Evde Bakım Hizmeti Balıkesir’den Türkiye’ye yayıldı

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hilmi DUYAR / POLİTİKA,

Evde Bakım Hizmetlerinin Türkiye’de, kamuda ilk kez Balıkesir Devlet Hastanesinde başlatılıp, tüm ülkeye Balıkesir’den yayıldığı hiç aklınıza geldi mi?  Uygulamayı, dönemin Balıkesir Devlet Hastanesi Başhekimi Dr. Hasan Hocaoğlu ile Dr. Hüseyin Gündoğdu’nun yaşama geçirdiğini biliyor muydunuz? Dr. Hüseyin Gündoğdu’nun tüm protokolleri hazırlayıp Sağlık Bakanlığına vermesiyle, Evde Bakım Hizmetlerinin 81 ile yayıldığı ve hala bu formların kullanıldığı sizi şaşırttı mı?

Genel Sağlık-iş Sendikası Balıkesir Temsilcisi Dr. Hüseyin Gündoğdu, Evde Bakım Hizmetlerinin hala yeterli düzeyde olmamasından yakındı. Evde bakımın sağlık hizmeti kısmının tam anlamıyla yapıldığını, ancak bakım bölümü hizmetinin yeterli düzeyde olmadığını belediyelerin bu hizmete yeterince ağırlık vermesi gerektiğini vurguladı. Dr. Gündoğdu, Ülkemiz insanına eşit sağlık hizmeti götürmek için biçilmiş kaftan olan Sağlık Ocağı’ndan, günümüzde pek çok şikayete konu olan Aile Sağlığı Merkezlerine (ASM), sağlık personeline uygulanan mobbingden Türkiye’de sağlık çalışanlarının sendikalaşmasına, Covid aşılarının zararlı olup olmadığına dek pek çok konuya parmak bastı. Sağlık kuruluşlarındaki hasta yoğunluğunun azaltılması için kronik hastalar için verilen ilaç raporlarının süresinin uzatılmasının şart olduğuna, hastaların ilaçları direkt eczaneden almaları halinde yoğunluğun yarı yarıya düşeceğine dikkat çekti. ASM’lerin sağlık ocaklarını aratır duruma geldiğini kaydetti.

 

 

Hüseyin Gündoğdu kimdir?

1962 yılında Elazığ’ın Karakoçan İlçesi Alayağmur Köyü’nde dünyaya geldiğim söyleniyor. Zaman 5 Mayıs olarak resmi kayıtlarda görünse de buğday biçilirken dünyaya geldin deniyor. Haziran mı? Temmuz mu? Bilemiyorum. 5 Mayısı doğum günü olarak kabul ediyoruz. İlkokul 1’inci sınıfı doğduğum köyde, 2’nci sınıftan itibaren Elazığ Sanayi Mahallesi’nde Gaziosmanpaşa İlkokulu’nda okudum.  Elazığ Devrim Ortaokulunu 1976 yılında bitirdim. 12 Eylül öncesi, Elazığ’da sağ sol çatışmaları çok fazlaydı. Elazığ’ın doğu bölgesinde oturmamıza rağmen, gideceğim Atatürk Lisesi batı bölgesindeydi. O dönemde servis uygulaması yoktu. Minibüslerin, taksilerin, belediye otobüslerinin olmaması nedeniyle her gün 1-1,5 saat yürümem gerekiyordu. Faili meçhule kurban gitmeyeyim diye, anne ve babam beni Burhaniye’ye dayımın yanına gönderdi. Dayım ilkokul öğretmeniydi. Askerlik sonrası Burhaniye’ye gelmişti. Burhaniye’de lise 1’inci sınıfta okurken, Dayımın tayini Hakkari’ye çıkınca, ailem Burhaniye’ye geldi. Burhaniye Lisesi’nden mezun oldum. Üniversite sınavlarında önce, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Biyokimya bölümünü kazandım. Hazırlık okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kazanıp oraya geçtim. Aslında hedefim iyi bir pilot olmaktı. Arkadaşlarımdan bazıları Deniz Harp Okulu’nu, kimileri de Kara Harp Okulunu kazanmıştı. Ben de Hava Harp Okulu’na müracaat etmiştim. Babamın yurt dışında bulunması sebebiyle atacağı bazı imzalar olmadığından elenerek hayalimden uzaklaştım. 1987 yılında tıp fakültesini bitirdim. Van’da mecburi hizmet yaparak doktorluğa başladım.

