Balıkesir’in değerlerini ortaya çıkarmak için çalışıyor

Prof. Dr. Bayyiğit, genç yaşta gazetecilik yapmış, tiyatro sahnesinin tozunu yutmuş, okul mehteranında borazan çalıp müzikteki ustalığını göstermiş, öğretmenlik ve öğretim üyeliği yapmış. Şimdide Balıkesir'in değerlerini ortya çıkarmanın peşinde.,

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Prof. Dr. Mehmet Bayyiğit, doğduğu, büyüdüğü, ekmeğini yediği Balıkesir’in unutulmuş değerlerini ortaya çıkarmak için çırpınıyor. Kendi alanında yaptığı çalışmalarla, pek çok kurum ve kuruluşa öncülük edip, Balıkesir’in soyut ve somut Tarihi Kültürel Değerlerine katkı sunmak için çalışıyor. Hasan Basri Çantay, İmam Birgivi, gibi tarihe damga vurmuş şahsiyetlerin kitaplarını kültür hayatına kazandırdı.  Türkiye’deki üniversitelerde olmayan, Manevi-Psikolojik Danışma ve Araştırma Merkezini Balıkesir Üniversitesinde hayata geçirdi. Balıkesir’de ilk kez 5 Mart 1886 yılında yayın hayatına başlayan Vilayet Gazetesi olan, Karesi Gazetesinin yıllar sonra tıpkı baskısını ve Türkçelerini 3 ciltlik eser olarak yayımlattı. Bayyiğit, yakında kitapçılardaki raflarda yerini alacak olan Hasan Basri Çantay’a Vefa kitabının son kontrollerini yapıyor.

 

 

Mehmet Bayyiğit kimdir?

 Hasan Basri Çantay‘a, “Tercüme-i haliniz nedir? ” Diye soruyorlar. Diyor ki: “Halim yok ki tercümem olsun.” İnsanın kendini anlatması zordur. Ancak hayatımızın merhaleleri zikredilebilir. Köken olarak, Osmanlı-Rus savaşından sonra Bulgaristan Hasköy’den gelip Ovaköy’e (Atanas) yerleşmişiz. Dedem burada doğmuş (1897). Babam gençlik yıllarında Balıkesir’e yerleşmiş. Annemle burada evlenip Vicdaniye mahallesinde kendi imkan ve emekleriyle annemin arsası üzerine tek katlı bir ev yapmışlar. Küçük de bir bahçesi vardı. 1954 yılının Aralık ayının son günlerinde bu evde doğmuşum.  Kayabey İlkokulunda okudum. Daha sonra Zağnos Paşa Camii yakınında, Hamamın kadınlar kısmının karşısında, bugün meydan haline getirilen yerde iki katlı ahşap, bahçeli bir eve taşındık. Gençlik yıllarım “çarşı” civarında geçti. Maalesef o güzelim ev, istimlak edilerek yıkıldı. Lise yıllarında Milli Türk Talebe Birliği Balıkesir Temsilciliği Başkanlığını yaptım. O dönemde kültürel birçok etkinliklerin yanı sıra Gençlik adlı bir de dergi çıkardık.

 

 

Genç yaşlarda gazetecilik yapmışsınız dersek doğru olur mu?

Bu iddialı bir görüş olur. Yayınımızın boyutları da içeriği de gazete ile dergi arasındaydı. Liseli öğrencilerin çıkardığı amatörce yayınlanan bir dergiydi. 1970’in ilk yıllarında Balıkesir’de dergi çıkarmak için matbaa olanakları kısıtlıydı.  İstanbul Cağaloğlu’nda teşkilatın matbaasında basımı yapılıyordu. Balıkesir’de öğrenci arkadaşlarla yazıları ve görsel malzemelerimizi hazırladıktan sonra, İstanbul’a gidip sayfa düzeni, klişeleri, basım öncesi epey bir zaman alıyordu. Orada bize yardım eden arkadaşlar olmasına rağmen, hazırlık ve baskı safhalarında İstanbul’da sıkıntılı günler geçirdiğimizi söyleyebilirim. İki renk bastırıyorduk. Baskı sayımız yerel basından çok fazlaydı. Çünkü gençlere yönelik bir yayın yapıyorduk. Neredeyse bütün okullarda abonelerimiz vardı. Temsilcilerimiz aracılığıyla dağıtımını yapıyorduk. O zaman Eğitim Enstitüsünden de katkı sağlayan dostlarımız vardı. Bu deneyimin bütün arkadaşların sonraki yaşamlarında önemli etkisi olduğunu söyleyebilirim.

