KUBİLAY S. ÖZTÜRK
Dünyamız kaynayan koca bir kazana benziyor giderek. Herkes bir kepçe daldırıyor içine ama her birinin şansına başka bir şeyler çıkıyor. Kiminin yüzü gülüyor, kimine ağlamak düşüyor. Kimi ders alıyor bundan, kimi hayale dalıyor. Kısa bir tur atalım küçük mavi dünyamızda şimdi ve bakalım neler ilişecek gözümüze.
Güney Kore’de önemli bir gelişme yaşandı mesela. 3 Aralık’ta gece yarısı sıkıyönetim ilan etti Cumhurbaşkanı Yoon. Parlamento çoğunluğunu kazanıp, giderek güçlenen muhalefeti tasfiye etmekti niyeti. Fakat “seçimle gitmem” manasına gelen bu hamleye karşı, halk da sokaklara dökülüp eski yıllardaki darbe geleneğine tekrar geri dönmek istemediğini haykırdı. Muhalefet partileri Parlamento’yu hemen toplayıp, sıkıyönetimi geçersiz kılan bir karar aldılar. Askeri darbe girişimi geçersiz hale getirildi, Yoon’un görevden alınması süreci de başlatıldı.
Şimdi G. Kore yasalarına göre, Parlamento’da oylama yapılacak bunun için, alınacak kararı da Anayasa Mahkemesi görüşecek. Onaylanırsa, Cumhurbaşkanı koltuğundan kalkıp yargıçların önüne oturacak, onay verilmezse Yoon tekrar koltuğuna oturacak ama muhtemelen anti-demokratik yollara bir daha yeltenemeden görev süresini tamamlayacak. Direnen G. Kore halkı, kararlı davranarak, demokrasiyi ve geleceğini sağlama almayı becerdi.
Fransa’da da iktidar krizi var bugünlerde. Geçen yıl yapılan genel seçimden sonra, Cumhurbaşkanı Macron, hükümeti kurma yetkisini demokratik teamüllerin aksine en fazla oyu alan Sol İttifak’a değil de, kendi desteklediği Barnier’e vermişti. Koalisyonu kuran merkez sağ-liberal eğilimli Barnier, ülkede bütçe açığını kapatmak için önemli harcama kesintileri ve yeni vergileri içeren bir bütçeyi Parlamento’dan geçirmek istedi. Buna onay alamayınca da, siyasi bir manevra yapmaya girişti. Muhalefet buna karşın birleşti ve güven oylamasıyla hükümeti düşürdü. Halkı daha fazla ezmeyi amaçlayan o bütçenin uygulanmasına izin verilmedi. Fransa Anayasası’na göre ancak önceki seçimden iki yıl sonra, yani Temmuz 2025’de yeni bir seçim mümkün olacak. Bu durumda, ya Macron dersini alıp, yeni hükümeti kurma görevini en fazla oyu alan Sol İttifak’a verip haklarını teslim edecek, ya da kendine yakın başka birine görev verip, ülkeyi yönetmeye ve halkın tepkileriyle baş etmeye çalışarak, dönemini tamamlayacak.
Fransa halkının Macron’u daha fazla idare etmeyeceği açıkça ortada.
Almanya’da da işler karışık. Hristiyan Demokrat Parti’nin lideri olan ve ülkeyi uzun yıllar boyunca yöneten Merkel’in “saadet yılları” sona ermişti orada. Bunun en önemli sebebi de, Rusya’dan sağlanan ucuz enerjinin kesilmesi olmuştu. ABD zaten bu ticari ilişkiyi başından beri istemiyordu. 2022 Şubat’ında başlayan Rusya-Ukrayna savaşı vesile edildi, doğal gaz hatlarına fiziki engeller konulup, sabotajlar yapıldı. Merkel’den sonraki yeni iktidar koalisyonu ise Sosyal Demokrat, Yeşiller ve Hristiyan Demokrat partilerden oluşmuştu.
En fazla oyu alan SDP’nin lideri Scholz başbakan oldu. Ancak bu partiler uyumlu bir hükümet çalışması yapamadılar. Sonuçta enflasyonda artış, ekonomide durgunluk başladı. Bunun üzerine kemer sıkma ve yeni vergiler konusu, orada da gündeme geldi. Koalisyonda görüş farklılıkları oluşunca, yeni bütçeye engel çıkartan H. Demokrat Maliye Bakanı’nı görevden aldı Scholz ve 3 yıldır süren o hükümet dağıldı.