 

 

Balıkesir’e gelmeyi siz mi istediniz, yoksa atamanız şans eseri Balıkesir mi oldu?

Van’daki 2 yıllık mecburi hizmet sonrası Burhaniye Merkez Sağlık Ocağı’na atandım. 4 ay gibi kısa bir çalışma olanağım oldu. 4 aylık sürede adım kara doktora çıkmıştı.  Ben poliklinikteysem insanlar gelip bende muayene oluyor, beni tercih ediyorlardı. O nedenle Burhaniye’ye özellikle Geriş Mahallesi halkına müteşekkirim. 4 ayın sonunda Fransa’ya ihtisas için gittim. Dil Okulunda 4 ay kaldım. Sonra önüme büyük bir olanak çıktı. Kuveyt’te iş yeri hekimliği, ihtisas imkanı, iyi bir ücret teklif edilmişti. 1990 yılıydı Fransa’dan döndüm. Ağustos ayında Kuveyt’e gitmek için hazırlığımı tamamladım fakat Ağustos’ta Irak Kuveyt’e saldırıp işgal etti. Beni çağıran iş insanı Irak askerlerine esir düştü. 15 günde zor kurtuldu. Fransa’da gemileri yakıp ihtisası bıraktığım için tekrar gidemedim. 1991 yılı Haziran’ında asker oldum. Samsun’da acemi birliğinden sonra, Balıkesir’de iş yeri hekimi olarak 1012 Ana Tamir Fabrikasında 15 ay 10 gün asteğmen olarak hizmet verdim. Teğmen olarak terhis olduktan sonra Bigadiç Devlet Hastanesi’nde göreve başladım. 1995 yılında Balıkesir Devlet Hastanesi’ne tayin yaptırdım. Balıkesir Devlet Hastanesi’nde o yıllarda hizmetin niteliğini çok kaliteli bir şekilde artırdık. Bölge hastanesi gibi hizmet vermeye başlamıştık. 1997-2010 yılları arasında Acil Serviste çalışırken aynı zamanda da organ nakli koordinatörlüğü görevi yapıyordum. Pek çok Donör kaydettik, pek çok hayat kurtardık. Türkiye’nin ilk sertifikalı koordinatörlerinden biriydim. Balıkesir organ bağışında, nüfusunun az olmasına rağmen İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerin önüne geçmişti. Türkiye sıralamasında ilk 3’e, sonraki yıllar ilk 5’te yer aldığımız olmuştu. Yılda 3-5 Donör buluyorduk. Bunlar son derece güzel olgulardı ve her bir Donör 3-5 hayatı kurtarıyordu. Balıkesir Başlangıçta İzmir organ nakil hastanelerine Donör veriyordu. Daha sonra Bursa’ya bağlandı. Organ nakli, insanların yaşam kalitesini arttıran bir tedavi şeklidir. Şu anda Türkiye’de böbrek bekleyen hasta sayısı 36 bin civarında. Bu insanları organ nakilleriyle kurtarmamız mümkün. İnsanlara karaciğer nakli, böbrek nakli ya da kalp nakli yapıldıktan sonra yaşam kaliteleri normal yaşam önceki seviyelerine geldiğinden, evlenebiliyorlar, iş kurabiliyorlar, çocuk yapabiliyorlar. Her şeyden önce yaşam kalitesi artıyor. Bu nedenle tüm toplumun duyarlı olması gerekiyor. Son yıllarda da Balıkesir organ naklinde ilk sıradaki yerini koruyor.

 

 

Siz, Türkiye’de kamuda ilk kez Evde Bakım Hizmeti Servisini kurup başarıyla yürüttünüz. Bu başarıdan sonra Türkiye’de Evde Bakım Hizmeti Balıkesir’den yaygınlaştı diyebilir miyiz?