 

 

Çocuk denecek yaşlarda bir derneğin başkanısınız, gazete çıkarıyorsunuz, okuyorsunuz, çok enerjikmişsiniz başka neler sığdırdınız yaşamınıza?

Ortaokul yıllarımız bilhassa lise dönemimiz, bugünden bakıldığında sosyal, kültürel ve sportif faaliyetler açısından herkes gibi hareketliydi. Bırakın sosyal medyayı, interneti, akıllı telefonları televizyonun da yeni deneme yayınları yaptığı fakat yaygınlaşmadığı yıllar daha mı “İnsani” ve “Güzeldi” bilmem. O dönem Halk Eğitim Merkezinde çok güzel kültürel faaliyetler yapılıyordu. Tiyatro dalında çalıştığımı, bir piyeste sahne aldığımı hatırlıyorum. Balıkesir’de o dönemde bisiklet sporu çok meşhurdu. Balıkesir Stadyumunda Velodrom vardı ve şehre ayrıcalık katıyordu. Türkiye’deki 2 Velodromdan biri kentimizdeydi. 1971 yılında İzmir’de düzenlenen Akdeniz Olimpiyat oyunlarının bisiklet müsabakaları Balıkesir’de gerçekleştirildi. Yol Rotası Bandırma Balıkesir olurken, pist yarışları Atatürk Stadyumu’nda yapıldı. Pist yarışlarında Türk takımı Bronz madalya ile 3’üncü oldu. Bu nedenle ben de bisiklet sporuna merak sardım. Mahallemizdeki bisikletçi bir ağabeyin teşvikiyle bölge bisikletçisi oldum. Gençler arası Türkiye Şampiyonası yarışmalarına katıldım. Derece alamadım ama 85 kilometre olan yarışı bitirdim. Okulumuzun Mehter takımından da bahsetmek isterim. O yıllarda meşhur olan Turgutlu Mehter takımı ustaları gelip bizi yetiştirmişlerdi. Kostümleriyle, enstrümanlarıyla muhteşem bir takımdık. Mehterin Sazende kısmında trompet çalıyordum. Halkın büyük ilgisine mazhar olduğumuzu söyleyebilirim. 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, gerek stadyumdaki gerekse Tren İstasyonunun önünde yapılan geçit törenlerinde yaptığımız programlar alkışlarla karşılanırdı.

 

 

Üniversite yıllarınız?

Balıkesir İmam-Hatip Okulundan mezun olduktan sonra, Bursa ve Ankara’daki üniversitelerde kısa süreli öğrencilik günlerim oldu. Buralardan kaydımı alarak, babamın teşvikiyle Erzurum Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesine kaydoldum. Üniversitenin ikinci yılında Milli Türk Talebe Birliği’ndeki Sekreterliğimin yanı sıra, Balıkesir’deki deneyimimden cesaret alarak, arkadaşlarımla birlikte Erzurum’da da, Talebe adıyla bir dergi çıkardık. Öğrencilik yıllarımız, 1980 askeri darbesi öncesi, anarşi ve kargaşanın yoğun olarak yaşandığı yıllardı. Ancak bizler, mümkün olduğunca anarşinin tuzağına düşmeden, eğitimle, basın-yayın ve kültürel faaliyetlerle öğrencilik yıllarımızı geçirdiğimizi söyleyebilirim.

 

 

Mezuniyetinizden sonra?

Üniversiteden mezun olduktan sonra 1980’de Balıkesir Teknik Lise ve Endüstri Meslek Lisesi’ne öğretmen olarak atandım. Güzel bir öğretmenlik dönemi geçiriyordum. Ne var ki, öğretmenliğin üçüncü yılından sonra akademik çalışma yapma ihtiyacı duymaya başladım. 1984’de Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünün açtığı bir doktora programına başvuruda bulundum. Sınavı kazanınca derslere başladım.

 

 

Bursa’ya gidip gelmeyi nasıl göze aldınız? İşinize engel olmadı mı?