Sosyal Demokrat ve Yeşiller şimdi yeni bir güvenoyu alıp, azınlık hükümeti şeklinde yönetmeye çalışacaklar Almanya’yı. Olmaz ise erken seçime gidecekler. Almanya bu türden sıkışıklıkları aşmak için yol bulabiliyor kendisine, ders de çıkartabiliyor. Yönetim krizine kadar vardırmıyor işleri.
ABD’de ise Biden dönemi sona erdi malum. Fakat sistemleri gereği 20 Ocak 2025’de yemin ederek göreve başlayacak Trump. Şimdi bir geçiş dönemi yaşanıyor. Fakat projelerini kamuoyu ile rahatça paylaşıyor yeni başkan. Onun temel derdi, ABD’ni yeniden dünya lideri yapabilmek. Hükümetini belirledi, çeşitli görüşmeler de yapıyor içerideki ve dışarıdaki muhataplarıyla. Ne yapacağını, neleri yapmayacağını açıkça söylüyor. Fakat Trump’ı tekrar seçen ABD’nin demokrasi açısından hiçbir ders çıkartamadığı da ortada. Kendi refahları uğruna, dünyaya yeniden düzen vermeye kalkarken, ülkelerinde de kuvvetler ayrılığı başta olmak üzere, bütün demokratik usullerde bir gerileme bekleniyor bu yeni dönemde. Üstelik tüm dünya etkilenecek bu tarzdan, o da ayrı bir sorun olacak elbette.
Hatta daha koltuğuna oturmadan, bazı tehditlerde bile bulunmaya başladı Trump. Hamas’a sert bir çıkış yaptı mesela ve kendisi işe başlamadan, rehin almış oldukları İsrail vatandaşlarının tamamını serbest bırakmalarını “buyurdu”. “Çok kötü olurmuş yoksa”..!
Zaten 14 aydır bombalanan, vurulan, oradan oraya sürülen ve sonra tekrar sürülen Gazze sakinlerinin yaklaşık 50.000 kadarı çoktan bu dünyadan göçtü gitti. Yaşlı, kadın ve çocuktu üstelik ölenlerin çoğu. Taş üstünde taş kalmayan Gazze’nin yıkıntılarından, başka beden kalıntılarının çıkması da mümkün ve bu sayı daha da artacaktır.
Zaten açlık ve hastalıklar büyük boyutlara erişti şu anda. Acaba daha ne kadar “çok kötü” olunabilir ki Gazze’de? Burası pek anlaşılmadı. Üstelik Trump’ın geri istediği rehinelerin de kaçı sağ kaldı acaba, o da bilinemiyor. Buna karşın, Trump faktörünün bir olumlu etkisi de oldu doğrusu, Gazze barışı için Hamas ve FKÖ ortak çalışma kararı aldılar. Bunu da önemli bir gelişme olarak değerlendirmek gerek.
İsrail’in ırkçı lideri Netanyahu açısından da, sayısı çok az olsa bile İsrailli rehineleri ülkelerine geri getirebilmek ziyadesiyle önemli. Hatta şahsi beka sorunu. Bunun olup olamayacağını, ilerleyen zamanlarda göreceğiz. Fakat Netanyahu kaldığı yerden soykırıma ve genişleme politikasına devam etmeyi de isteyecektir. Trump iktidar olana kadar dayandı ya, artık kendisine karada ölüm olmayacağını düşünecektir. Yaşananlar ona ve İsrail’deki diğer ırkçı, gerici partilere hiçbir ders veremedi çünkü.
Fakat mevcut ABD yönetimi, gitmeden hemen önce bazı operasyonların talimatını da verip, önemli adımlar attı. Muhtemelen Trump’ı da bağlayacaktır bunlar. Rotasından sapmasına, hedeflerinin dışında bir konuma girmesine bile sebep olacaktır hatta. Bazı oldubittiler yaparak, şimdiden fitili ateşlenmiş bombaları Trump’ın kucağına koyuverdi Biden yönetimi. Bunlardan en önemlisi de Suriye konusu oldu elbette. Orada önemli hazırlıklar yapıldığı, cihatçı çetelerin yetiştirilip silahlandırıldığı ve İsrail’in bombardımanlarıyla da onlara “yol hazırladığı” anlaşılıyor.