2004 yılında Türkiye’de kamuda ilk kez Evde Bakım Hizmetini başlattık. Kamuda hiçbir yerde yoktu. Özel sektörde İstanbul’da 3-4 özel firma hizmet sunuyordu. Biz hiç kimseden yardım almadan 3 Kasım 2004’te hizmeti başlattık. Nisan ayında Nazilli Devlet Hastanesi’nden, hekimiyle, şoförüyle, hemşiresi, sağlık memuruyla gelip 1 hafta bizden kurs aldılar. Oysa biz hiçbir yerden yardım almamıştık. Sonrasında, Denizli, Manisa, Urfa, Giresun, Ordu gibi pek çok yere oluşturmuş olduğum protokolleri gönderdim, onlar da Evde Bakım Hizmeti vermeye başladılar. Sürecin sonlarına doğru Ankara’da, Ankara Sağlık Müdürlüğü ve Ankara’daki ihtisas veren araştırma hastanelerine gidip brifing verdik. 2010 yılında Ankara Sağlık Müdürü şunu söylemişti; “Ortada bir yönetmelik, tüzük yok. Anadolu’da 2 kafadar böyle bir hizmeti başlatmışlar. Ben de en çalışkan müdür yardımcımın sorumluluğunda Ankara’da evde bakım hizmetlerini uygulayacağım” Orada, seminere katılan bir başhekim şunu sormuştu; “Sizin uyguladığınız bu protokolün ismi nedir?” diye. Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü “Balıkesir protokolü” demişti. Biz, Keçiören Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde, İspanya ekolünü örnekliyoruz derken, Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü, “Biz de Türkiye’de Balıkesir ekolünü uyguluyoruz” diye söylemişti. Bugün Türkiye’de 81 ilde, ilk adımını attığımız Evde Bakım Hizmeti sunulmaktadır.

 

 

Evde Bakım Hizmeti sizin aklınıza nasıl geldi?

Balıkesir Devlet Hastanesi’nin o dönem başhekimi Dr. Hasan Hocaoğlu böyle bir şey yapmak istediğini söylemişti fakat bunu yapabilecek kişi bulamıyordu. Bana yapıp yapamayacağımı sordu. Olumlu yanıt verdim ve 3 Kasım 2004’te hizmete başlamıştık. Bir kıstas koydum. Sene sonunda takip ettiğimiz 25 hasta olursa, 1 yıl boyunca hep 25 hasta izlemişsek başarılı olmuşuz diye bir kıstas koymuştum. Aralık ayının 21’inde yani 50 gün sonra, 61 hastaya ulaşmıştık. Bir cuma günüydü. Balıkesir Milletvekili Turan Çömez, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Necdet Ünüvar ile İstanbul’dan Balıkesir’e gelirken, “Evde bakım hizmetlerini biz başaramadık. Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanıyken, böyle bir aktivitede bulunuldu. Sonuçta başarılı olunmadı” diye konuşuyorlar. Sonra Hastaneye gelmişler. Ben o anda evde bakım için bir hastaya gitmiştim. Döndüğümde hastanenin koridorlarında bir kalabalık vardı. Beni, başhekimin odasında müsteşarın beklediğini söylediler. Daha sonra milletvekili de olan Dr. Necdet Ünüvar ile konuştum. Neler yaptığımı, nasıl başarıya ulaştığımı sordu. Çalışmalarımızı rapor haline getirip bakanlığa göndermemi istedi. Rapor hazırlayıp bakanlığa gönderdik. Yaptığım hizmeti küçümseyen, “Gençlerin öldüğü bir ülkede sen yaşlılarla uğraşıyorsun” diyenlere de, uyguladığımız Evde Bakım Hizmeti modeli adeta bir ders oldu.  2004 yılında Evde Bakım Hizmetini başlattığımızda yönetmelik yoktu. Biz başladıktan sonra çıkarttıkları yönergeyi neredeyse 1 yıl sonra geliştirerek yürürlüğe koydular. İçeriğini kullandıkları tüm protokoller benim hazırladığım protokollerdi. Evde Bakım Hizmeti için geliştirdiğimiz protokoller ve formlar halen günümüzde kullanılıyor. Bu da bizi mutlu ediyor.

 

 

Haberini yaptığım ve anımsadığım kadarıyla Balıkesir Belediyesi de size destek oluyordu. Belediye Evde bakım Hizmetine nasıl dahil oldu?

Türkiye’de Evde Bakım Hizmeti ve Evde bakım Birimi’ni başhekim Dr. Hasan Hocaoğlu’yla birlikte başlattık. Evde bakımı başlattık ama yasal bir desteğimiz yoktu. Belediyeyi de işin içine koyarak kendimizi daha güçlü yapalım düşüncesindeydik. Eğer biz hastanenin araçlarını kullansaydık, belki neden yaptınız diye hesap sorabilirlerdi. Evde Bakım Birimi personeli olarak hastaların evlerine belediyenin araçlarıyla gidip geldik. O zaman rahmetli Sabri Uğur belediye başkanıydı. Kendisine yapmak istediklerimizi anlattık, destek olmasını istedik.  İlk başta bizim ekibimize 1 ambulans 1 şoför verdi. Biz 25 hasta hedefi koymuşken, hasta sayısı 650 oldu.