Doktora eğitimi alırken Balıkesir’de de öğretmenlik yapıyordum. Bir ayağım Balıkesir’de bir ayağım Bursa’daydı.  O dönemde, okul müdürümüz Naim Durmaz’ın yardımsever ve hoşgörülü tutumunu anmalıyım. Okulundaki bir öğretmenin doktora yapmasından çok memnun olmuştu.  Dolayısıyla okuldaki ders programımı, doktora ders programıyla çakışmayacak şekilde ayarlamıştı. Doktora çalışmalarım sürecinde, Konya Selçuk Üniversitesi’nde Asistanlık sınavı açıldı. Atatürk Üniversitesi’nden Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesine geçen bir hocamdan mektup aldım. Bu sınava girmemi istiyordu. Sınava girdim ve kazandım. Böylece,  1985’de Araştırma Görevlisi olarak üniversiteye geçtim.

 

 

Milli Eğitim’den sonra üniversitedeki akademisyenlik döneminizde neler yaptınız?

Bursa Uludağ Üniversitesi’nde başladığım doktora öğrenimimi 1989 yılında tamamladım. 1992’de Yard. Doç. Dr. kadrosuyla ders vermeye başladım. 1995 yılında Doçent, 2003 yılında profesör unvanıyla akademik kariyerimi tamamladım. Doğal olarak lisans ve lisansüstü dersler, akademik çalışmalarla geçen yıllar. Yine bu çalışmalarla birlikte uzun yıllar fakülte dergimizin editörlüğünü yaptım. Eğitim kurumlarında ve sivil toplum kuruluşlarında danışmanlık, başkanlık ve üyeliklerde bulundum. Çok sayıda sosyal ve kültürel faaliyetler yaptık. 2011 yılında, Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ömer Dinçer’in davetiyle, MEB Talim Terbiye Kurulu’nda Kurul Üyesi olarak göreve başladım.

 

 

Başbakanlıkta “Çocukları Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu” vardı, orada görev aldınız mı?

Çocukları Muzır Neşriyattan Koruma Yasası Turgut Özal Hükümeti döneminde gündeme gelmiş ve kurul yasalaşarak göreve başlamıştı. İlgili bakanlıklar ve kurumlardan temsilcilerin bulunduğu bir kuruldu. Kurulda, Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulunu temsilen başkanla birlikte yaklaşık iki yıl görev yaptık. Benim için iyi bir deneyim oldu. Çocuklarımızı nasıl büyük tehlikelerin beklediğini öğrenme fırsatı buldum. Gençlerimizi dejenere etmek için çıkar amaçlı ve kötü niyetli odakların, basın-yayın ve dijital materyaller yoluyla (Bunların neredeyse çoğunluğu batılı ülkelerden sokuluyordu) adeta insanımıza ve toplumumuza saldırıların farklı ama içten çürüten bir boyutunu oluşturuyordu. Değişen fazla bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bugün yakındığımız vahim durumun tesadüf olmadığını, eğer erken bir zamanda gerekli tedbirler alınabilseydi, aile ve sosyal yapının bu denli hasar görmeyebileceğini söyleyebilirim. Tabii ki hukuki yaptırımlar söz konusuydu. Salt cezai müeyyidelerin yeterli olmadığı, olamayacağı malumunuzdur.

 

 

Kısaca Muzır Neşriyat Kanunu denilen yasa gereğince bazı yayınlar poşete alındı. Madem zararlı, madem poşetliyorsun niye satıyorsun?  Sorusu insanın aklına geliyor.

Kitapların poşetlendiği dönem benim kurul üyesi olduğum zamandan önceleri gerçekleşmiş. Bu durumu dönemi itibarıyla değerlendirmek gerek. Şimdi poşetlik bir durum söz konusu değil. Zaten her şey açık-beyan ortadadır. Sosyal medyaydı, internetti derken bunlar aşılmış bir vaziyette. O dönemin kurul üyeleri, öyle düşünmüş olabilirler. Örneğin günümüzde de, sigara paketlerinin üzerinde “Sigara öldürür”, “Sigara sağlığa zararlıdır”, “Sigara kanser yapar” gibi uyarıcı, insanları uzaklaştırmaya yönelik bir takım yazılar ve fotoğraflar var. Tedbir amaçlı düşünülmüş olabilir. Yeterli mi? Tabii ki değil. Ama yine de kısmen faydası olduğunu yetkililer söylüyor. İnsanları, halkı bilinçlendirmeden, küçük yaşlardan itibaren eğitmeden, özellikle ahlakı esas alan değerlerimizi benimsetmeden yani yeterli bir donanıma sahip bireyleri yetiştirmeden, yasaklamalarla, poşetleme veya uyarı yazılarıyla önleme çabalarının yeterli olmadığı, problemi çözmediği anlaşılmıştır. Türkiye’ye saldırılar yalnız siyasal yönden, ekonomik yönden, propagandalarla baskılarla değil. Saldırıların Cinsellik ve maneviyat üzerinden de olduğunu söyleyebilirim. Mahkemelerden gelen kararlar da o kurulda inceleniyor, aynı zamanda bilirkişi gibi görüş bildiriliyordu.

