KUBİLAY S. ÖZTÜRK
Yerel seçimlere iki ay kala, bir yandan adaylar netleşirken diğer yandan da sokaklar renkleniyor. Mesela Edremit’te bütün ilan ve reklam panoları, bir dönem daha tercih edilmeyi isteyen siyasetçiler tarafından donatıldı şimdiden. Muhtemelen ülkenin her tarafında da durum böyledir. “Peki, reklamlar etkili oluyor mu?” derseniz, inanın hiç olmuyor. En azından benim için böyle. Çünkü kendi yaşam alanımda, o reklamlarda yazılan veya iddia edilen şeylere değil de, kendi gözlerime, kulaklarıma, burnuma ve aklımın tanıklığına inanmayı daha doğru buluyorum. Üstelik etkilenmek bir yana, o reklamları gördükçe de Atçalı Kel Mehmet Efe’nin “çeşme” öyküsü geliyor aklıma. Aradan yüzyıllar geçmiş ama hala o Efe kadar dürüst olan yok ortada diyorum.
***
Atçalı Kel Mehmet, önceleri beylerin yanında ırgat olarak çalışan bir fukara köylüyken, kişisel sebeplerle dağa çıkıp zeybek olmuş. Yol kesmiş, soygun yapmış, zenginden alıp fakire vermiş. Cesaretiyle nam salmış, delifişek biriymiş. Onun varlığı ve yaptıklarının, bir de tarihi arka planı var haliyle. Bu yüzden, önce o dönemi kısaca anlatacağım size, sonra da sözünü ettiğim şu “çeşme” konusuna geleceğim.
***
Osmanlı’nın kendisini yeniden toparlamak için padişah eliyle “ıslahat” yapmaya çalıştığı bir dönemde meydana gelmiş Atçalı’nın önderi olduğu “Aydın İsyanı”. Aslında isyan mı demek lazım, yoksa yönetim daveti mi demek lazım, orasını tarihçiler çözecek. 1826’da İkinci Mahmut zor yoluyla Yeniçeri Ocağı’nı dağıtıp da, yeni ve batılı tarzda “modern” bir ordu kurmaya uğraşırken, Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkeler bekledikleri fırsatı yakaladıklarını görüp Osmanlı’ya savaş ilan etmişler. Asker sınırlarla ve savaşla uğraşırken, Anadolu’da da dirlik ve düzen kalmamış. Bu zorlu dönemde bazı yerel beyler Osmanlı’ya başkaldırmış, bazı yerlerde de yerel eşraf, müftü ve ağalar en uygun buldukları zeybeği, eşkıyayı düze indirip kamu adına otoriteyi sağlamasını talep etmişler. Sonunda o dönemin çeşitli isyan önderlerinden affa uğrayıp paşa ilan edilen ve maaşa bağlananlar da olmuş, dağda kurşunu yiyip ölenler de. İşte, Atçalı Efe bu ikinci gruba giriyor.
***
1829 Mart’ında Aydın’da devleti temsil eden Hasan Paşa’nın ayrılıp İzmir’e çekilmesi üzerine, ulaşım ve ticareti engelleyecek ölçüde eşkıya baskısı başlayıp, can ve mal güvenliği kalmayınca, Kuyucak eşrafı da bir çağrı yaparak Atçalı Kel Mehmet’i yönetimi almaya davet etmişler. Efe de kızanlarıyla birlikte düze inip neredeyse tek kurşun bile atmadan önce Kuyucak’ı sonra da 24 yerleşim birimini ve Aydın Sancağı’nı ele geçirmiş. Onun kısa iktidar dönemi böyle başlamış bölgede.
Aydın vilayetini basıp da yönetimi ele geçirmesiyle ölümüne kadar geçen süre 1829-1830 yıllarına yayılıyor ama bunun 6 ayını da dağlarda kaçak geçirmiş. Yol kesip zenginleri soyan, zaman zaman da halka koruyucu olan zeybeklere halkın güven duyması az rastlanan bir durum o devirde. Fakat Efe namusa dokunmamış, fakiri zorlamamış ve sevilen bir kişilik olmuş bölgede. Yönetime gelince de kendisine bir mühür yaptırmış. Üzerine “valiyi vilayet, hademeyi devlet, Atçalı Kel Mehmet” yazdırmış. “Vilayetin valisi, devletin hizmetlisi” anlamına gelen bu ifadeyle, hem kendisini tek yetkili ilan edip, hem de aklınca meşruiyet kazanacağını düşünmüş.