 

 

650 Hastayı 1 ekip ile mi izlediniz? Şu anda Balıkesir’de kaç ekip var?

O dönemde Balıkesir Devlet Hastanesi’nde 1 ekip vardı. Aktif hasta sayımız 500’ü geçince 2’nci bir ekip daha kurduk. Şunu belirtmekte fayda var. Başlangıçta 2 haftada bir gittiğimiz hastalara, hasta sayısı arttıkça, bu süreyi 1 aya, 5 haftaya kadar çıkarttığımız oldu. Turu ancak tamamlıyorduk. Belediye başlangıçta 1 araç verdi. Sonra sayı 3 araca kadar çıktı. 2 araçla hekim ve ekibi gidiyor, 1 araç ile de sağlık memurları pansumana çıkıyordu. Çünkü hastalarımız yatağa bağımlı kronik hastalardı. Hareket etmedikleri için bedenlerinde bası yaraları oluşabiliyordu. Hastalara yetiştirebilmek için 1 pansuman ekibi oluşturmuştuk. Arkadaşlarımız düzenli olarak haftada 2 kez gitmek durumundaydılar.

 

 

Evde Bakım Hizmeti muayene ve pansuman ile mi sınırlı?

Bu kadarla sınırlı değil. Muayene ve pansuman, yani sağlık hizmeti evde bakım hizmetlerinin yüzde 50’sini karşılıyor. Bir de bakım hizmetleri olması gerekiyor. Bakım hizmetlerini daha çok yerel yönetimlerin üstlenmesi lazım Nasıl mı? Yatalak hastanın yanında ya kızı var, ya oğlu var. 1 kişi ile yatalak bir hastanın banyosunu yaptırması mümkün değil. Bunun için belediyelerin, yerel yönetimlerin 3 kişilik ekipler oluşturması lazım. Haftada bir, ama en az 2 haftada bir mutlaka o insanların evine gidip banyosunu, hijyenini sağlayıp ev temizliğini tertemiz yapmalıdır. İnsanlığın gerekliliğidir. Fakat maalesef yapmıyorlar. 2005 yılı mayıs ayında Balıkesir’de evde bakım kongresi düzenledim. İlgi çok fazlaydı salon hıncahınç doldu. Vali yardımcısı geldi, belediye başkanı geldi. Konuşmalarını yaptılar, gittiler. Akabinde yaptığım konuşmamda, yerel yönetimler nasıl destek olabilir? Sağlık kuruluşları nasıl destek olabilir? Bunları anlattığım zaman gerçekten soruna çözüm olacak mercilerden kimse kalmamıştı. Bir ilin en büyük amiri vali, belediye başkanı bir yerde bir toplantı varsa oraya bir gözlemci, sözcü göndermesi gerekiyor. Orada toplumun lehine olan çok güzel şeyler söyleniyor. Bir gözlemcinin o notu alması lazım. Evde bakım, bugün 81 ilde uygulanıyor ama bakım kısmından yoksun olarak uygulanıyor. Oysa Bakım hizmeti de sağlık hizmeti kadar önemli ve başarılı olma şansını % 50 oranında arttıracaktır. Ne yazık ki bunu ilgililerden hiç kimse dinlemiyor. Toplantıya Gerçekten katılan insanlar çok memnun kalmışlardı. O insanlara, yatalak hastalara nasıl davranılması gerektiği, komplikasyonların olmaması için nelere dikkat edilmesi gerektiği, en ince ayrıntısına dek, ilgili uzmanlarca anlatılmıştı.

 

 

Siz Genel Sağlık-iş Balıkesir Temsilciliği yapıyorsunuz. Sendikacılık yaşamınıza ne zaman nasıl girdi?