 

 

Hocam, Balıkesir’e gelmeniz nasıl oldu?

O günlerde Balıkesir Üniversitesi Rektörü aradı. Balıkesir’de İlahiyat Fakültesi kurmak istediklerini belirterek kurucu dekanlık teklifinde bulundu. Selçuk Üniversitesi’nde Yüksek lisans, doktora öğrencilerim var, derslerine giriyorum. Aynı zamanda kurul üyeliği için Ankara’ya gidip geliyorum. Bir de Balıkesir işi ortaya çıkınca ne yapmam gerektiğini düşündüm, istişarelerde bulundum. Neticede, Bakanın da Talim Terbiye Kurulu üyeliğini bırakmamam şartıyla izin vermesi üzerine, kurucu dekanlığı kabul ettim. Bu kez Ankara Balıkesir arasında gidip gelmeye başladım. Selçuk Üniversitesi’ni ihmal ettiğimi düşünerek orayı tamamen bıraktım. Balıkesir’de bir İlahiyat Fakültesinin açılmasında geç kalınmıştı. Bizden sonra kurulan üniversitelerde bile çok önceleri İlahiyat Fakültesi açılmış fakat imkan ve potansiyel olarak onlardan daha iyi durumda olan Balıkesir Üniversitesinde şimdiye kadar açılmamıştı. Bu bölgenin çocukları başka şehirlerde okumak zorunda kalıyordu. Bu nedenle kaybedilen zamanı telafi etmek zorundaydık. Hızlı bir süreçti. Hemen yasal başvuru için kuruluş dosyası hazırlayarak YÖK’e başvurumuzu yaptık. Onaylanınca süratle idari ve akademik kadromuzu tamamladık ve fakültemizi 2013-2014 eğitim-öğretim yılına yetiştirerek güzel bir törenle açılışını yaptık.  Kuruluşun ilk yılında Necatibey Eğitim Fakültesi (NEF) Mediko Sosyal Merkezi Binasının üst katında çalışmalara başladık. Bize verilen alanı ölçtük, biçtik, memur odası, idarecilerin odası, akademik personelin odaları derken geriye kalan 2 odada 40 öğrencinin öğrenim göreceğini hesapladık, iki sınıfta 20’şer öğrenci ile derslere başladık.

 

 

Balıkesir’de Üniversite yoktu fakat NEF vardı, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Meslek Yüksek Okulu, Turizm ve İşletmecilik Yüksek Okulu vardı. Yine de geç mi kalındı düşüncesindesiniz?

Şehirlerin kalkınmasında üniversitelerin önemli bir payı vardır. Üniversiteler; çeşitli fakülteleri, araştırma merkezleri, laboratuvarları, enstitüleriyle ülkeye olduğu kadar ama öncelikli olarak bölgeye, sanayisine, kültürüne, tarihine, turizmine kısacası hayatın bütün alanlarına hizmet üreten, lokomotiflik yapan kurumlardır. Diğer yandan bölge insanının potansiyel gücünün değerlendirilebilmesi de ancak bu imkanların kendisine sunulmasıyla ilgili bir durumdur. Belki de en önemlisi, üniversiteler beyin göçünü önler hatta gelişmesiyle beyin göçünü tersine çevirir. Kısacası, Balıkesir’e üniversitenin çok daha erken zamanda kurulması gerekirdi. Balıkesir’in insan unsuru, ekonomik potansiyeli, coğrafi konumu buna çok uygundu. Üniversitenin kuruluşunda geç kalındığı ayrıca, kampüs yerleşim yerinin de doğru seçilmediği, hatta gelişmesinin önündeki engellerden biri olduğu söylenebilir. Gelişim ve tercih açısından Bursa yol güzergâhı ve şehre yakın bir yer seçilebilirdi.