Bunca hızlı bir saldırı ve ilerlemeye, tüm dünya kadar ABD bile şaştı muhtemelen. Elbette Suriye’de saldıran taraf, karşısındaki kaçtıkça kovalamayı da sürdürecektir. Kadim dönemden beri bilinen bir savaş kuralıdır bu. Anlaşılan Suriye’nin diktatörü de, binlerce kilometre uzaktaki müttefiki Rusya’nın kendi sorunlarıyla uğraştığı bir süreçte, su uyusa bile düşmanın uyumayacağını hesaba katmayarak, ipin ucunu epeyce kaçırmış durumda. Kısa sürede bu kadar gerilemesini anlayabilmek, başka türlü mümkün değil.
Muhtemelen Suriye’nin çoklu bölünmesiyle biter bu savaş. Hatta İsrail’in bile, bugün itibariyle HTŞ saldırılarının beklediği nihai hatları da hızlıca aştığını görerek, cihatçı orduyla yakında komşu olacağı gerçeğini anladığını ve korkuya kapıldığını söylemek mümkün. Suriye’de Esat rejimini yok etmeye çalışırken, belanın daha büyüğüyle baş başa kalma ihtimali, İsrail’i gerçekten şaşkına çevirmiş durumda.
Rusya ise çok sert tepki vermedi bu saldırıya. Fakat Esat iktidarı gitse, Suriye devleti bitse bile, kendisi için önemli olan Lazkiye ve Doğu Akdeniz’deki diğer üslerinden asla vaz geçmeyecektir. Çabası da artık bu noktada olacaktır. Zira başında Ukrayna sorunu varken, tümüyle Ortadoğu’ya dönmesi de mümkün değil. Hatta cihatçı güçler saldırıya geçmeden çok önce, ABD ile Rusya arasında bir mutabakat sağlandığını bile düşünmek artık hiç de yanlış olmayacak. Buna ilave olarak Irak, İran ve Çin gibi ülkeler ile Kürt realitesini de, Suriye konusunda dikkate almak gerekiyor. Zira orada meydana gelenler, daha epeyce şekle girip-çıkma potansiyeline de sahip.
Uzak Doğu, AB ülkeleri, ABD ve İsrail, Suriye ve Ortadoğu’ya baktıktan sonra şimdi gelelim Türkiye’ye. Gördük ki, ülke kendi meşrebince yaşadıklarından ya bir ders çıkartıyor, demokrasi tecrübesini daha da arttırıyor; ya da doğru olduğuna inandığı yolda yokuş aşağı koşmaya devam ediyor günümüz dünyasında.
Bizde durum ne olacak? Çeşitli riskler var elbette içinde bulunduğumuz coğrafyada. İktidar bu son gelişmeler üzerine şimdilik bazı konuları beklemeye almış görünüyor. “Hızlansın o görüşmeler” diye zorlanan Öcalan’la randevu işi bile donduruldu.
Çünkü Suriye fena karıştı. Bu aynı zamanda Irak ve Suriye’deki Kürt varlığının da karışması demek haliyle. Türkiye şimdi kartların yeniden karılmasını ve yeni bir masaya oturulmasını bekleyecektir. Bunca yıl gözetilen, desteklenen SMO’nun artık işe yaramasını, Fırat’ın batısının, M5 karayolunun kuzeyinin Kürt varlığından temizlenmesini umacaktır. Türkiye bariz şekilde, Irak’taki zorunlu Kürt komşuyu kabul edip, Suriye’dekini istemediğini belli ediyor zaten. Üstelik ülkemizdeki geçim ve pahalılık derdine bir çare bulamadı ama Halep Kalesi’ne bayrak çekilmiş olmasının bütün gündemi hemen ve tamamen değiştireceğine de inanıyor iktidar.
HTŞ ilerliyor diye sevinç gösterildiği de açıkça ortada. Fakat yarın cihatçıların Kürtlerle de kapışacağını beklemek ne kadar gerçekçi acaba? Kazanımlarını korumayı daha önemli bulamazlar mı? IŞİD ve El Kaide tecrübelerinden sonra, onların da kendi realiteleri yok mudur? Sonra dönüp kime vuracakları nasıl belli olacak acaba?
O nedenle, daha sakin ve gerçekçi bir tavır alması lazım ülkemizin. Son gelişmelerin hızına bakıp da, düne kadar yanaşmadığı erken seçim önerilerine dört elle sarılırsa iktidar, ne hale gelir acaba ülkemiz? Halep, Tel Rıfat, Hama, Humus derken, esen rüzgarın sadece iktidarın yelkenini dolduracağına hükmedip de, dünyada kaynayan bu kazana kepçeyi daldırmadan önce, hem içerideki ve hem de dışarıdaki realiteleri iyice düşünmek lazım.