1987 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun olur olmaz İstanbul Tabip Odası’na gidip meslek örgütüme, tabip odasına üye olmuştum. Van’a mecburi hizmete gittiğimde kaydımı Van’a almıştım. Tabip odasında çalıştım. Balıkesir’e geldiğimde de Balıkesir Tabip Odasının üyesi oldum. Tüm komisyon ve kurullarında çalıştım. Hastane,  ilçe temsilciliğinden yönetim kurulu üyeliğine, delegelikten, sekreterlikten tabip odası başkanlığına her aşamada görev aldım. Meslek örgütümüzün meslek için çok gerekli olduğuna inanan bir insanım. Fakat geldiğim noktada ben tabip odasına üye değilim. İstifa ettim. Beklentilerimi karşılamadıklarını düşünerek Türk Tabipler Birliği’nin genel kurulunda dile getirdim, nasıl çalışmaları gerektiğini, tüm Türkiye’deki hekimleri kucaklamaları gerektiğini söyleyerek, eleştirdiğim konulardan dolayı şu anda tabip odasına üye değilim. Tabip odasından ayrıldıktan sonra 2010 yılında Genel Sağlık-iş sendikasına üye oldum. 2020 yılında da Genel Sağlık-iş Balıkesir il temsilciliği görevine getirildim. Ayni zamanda, Genel Sağlık-iş temsilciliği ile birlikte Birleşik Kamu İş Konfederasyonu’nun il başkanlığını beraber yürütmekteyim. Bir meslek örgütü odası ne kadar gerekliyse,  gerek memur, gerek emekli, gerekse işçi olsun, mutlaka sendikalaşması gerektiğine inanan bir insanım. Özellikle hakların korunması için bu örgütlerin olması gerektiğine inanıyorum. Sağlık çalışanlarının daha iyi koşullarda yaşaması için mücadele veriyorum.

 

 

Sağlık Ocakları ve Sosyalizasyon Yasası vardı. Günümüzde sağlık ocaklarının yerini Aile Hekimliği, Aile Sağlığı Merkezleri aldı. Bu düzenleme ne kazandırdı ya da kaybettirdi?

Türkiye 2005 yılında Aile Hekimliğine geçti. 2010 yılında ise zorunlu olarak tüm Türkiye’de Sağlık Ocağı tabelaları indirildi, Aile Sağlığı Merkezleri uygulamasına başlandı. Sağlık Ocakları ise 1960 darbesinden sonra kuruldu. Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığına getirilen Prof. Dr. Nusret Fişek, ayni zamanda Sağlık Bakanlığı’na vekalet ederken, Halk Sağlığı disiplininin kurucusu ve sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinin mimarı oldu. Herkese eşit sağlık hizmeti ilkesiyle, Sağlık ocakları devreye alındı. Sağlık ocağı sistemi Türkiye’nin yapısına çok uygun bir uygulamadır. Sağlıkta birinci basamak olarak rüştünü de ispatlamıştı. Sağlık ocakları pek çok hastalığın kökünün kazınmasına vesile oldu. Geldiğimiz aşamada emperyal güçler her zaman kendilerinin yapmadığı şeyleri gelişmekte olan, geri kalmış ülkelerde uygulamaya sokarlar. Aile hekimliği sistemi Avrupa’da istenilen verimi alamadı. Buna rağmen Türkiye gibi ülkelerde Dünya Bankası kanalıyla, birtakım yardımlarla rüştünü kanıtlamış sağlık ocakları sistemini kapattırarak bu sisteme geçişi sağladılar. Bu sisteme geçiş yapılırken, sağlık emekçilerinin fedakarlıkları sayesinde sağlık ocağında verilen hizmetlerin benzeri Aile Sağlığı Merkezlerinde verilmeye başladı. Bu sistem, sağlık ocakları sistemini aratır noktadadır. Sadece birinci basamak değil, ikinci, üçüncü basamak sağlık hizmetleri, insanların ihtiyacını karşılamaktan çok uzaklaştı. Bugün bir gazetede okudum. Bilkent Hastanesi’nde kolonoskopi randevusunu 1 yıl sonrasına vermişler. bu kişi bir yıl daha yaşayabilecek mi bilinmez. Yanlışlıklar, eksiklikler var. Bana sorarsanız aile hekimliği sistemi başarısız diye bozalım, yeniden sağlık ocakları sistemine mi geçelim? Bu noktada kolay olmayacaktır. Bir sistemi bozup yeni bir sisteme geçmektense işlemeyen yönlerini gidererek, revize ederek sistemi daha da güçlendirmek gerekir. Yıkarak, yok ederek değil. Türkiye’nin ekonomik durumu yeni bir sistemi sağlayacak durumda değil. Ama bu sistemin çalışmayan yönleri var ve bunlar biliniyor. Bunları tespit ederek revize edebiliriz.