 

 

Sizin başlamanız nasıl oldu?

Başlangıçta binamız yoktu. Bizim çektiğimiz bina sıkıntısını diğer fakülteler de kuruluş aşamasında çekti. Bir bakandan dinlemiştim. Kuruluşumuzdan 20 yıl önce Meclis’te Balıkesir’e Üniversite’nin açılımıyla (1992) birlikte İlahiyat Fakültesinin de açılması gündeme gelmişti. Fakat sahip çıkan olmayınca, haydi söyleyeyim, dönemin Balıkesir milletvekillerinden bazılarının komisyonda karşı çıkmasıyla fakülte Çanakkale’ye kaydırılmıştı. Daha doğrusu Çanakkale milletvekilleri, fakültenin kendi şehirlerine açılmasını talep etmişler ve böylece Çanakkale 18 Mart Üniversitesi kuruluşuyla birlikte İlahiyat Fakültesi de 1992’de açılmıştı. Balıkesir bu fakülteyi 21 yıl sonra (2013) açabildi. Bir bilim yuvasının açılmasına karşı çıkmak anlaşılır bir durum değildir. Öğrenci kapasitemizi arttırmak için Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’nun Yerleşkeye taşınmasından sonra boşalttığı binaya geçtik. Sosyal faaliyetlerle bilimsel çalışmalarla kültürel miras araştırmaları ile okulumuzu daha iyi bir yere taşımaya çalışırken, hem öğrenci sayımızı, hem akademik kadromuzu artırdık. Görevden ayrıldığımda öğrenci sayımız takriben 650, öğretim elemanı sayımız 27’ye ulaşmıştı.  Sonuç olarak, sadece kendi fakültem için söylemiyorum üniversitemizin gelişmişlik yolunda, çok ciddi bir zaman kaybı var. Bu durum, daha önce söylediğim gibi çok çalışılarak, mülki idarenin, siyasetin, yerel yönetimlerin, ajans ve odaların üniversiteyle koordineli işbirliğiyle aşılabilir. Nitekim bu konuda bir kıpırdanma olduğu da görülmektedir.

 

 

“Kültürel Miras” derken ne kastettiniz? Ne gibi çalışmalar yaptınız?

Geçmiş, geleceğin aynasıdır derler. İbn Haldun’un bir sözü var: “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha fazla benzer” diye. Tarihe, öncekilere ne kadar iyi bakarsak, geleceği de o kadar iyi görürüz. Bu bağlamda, Balıkesir’in somut ve somut olmayan kültürel mirasının tespiti ve gelecek kuşaklara aktarılmasının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Büyük Şahsiyetler ve Eserlerinden Eğitim Hayatı ve Kurumlarına, Sanat ve Edebiyattan Mimariye, İktisadi Hayattan Dini Hayata, Basın-Yayından Mahkeme Zabıtlarına, Sosyo-kültürel hayattan Spora, Tarıma, Gastronomiye, Musikiye kadar bütün konular bu araştırmaların kapsama alanı içindedir. Fakültemizi kurduğumuzdan itibaren bu çalışmalara başladık. Öncelikle 2014 yılında Hasan Basri Çantay ile ilgili. Vefatının 50’nci yılında Hasan Basri Çantay Sempozyumu yaptık. Sempozyum bildirileri daha sonra 2 cilt halinde yayınlandı.  Hemen akabinde, Balıkesirli Bir İslâm Âlimi İmam Birgivi Uluslararası Sempozyumu düzenledik. İmam Birgivi Balıkesir’de yeterince bilinmiyordu. Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşamış, çok etkili olmuştu. Sadece bizi değil Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki ülkeleri de etkilemiş, medreselerde kitapları okutulmuştu. İmam Birgivi Sempozyumu yapacağımızı duyurmaya çalışırken bizi şaşırtan bir gelişme yaşadık. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Japonya, Mısır, Azerbaycan gibi ülkelerden bilim insanları katılmak için başvurdu. İmam Birgivi Sempozyumu da 3 ciltlik kitap halinde basıldı. Sempozyumla birlikte İmam Birgivi’nin Balıkesirli olduğu tescillendi.

 

 

İmam Birgivi Balıkesirli olmasına rağmen Ödemişli olarak biliniyor. Yabancılar ABD’den, Japonya’dan Balıkesir’e gelecek kadar nasıl iyi tanıyor?

