilir, savunabilir?
- Dünya diplomasi tarihine örnek bir uluslararası sözleşme, Osmanlı enkazının ardından doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu Lozan Anlaşması, imzalanışından doksan yıl sonra-nedense-“hezimet” olarak tanımlandı! Tabii ki Anlaşmanın mimarları İsmet İnönü ve Mustafa Kemal hedef gösterilerek…
- ABD Başkanı Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a diplomatik usul ve adaba aykırı, içeriği çirkin bir mektup gönderdi. Devletimiz yetkilileri mektubun “çöpe atıldığını” söyleyerek Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılan saygısızlığı örtbas etmek istediler. Tıpkı AB’nin Türkiye ile ilgili kararlarını “yok hükmünde” saydıkları gibi! Aslında hepsinin “var hükmünde” olduğunu uygulamada görmekteyiz. Şimdi de Cumhurbaşkanı Erdoğan o mektubu Trump’a iade edecek. Oysa doğru olanı, mektubun uygun diplomasi üslûbu ve içeriği ile yazılı olarak cevap verilmek suretiyle iade edilmesi ve devlet arşivine konması değil miydi?
- 1964 yılında dönemin ABD Başkanı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet İnönü’ye, Türkiye ile Yunanistan arasındaki anlaşmazlıkla (Kıbrıs konusu) ilgili olarak benzer üslup ve içerikli bir mektup yazmıştı. “Ayyaş”(!)) Başbakanımız mektubu çöpe atmak yerine ABD Başkanı’na hak ettiği cevabı mektupla vermişti. Adeta ikinci “Lozan Zaferi” yaşamıştık. Nereden nereye?
***
Bu kadar anlamsız, gereksiz, saçma sapan işlerden şaşkına dönen toplumu aydınlatma sorumluluğunu, durumdan vazife çıkaran sözüm ona tarafsız medyamız üstlendi! Seçim döneminde muhalefet sözcülerine az, iktidar sözcülerine kat kat daha fazla zaman ayıran kanallar, seçimden sonraekranlarını iktidar ve muhalefetin görüşlerini anlatan konuşmacılarına açıyorlar! Programların sunucuları, efendilerinden aldıkları talimat doğrultusunda yapay iltifat ve gülücüklerle üç dört saatlik kavgaları-konular hakkında doğru dürüst bilgi sahibi bile olmadan– yönetiyorlar! (Bu bağlamda en “yetenekli” olanı A.H.) Gece yarılarına kadar uykusuz kalarak programları izleyenlerin acaba kaçı program bittiğinde kanaatlerini değiştiriyorlar? Sadece hepsi ertesi gün kendi görüşlerindeki konuşmacıları arkadaşlarına överek rahatlıyorlar!
“Tarafsızlık” sahtekârlığı yapan kişiliksiz, zavallı malûm medya! Yalaka, sahtekâr, iğrenç…
Demokratik, lâik Cumhuriyet bu hallere mi düşecekti?
Düşünen Adam