 

 

Çalışmayan yönler dediniz. Sistemde çalışmayan nedir?

Hasta hekimin haberi olmadan başka bir hekime geçiyor. 1 hekimin baktığı nüfus çok fazla. Hekim, sağlık çalışanları yeterince zaman ayıramıyor. 1 hekimin şu anda 4 bine yakın hasta potansiyeli var, olması gereken 2 bindir.  Eksik personel desteklenebilir. Hemşire, sağlık memuru, hatta fizyoterapist istihdam edilmelidir. Aile Sağlığı Merkezi’nde görüntüleme yapılabilmelidir. Belli merkezlerde, belli ilçelerde, Aile Sağlığı Merkezlerine görüntüleme olanağı vermek lazım. Bu durum ikinci, üçüncü basamak sağlık birimlerinin yoğunluğunu azaltacaktır. Kronik bir hastaya, kronik tanı raporu çıkartılmışsa, onun için bir daha gidip de rapor yenilenmemeli. Raporu otomatik olarak uzamalı. Kronik hastalar için verilen ilaçların birinci basamak ya da ikinci basamakta yazdırılmasına gerek olmamalı hasta otomatik almalıdır. Raporlar zaten anında sisteme düşüyor. Kronik hastalıklar bu şekilde ekarte edilirse, yaklaşık yüzde 50 oranında poliklinik sayısı azalacaktır. Azaldığı için de gerek hastaneler, gerek üniversiteler, gerekse aile sağlığı merkezleri daha verimli çalışmış olacaklardır. Şeker, diyabet, kalp yetmezliği, prostat ve benzeri hastalığı olan insanlar hiçbir basamağa gitmeden, eczanelere gidebilmeli. Çünkü ilk tanı konulmuş, raporu düzenlenmiş, ilaç tedavisi düzenlenmiştir. Dolayısıyla bu insan zamanı geldiğinde sağlık kurumlarına reçete yazdırmadan eczaneden ilaçlarını alabilmelidir. Ben poliklinikte 85 hasta bakıyorsam söylediğim uygulanırsa, bana gelecek hasta sayısı 40-45’e düşer. Hasta ile daha çok daha ilgilenebilirim. Uzman hekimlerin de hasta sayısı yarı yarıya azalacaktır. Gelen hastaya daha çok zaman ayıracak, sorunlarını giderecek, çözüme ulaşması çok daha kolay olacaktır. Bunu yapmak zorundalar. Zaten salgın döneminde insanları hastanelere götürmediler. Bu kronik hastalık raporlarını 6 ayda bir yeniliyorlar. Şu anda kaba olarak en az 300 milyon rapor var. 300 yüz milyon hastanın her biri, bir polikliniktir. Süre uzatılmazsa altında kalacaklar. İlaçları artık eczaneden vermek zorundasınız. Tansiyon hastası ilacını aldığında iyileşmiyor ki. Raporu yenilemenin bir anlamı yok. Şahıs öldüğünde zaten sistemden düşüyor.

 

 

Sağlık Ocaklarında görev yapan ebeler, konutları tek tek dolaşır, gebeleri, yeni doğan çocukları izler, aşıları için program yapardı. Aile Sağlığı Merkezi’nde dolaşan ebe görmedim. Çocuk ve gebe takibi nasıl yapılıyor?

Sağlık ocaklarında ebeler belli bir nüfustan sorumlu olup, gebe, yeni doğan, anne takibine çıkarlardı. Belli günlerde de çocukların aşıları için sağlık ocaklarında beklerlerdi. Aile sağlı sisteminde, 1 hekim ve 1 ebeden oluşan ikili ekip bu insanların gebe takibini, aşı izlenimini yapar. Kişi ya geliyor, ya da aile sağlığı personeli telefonla arıyor. Bu kişiden ilgili bilgileri alıyor veya davet ediyor. Anneler aşılar için ve izlem için zaten geliyor. Çocuk normal aşı için belirli aralıkta 6 ayda bir gelmek zorunda. Aile Sağlığı merkezlerinde de gebe ve bebek takibi yapılıyor fakat evlere gidilmiyor. Aile Sağlığı merkezlerinin okul izlemleri  de var. Aile Sağlığı Merkezlerinde kan tetkikleri yapılmaktadır

 

 

Aile Sağlığı Merkezi’nde çalışan doktor ve sağlık personelinin sorunu nedir?