Onun eserleri üzerine çalışmış, araştırmalar yapmış, uzmanlaşmış bilim insanları var. Türkiye’de de doktoralı İmam Birgivi uzmanı hocalarımız var. Ancak, çok yönlü olan İmam Birgivi’nin daha çok araştırılmasına ve tanıtılmasına ihtiyaç var. Birkaç yayınlanmış kitabının dışında tespit edilen 50’nin üzerindeki risalesi hala yayınlanmamış. Balıkesir Üniversitesi’nde, “İmam Birgivi İslam Araştırmaları Merkezi” projemiz vardı, maalesef itibar görmedi, hayata geçirilmesi gerçekleşmedi. Osmanlı’da imam lakaplı İmam Birgivi‘den başkası yoktur. Maalesef kültürel yozlaşma ile imam denince insanlar cami imamı anlıyor. İmam Birgivi çok pervasız bir adamdır, muhaliftir, müdanasızdır. Kimseye boyun eğmez, bir yerde bir hata varsa eleştirilerini çekinmeden söyler. Eleştirilerinden nasibini sadrazam da alır, şeyhülislam da alır, ulema da alır, padişah da alırdı. İstanbul’dayken, Birgi’ye gitmeden önceki ismi, Muhammet Çelebi El-Balıkesiri idi. İstanbul’daki büyük camilerde vaazlar vermiştir. Vaazlar o zamanlarda çok önemlidir. Medyanın olmadığı dönemde vaazlar medya görevi görürdü. Vaazlar sayesinde insanlarla iletişim sağlanır, güncel konular tartışılırdı. Büyük topluluklara hitap ediyorsunuz, nasihat ediyorsunuz, gerekirse büyük sosyal problemleri orada dile getiriyorsunuz, eleştiri yapıyorsunuz. İmam Birgivi, konuşmalarında sosyal yozlaşma olduğunu, insanlar arasında bidat ve hurafe dediğimiz batıl inanışların yaygınlık kazandığını, atamalarda liyakat ve ehliyetin ortadan kalktığını, vurgunculuk, talancılık, şahsi çıkar sağlamanın yaygınlaştığını, devlet yönetiminde hatta kadıların bile rüşvetle atandığını pervasızca söyleyebilen birisidir. Eleştirilerinden nasibini alan Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa ve Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin kendisiyle görüştükleri kayıtlarda vardır. Sokollu Mehmet Paşa ile görüşmesinde Birgivi bazı önerilerde bulunmuştu. Bu görüşme sonucunda devlette kısmen bir düzelme olduğu söylenmektedir. Kendinden sonra da etkisi yüzyıllar boyu devam etmiştir.

 

 

Fakültede başka çalışmalarınız oldu mu?

Kuruluşumuzdan kısa bir zaman sonra “Balıkesir İlâhiyat Fakültesi Dergisi” çıkarmaya başladık. İstikrarlı bir şekilde çıkmaya devam ediyor. Batı üniversitelerinde olan, fakat Türkiye’de olmayan Manevi-Psikolojik Danışma ve Araştırma Merkezi kurduk. Gençliğe yönelik, üniversitelerde faaliyet gösteren bu merkezi ilk kez Balıkesir’de hayata geçirmiş olduk. O kuruluş da çalışmalarını sürdürüyor.  Ayrıca, “Cunda Toplantıları” adı altında çok sayıda, farklı konularda çalıştaylar düzenledik, sorunlara çözümler ürettik. Çözüm önerilerimizi de devletin İlgili kurumlarıyla paylaştık. Daha sonra dijital ortamda yayınladık. Ayrıca, yapılan çok sayıda konferans, seminer ve geceler de söylenilebilir.

 

 

Balıkesir’in Kültürel Mirası Sempozyumu’na dönersek, sizi buna yönelten ne oldu?