***
Efe’nin isyan felsefesini de özetliyor aslında o mühre yazdırdıkları. Devletin otorite kuramadığı, ağır mültezim vergileri nedeniyle bunalan, toprak ağalarının angaryalarından bıkan ve çeşitli eşkıya çetelerinin eziyetinden usanan halk, böyle bir dönemde malını, canını, ırzını koruma gönüllüsü olan Atçalı ve kızanlarını, isyancı diye değil de yeni bir otorite ve kurtarıcı olarak kabullenmiş. Devletin atadığı memurlar ve kolluk güçleri çekilince, Atçalı valilik makamına da yerleşmiş. Ortada hiç mültezim kalmamış, kendi koyduğu vergi ve salmaları mühürleyip göndermiş beylere ve ağalara. Zenginden almış vergiyi sadece, fakire hiç dokunmamış. Asker de almamış köylerden, her delikanlı çiftinin çubuğunun peşinde kalmış. Başta 4 bin kadar olan kızanı da giderek artmış böylece.
***
Osmanlı’nın bu sıkışık dönemi 1829 sonunda Edirne Anlaşması’yla nihayete ermiş. O vakit yerel isyanların bastırılmasına gelmiş sıra. Dönemin koşullarına ve detaylara daha fazla girmeme gerek yok sanırım. Atçalı’nın kendine göre kurduğu bu düzende, halk arasındaki epeyce sorunları da çözdüğü, topladığı akçelerle fakirlere yardımcı olduğu ve böylece otoritesini Büyük ve Küçük Menderes bölgesi boyunca ilerletip, Eşme’ye kadar yaydığı biliniyor. Fakat Osmanlı kuvvetleri geri dönüp de isyanı bastırmaya girişince, fazla direnmeden Aydın’ı terk edip dağlara çekilmiş. Yörükler onu ele vermemiş, saklayıp barındırmış dağlarda. Hatta 1830 Haziran’ında sayısı yine artan kızanlarıyla düze inip Nazilli’yi teslim almış ve tekrar Aydın üzerine yürümüş. Fakat bu kez yolunu bekleyen Osmanlı kuvvetleriyle büyük bir çatışmaya girmek zorunda kalmış ve hem kendisi, hem de kızanbaşları vurulup ölmüşler. Kuvvetleri de dağılmış. İşte o dönemin gelişmeleri böyle olmuş. Şimdi gelelim “Dokuz Dağın Efesi Atçalı Kel Mehmet Efe” döneminden geriye kalan ve onun adıyla anılan tek bayındırlık eseri olan çeşmenin öyküsüne. Bunu bana 80’li yaşlarını süren bir amca Aydın’da anlatmıştı vaktiyle. Sanırım başka anlatımları da vardır bu öykünün ama ben bana anlatılanı aktaracağım size izninizle.
***
Kel Mehmet Efe, hükümranlık günlerden birinde atıyla dağlarda gezerken, hayvanın susadığını fark etmiş. Civara bakmış ama atının susuzluğunu giderecek bir çeşme bulamamış. Dönmüş Aydın’a, katibini çağırmış hemen ve atına su veremediği o bölgeye en kısa vakitte bir çeşme yaptırılmasını buyurmuş.
Kel Efe’den emir gelince, anında Aydın’ın varlıklı kesimine yeni bir salma salınmış, ırgatlar ve ustalar temin edilmiş, bir de su kaynağı tespit edilerek hızla su hattı döşenmiş. Çeşme de çabucak inşa edilmiş o arada ve su gelip bağlanınca hemen kullanıma açılmış. Efe’ye de iletmişler durumu, emrinin yerine geldiği söylemişler. Atçalı atına atlayıp gitmiş oraya, bakmış su bol, çeşme de güzel ama bir eksik görmüş. O telaşla, akan suyun altına bir tekne (yalak) yapmayı unutmuşlar. Efe bir de tekne yapılmasını buyurmuş katibe. Hatta “bu da benden olacak “demiş ve çıkartmış 2 akçe vermiş. Aradan üç gün geçmeden tekne yapımının da bittiği haberi gelmiş.