Sorun Türkiye’nin ortak sıkıntısı. İnsanlar her türlü hizmeti alıyorlar. 50 kez alıyorlar 51’inci defada eğer istediği şekilde olmamışsa, “Doktorları katletmek mubahtır”  diyebiliyorlar. Hemen hemen her hekim, her aile sağlık çalışanı mobbinge muhatap olabiliyor. İnsanların yeterince saygılı davranmayışı, insanların tatmin olmayışı beraberinde çok sayıda beyaz kod verilmesine neden olmaktadır. Bunun yanında hasta yoğunluğu, iş yükü tükenmişliğini de beraberinde getiriyor. Hasta geliyor elindeki kağıdı önünüze atıyor, bunları yazacaksın diyor. Kibar olmasını isterseniz iş saldırıya kadar gidiyor. Yazmazsan CİMER’e şikayet ediyor. CİMER, hatan varsa yaptırımını gerçekleştiriyor, hatan yoksa hiçbir zaman hastayı sorgulamıyor. CİMER yapılan her şikayeti işleme koyuyor, haklı olup olmamana bakmıyor. Gereksiz, yanlış, devletin işleyişini zora sokan, hekimi zora sokan bir uygulama. Hekim ya da sağlık çalışanı haklıysa o zaman şikayeti yapanı cezalandırması gerekiyor. Eğer haklı değilse ilgili sağlık çalışanının cezalandırılması gerekiyor. Bu da gerçekten sağlık emekçilerini üzüyor ve tükenmişliğe neden oluyor.

 

 

Genel Sağlık-iş Sendikası ne yapmak istiyor neden yetkili sendika olamadı?

Gerek hükümet, gerekse yandaş sendikalar, kendi güçlerinden kayıp vermemek için sürekli bir takım oyunlar peşinde. 1yıl önce, % 1 diye bir uygulama çıkardılar. Sendikal imkanlardan faydalanabilmek için Türkiye’deki sendikalaşmanın % 1’ini geçmiş olmamız lazımdı. Aksi takdirde sendika ödentisi alamıyorsunuz. Genel Sağlık-iş olarak biz bunu Anayasa Mahkemesi’ne götürüp iptal ettirmiştik. Ama geçen yıl temmuz ayındaki görüşmeler sırasında bu defa % 2 olarak gündeme taşındı. Yandaş memur sendikalarının desteği ile hükümet hemen bunu kanunlaştırdı. Genel Sağlık-iş gibi sendikalar Türkiye’de sendikalaşma oranı % 2’nin altında olduğu için o imkandan faydalanamadılar. Yani üyelerimiz o sendika ödentisini alamadılar. Bizim 10 binlere varan Genel Sağlık-iş sendika üye sayısı 8 bin 500’e geriledi. Yaklaşık Bin 500 kişi sendika ödentisini alabilmek için sendikamızdan istifa ettiler. Karşı tarafa, % 2’yi geçen sendikalara geçtiler. Şu anda % 2 kesintiyi Anayasa Mahkemesi iptal etti. Yakında % 2’nin altında olan sendikaların bu ödentileri verilmeye başlayacaktır. Gerekçeli kararı bekliyoruz. Üye sayımızın artmamasının birinci nedeni buydu. İkinci sebep ise mobbing uygulaması. Özellikle idareciler tarafından, sağlık müdürlüğü olsun, başhekimlikler olsun, yandaş sendikalara üye olmayan diğer sendika üyelerine mobbing uyguluyorlar. Sözel mobbingden tutun, sürgünlere kadar gidiyor. Her kişi istediği sendikaya üye olabilir ve hiçbir yönetim, hiç kimse, baskı uygulayamaz. Uygularsa da o baskı mahkemelerden dönüyor.

 

 

Covid-19 salgınında yapılan aşıların bir takım hastalıklara neden olduğu söyleniyor. Bu söylemlerde gerçek payı var mı?