Balıkesir’de Lise ve Maarif Müdürlüğü (1922-1925) yapmış olan,  1927’den itibaren 3 dönem Balıkesir milletvekilliği de yapan İsmail Hakkı Bey (Uzunçarşılı), Balıkesir’de bulunduğu yıllarda “Karesi Vilayeti Tarihçesi”, “Karesi Meşâhiri” gibi kitaplar yazmıştı. Bilhassa Karesi Meşâhiri’nde yüze yakın Balıkesir’in meşhur devlet adamları, âlimleri, edipleri, meşâyihi anlatılıyordu. Fakülte olarak sadece biz değil, bütün fakülteler kültürel mirası ortaya çıkarmak için ortak çalışma yapmalı diye düşündük. Balıkesir’in Kültürel Mirası diye uluslararası sempozyum başlattık. Sempozyumu gerçekleştirdiğimiz zaman baktık ki çok büyük bir hazine var, ikincisini yapmamız şart oldu. Balıkesir’in tarım ve hayvancılığından eğitimine, ekonomisine, dini hayatına, mimarisine, sanatına, basın hayatına kadar pek çok alanda ortaya çıkarılması gerekenler var. Her iki sempozyumun sonuçlarını baskı yapılamadığı için dijital ortamda 10 cilt halinde yayınlandı. Üçüncü sempozyumun da yapılmasına ihtiyaç var. Başlangıcından beri hep şu düşünceyle hareket ettik: Bize emanet olan kültürel mirasa sahip çıkmak, onların yitip gitmesine engel olmak, gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamak.

 

 

Editörlüğünü yaptığınız Mehmet Akif Ersoy, Hasan Basri Çantay ve Karesi Gazetesi kitaplarına çok yoğunlaştığınız görülüyor. Balıkesir ile ilgili olmasından mı kaynaklanıyor?

Balıkesir birçok özelliğinin yanı sıra kültürel mirasıyla da önemli bir şehirdir. Kadim bir tarihi vardır. Antik çağdan günümüze kadar Roma, Bizans, Karesi, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemlerinde üstlendiği rol ile her zaman önemli bir şehir olmuştur. Hasan Basri Çantay, “Balıkesir Osmanlı’ya ilhak olmamıştır, iltihak etmiştir” diyor. Gönüllü bir şekilde güç birliği yapmışız. Osmanlı’da ilk zamanlar donanma yoktu. Bizde donanma da vardı. Çok önemli stratejik bir bölgeydik. Osmanlı’ya güç katan Balıkesir’dir. İstanbul’un fethinde de oynadığı rol hepinizin malumudur. Milli Mücadelede işaret fişeği yakılan yer Balıkesir’dir. Diğer şehirlere örnek olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşunda da Balıkesir ön plandadır. Yüzlerce yıllık kadim bir kültüre sahip olan  Balıkesir’in kültürel hazinelerini tespit etmek, günümüz insanına sunmak ve geleceğe de bu emanetleri bırakmak..  Yapmaya çalıştığımız bundan ibaret. Ne kadar yapabilirsek… Söylediğiniz mütevazı çalışmalar da bu çabanın ürünü.

 

 

Bu çalışmalarınız içinde Hasan Basri Çantay öne çıkıyor.