Tekrar görmeye gitmeden önce çeşmenin üstüne bir de bu eseri öven ve geleceğe iz bırakacak bir “alınlık kitabe” yazılmasını istemiş Efe. O sırada köyden köye gezip, saz çalan, mani söyleyen bir ozan varmış şehirde. Tam da çıkıp başka bir diyara gitmek üzereyken, işe yatkın olduğunu bildiği için ona vermiş Efe’nin katibi bu kitabe yazma işini. Fakat katip “para yok kasada” diye sadece üç Osmanlı kuruşu atmış önüne ozanın. Buna biraz bozulmuş, emeğine bu kadarcık değer konulmasına hatır koymuş adam. Fakat korkudan itiraz da edememiş, çaresiz verilen işi yapmış. Güzelce, kafiyeli bir çeşme kitabesi yazmış ve sonra da yürüyüp yoluna gitmiş.
Ertesi gün Efe’yi davet etmişler çeşmenin teknesini ve kitabesini göstermeye. Gelmiş, çok da beğenmiş ama okuma yazması olmadığı için katibin yazıyı okumasını istemiş. Katip bir iki yutkunmuş ama lafı da tekrar ettirmeden okumuş mecburen. Kitabede “su elin, çeşme elin, sadece tekne Kel’in” yazıyormuş. Beklediklerinin aksine Efe hiç kızmamış, hatta “eferin len!” demiş işin dosdoğru yazılmasına. Böylece Atçalı’ya ait bu bayındırlık eseri de halka mal olmuş ve yıllarca böyle anılmış. İsyanı, yönetimi ele geçirmesi yüceltilmemiş Efe’nin ama fakir halka yaptığı yardımlar onun isminin ve yönetim döneminin etrafında bir koruma ve sevgi halesi oluşturmuş. Kitabe yazısında ifade edilen yalın doğruluğu anlayışla karşılaması da bugüne kadar anlatılıp gelmiş. Öyle ki, bu öykü sinemaya, tiyatroya konu olmuş, hatta bugün bir heykeli de var Atça’da Kel Efe’nin. O zamanki mührün ifadesi ile çeşmenin kitabesi de hala dillerde ve o heykelde yer alıyor.
***
Şimdi gelelim bugüne dostlar… “İronik bir benzetme yapıyorsun” demeyin ama bizim de Edremit’te mevcut belediye döneminde yapılan bir Anıt Çeşme’miz var. İlçenin köklü bir ailesi yaptırdı bunu ve sadece işlevsel bir çeşme de değil, kentin tarihini ve kültürünü tanıtan bir anıt bu. Fakat belediyenin başındaki siyasetçi “Edremit, Edremit Olalı Böyle Hizmet Görmedi” diyerek seçim reklamı yapıyor bu çeşmeyle iyi mi? Yahu “çeşmeyi de, suyu da geçtim ama yalak bile senin değil” denilmez mi şimdi buna? Çağımız imaj çağı tamam ama daha önce yapılan bazı eserleri sadece boyayıp, onarıp, tefriş edince de yeni bir eser yapılmış olmuyor ki. Onarımda deprem güçlendirmesi bile düşünülmeyen Atatürk Kültür Merkezi, Altınoluk Halk Kütüphanesi vb. olur mu hiç?
***
Mesela bir otobüs terminalini onarırken, onu depreme karşı güçlendirmeyi bile düşünmeyen büyükşehirden bir siyasetçi de, şimdi önüne afiş koyup “bu dönem 11 Terminal yeniledik” diye yazabiliyor. Buradan geçen caddeyi daraltıp, iki kiralık dükkan, bir hizmet birimi ve bir otoparka yer açmayı, içine bir de akaryakıt istasyonu sıkıştırmayı düşünmüşler ama güçlendirme yapılması aklına bile gelmemiş. Sadece Edremit değil, Akçay ve Altınoluk da böyle. Diğer terminaller nasıl oldu acaba?
Edremit’te ve Körfez’de hayatı değiştirme gücü ve niyeti olmayan yerel yöneticilerin, hiçbir temel sorunumuza çözüm bulmadan geçirdikleri beş yılın sonunda, hala yetki istemeleri ve seçime yönelik bu türden reklam afişleri asmaları, bizlere Atçalı Kel Mehmet Efe’yi hatırlatmasın da ne yapsın? Keşke bugün kenti yönetenler veya yarın için aday olanlar, şu cahil zeybek Kel Mehmet kadar dürüst olsalar demeyelim de ne diyelim şimdi?.