Bilindiği gibi insanlık tarihinde aşıyla pek çok hastalığın kökü kurutuldu, eradike edildi. Aşılar gerçekten elzem, hayati öneme haiz. Bir kişi eğer hepatitte karşı korunmuyorsa, aşılı değilse, hepatitli birinin kanıyla teması gerçekleşirse, bu kişi hepatit olur. Hepatit aşısını olmuşsa, antikorları onu koruyorsa, o kişi hepatit olmaz. Dolayısıyla ben her zaman aşı taraftarıyım ki bugün biz çocuklara yaklaşık 20 dozun üzerinde aşı yapıyoruz. Eğer yan etkileri varsa orada da olur. Sadece kısa sürede hayata geçirildiği için Covid aşıları için bu endişeler olabilir. Bunun dışında, kızamık, kızamıkçık, kabakulak, tetanos, hepatit, grip aşılarının hepsi faydalı aşılardır. Olmak lazım. Covid aşıları da zaten günümüzde artık yapılmıyor. Çünkü salgın geride kaldı. Ama Covid aşıları sayesinde de milyonlarca insanın ölümü engellendi. Covid aşıları kısa sürede piyasaya sokulduğu için tedirginlik var. Normalde uygulamaya konulması için 5-10 yıl gibi bir süre lazım. Oysa Covid aşıları öyle olmadı. 1 yıl gibi kısa bir sürede uygulamaya konulmak zorunda kalındı. Önümüzdeki süreçte yan etkileri, komplikasyonları ortaya çıkar mı? Onu zaman gösterecektir. Ama aşılar elzemdir, hayatidir. Mutlaka herkes aşılarını olmalıdır. Grip Aşısı da çok tartışılıyor. Özellikle Grip aşısını nezleyle karıştırmamak gerekir. Grip aşısı gribe yani Influenza virüsüne karşı korur ve o yıl 4-5 alt tipine karşı korur. Adam nezle olmuştur, “Ben grip oldum” diye ortaya çıkıp faydasını görmediğini söylüyor. Oysa nezle ile gribi karıştırıyor. Mutlaka aşı olalım. Sağlığımıza sahip çıkmamız lazım. Bu nedenle koruyucu  önlemlere hepimizin uyması gerekiyor. Kalabalık yerlerden kaçınacağız, açık havayı tercih edeceğiz. Sosyal mesafeye dikkat etmeli, kalabalık ve kapalı yerlerde mutlaka maske kullanmalıyız. Hijyene dikkat etmeliyiz. Böylelikle bulaşıcı üst solunum yolu enfeksiyonlarını bertaraf ederiz. Bunun faydasını Covid salgını döneminde gördük. Nezle ve grip vakaları % 20’lere kadar gerilemişti. Yani her yüz vakadan seksen tanesini bertaraf etmiştik. Koruyucu önlemlere, bizlere önerildiği gibi aynen uymalıyız. Kronik rahatsızlığı olanlar ilaçlarını düzenli ve saatinde almalı. Durağan yaşamdan çok, hareketli yaşamı tercih etmeliyiz. Her gün, herkesin günde 5 bin adım atmasıyla sağlığını korumuş olacağına inanıyorum.

 

 

37 yıllık doktorluk yaşamınızda unutamadığınız anınız oldu mu?

Mecburi hizmetim sırasında 2 yıl Van’da görev yaptım. Bazı zamanlar Karayolları Misafirhanesinde kalıyordum. Bir gün yüklenici firmada çalışan bir işçinin ayağına taş düşüyor.  Ayaktaki yumuşak doku neredeyse dize kadar enfekte olmuş. Doğuda hatta bazı batı bölgelerde başhekim, hekimlerin başı olarak en iyi hekim bilinir. Yaralı Sigorta Hastanesi’nin başhekimine götürülmüş. Başhekim ayağı kesmek zorunda olduğunu söyleyip, 2 bin lira alacağını, dizden ampüte edeceğini açıklamış. Adam 50 yaşlarında çocukları var. Ekmeğini gücüyle, alın teri ile kazanan biri. Ne yapabiliriz diye bana sordular. Görmem gerektiğini söyleyip getirmelerini istedim. Ayak kesilecekse birkaç gün gecikme ile bir kayıplarının olmayacağını belirttim. Yaralı şahıs geldi tedaviye başladık. 3’üncü gün, ayakta olumlu yönde değişmeler oldu,  toparlandı. Bir yaşamı kurtarmıştım. Benim için o çok mutlu bir olaydı. Bu vakayı hiç unutmadım. Mesleğimi uygularken gerçekten çok mutlu anlarım olduğunu paylaşmaktan zevk alıyorum.

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
harika
Harika
0
_ok_do_ru
Çok Doğru
0
kat_l_yorum
Katılıyorum
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün
Evde Bakım Hizmeti Balıkesir’den Türkiye’ye yayıldı
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!