Hasan Basri Çantay, Balıkesir’le özdeşleşmiş bir isim. Kitaplarında isminin başında “Balıkesirli” ifadesi vardır. Kısaca hayat hikayesine bakacak olursak, onun Balıkesir için önemini daha iyi anlarız. Çocuk denecek yaşta, 1903 yılında Zağnos Paşa Camisi’nin yeniden açılışı münasebetiyle 50 beyitlik bir şiir yazmasıyla başlayan yazarlık hayatı ömrü boyunca devam ediyor. Mehmet Âkif’le tanışması hayatının dönüm noktası oluyor. Genç Hasan Basri, gazeteciliğe İstanbul’da Mehmet Âkif ve arkadaşlarının çıkardıkları Sırat-i Müstakim dergisinin yazıhanesinde buluşmasıyla adım atıyor. Bu ziyaretten sonra Balıkesir’de çıkan Nasihat Gazetesi‘nde yazmaya başlıyor.  Nasihat Gazetesi kapanınca Muharrem Hasbi Bey ile birlikte Balıkesir Gazetesi’ni yayımlıyorlar. Onun vefatından sonra tek başına gazeteyi çıkarıyor. Daha sonra teklif üzerine Yıldırım Gazetesi’ni çıkarıyor. İşin kötü yanı maalesef bu gazeteler elimizde yok. Öteden beri ısrarla üzerinde durduğumuz kültürel mirasın tespiti bunun için önemli. Yok olmasının, kaybolmasının önüne geçmek. 1914’te mutasarrıflığın önerisi ile Karesi Gazetesi‘nin ikinci dönem yayın hayatına başlıyor. Gazete büyük ilgi görüyor ve çok satılıyor. Çok iyi kâr elde eden Hasan Basri, kazandığı paranın 1 kuruşuna dahi dokunmadan mutasarrıfa teslim ederek Balıkesir’de Karesi vilayet matbaasının kurulmasını sağlıyor. Mondros Mütarekesi’nden kısa bir zaman önce Ses Gazetesi’ni çıkarmaya başlıyor. Ses Gazetesi yalnız Balıkesir’de değil, tüm Osmanlı’da yankı uyandırıyor. Öyle ki vekil olduğunda Ses Gazetesi Sahibi diye hitap ediliyor. Özellikle işgalcilere karşı büyük bir muhalefet yapıyor, halkı aydınlatıyor. Yayınlarından rahatsız olan İngilizler tarafından takibata uğruyor. Damat Ferit Paşa Hükümetine, İtilaf Devletleri Komiserliğince gazetenin kapatılması için müracaat ediliyor ve Ses Gazetesi kapatılıyor. kendisini tutuklama kararı çıkıyor. Bu nedenle bir süre kaçak olarak mücadelesine devam ediyor. Firari olduğu yıllarda boş durmuyor, Dursunbey ve Kepsut başta olmak üzere her yere giderek milli mücadele ruhunu ateşliyor. İzzet Çetesi ile anlaşıyor, onlara önderlik ediyor. İngiliz Komiseri şehirden kovalandıktan sonra Balıkesir’e geliyor. Milli mücadele yıllarında Balıkesir’den 6 milletvekili isteniyor. Hasan Basri Çantay dahil 6 mebus seçiliyor.  Kurucu Meclis’in tatil edilmesiyle Balıkesir’e dönüyor. Zaferi Milli Gazetesi ve diğer gazetelerde yazmaya devam ediyor. Balıkesir’de eğitim başta olmak üzere bölgenin maddi-manevi kalkınması için çalışmalarını kesintisiz sürdürüyor.

 

 

İstiklal Marşı yazarı Mehmet Akif Ersoy’un Balıkesir’le ne gibi bir irtibatı var?

Mehmet Âkif Ersoy’un her şeyden önce Hasan Basri Çantay kadim bir dostlukları var. Aynı zamanda onun üstadı. Hasan Basri Bey kendisinden, “üstad-ı kerimim” diye bahsediyor. Mehmet Âkif, Balıkesir’i çok seviyor ve Balıkesir’le ilgili şiir yazmış bir adam. Vatan müdafaasında Balıkesirlilerin öncülük yapması, kuvâ-yı milliye harekâtını başlatmaları onu çok etkiliyor. Milli Mücadeleye katkı sağlamak için, onun tabiriyle top ve tüfeğin patladığı yere, Balıkesir’e geliyor, Zağnos Paşa Camisi’nde olağanüstü bir kalabalığa hitap ediyor. Kuvâ-ı mİlliyecilerlerle beraber oluyor, esnafı, okulları ziyaret ediyor, konuşmalar yapıyor. İlerleyen yıllarda Burhaniye Pelitköy’e yerleşmeyi plânlıyor. Fakat şartlar bu arzusunun tahakkukuna imkan vermiyor. Hasan Basri Çantay,  vefatına kadar Mehmet Âkif’in bu hayal ile yaşadığını söylüyor.  Bizim “Mehmet Âkif Ersoy’a Saygı” kitabımızın Balıkesirliler olarak yayınlamamızın sebeplerinden biri de bu münasebetle ilgilidir.

 

 

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Balıkesir’le ilgili yapılacak çok şey var. Bizim yapmaya çalıştığımız mütevazı bir başlangıç. Balıkesir’le ilgili bütün alanları içine alacak şekilde, asgari 100 ciltlik bir külliyat oluşturulabilirse mesafe alınmış sayılabilecektir. Bunun için üniversite başta olmak üzere, yerel yönetimler, eğitim camiası ve sivil toplum kuruluşlarıyla eşgüdüm içinde, bilim insanları ve araştırmacılarla bir araya gelinerek çalışmalar yapılabilir diye düşünüyorum. Bu konuya gösterdiğiniz ilgi için de gazetenize ve size teşekkür ediyorum.

 

Balıkesir’in değerlerini ortaya çıkarmak için çalışıyor
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!