Hafriyat değil Harf’iyat uzmanı

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

 

Hilmi DUYAR / POLİTİKA / Ersin Tezcan, sözcüklerle oynayan adam. Dergilere gazetelere bulmaca yapıyor. Ben ona sözcüklerin efendisi diyorum ama o kendini “Harfiyat” uzmanı olarak niteliyor. Yazının başlığını harfiyat uzmanı koymak istedim fakat beni uyardı; “Başlığı hatalı yazmış derler, hafriyat değil, harfiyat uzmanı yazarsan iyi olur” dedi. Peki dedim. Tezcan, bulmacalarla uğraşırken, ilk kitabı Entelaktüel yazılar kitabını 1993 yılında e’siz potkal kitabını da 1997 yılında yazmış. Her 2 kitabı da, E yayınları basmış.

 

 

Yayınevi e’siz potkal kitabının tanıtımını yaparken, yazar ve kitap hakkında şu tümceleri kullanmış: “Pek çok yeniliğin öncüsü olan yayınevimiz 30’uncu yılında, içinde kendi adının geçmediği bir yapıt yayımlıyor. Daha önce yayınlarımız arasında çıkan, Entelaktüel Yazılar adlı kitabıyla ‘dilin sinirleriyle oynayan’ Ersin Tezcan, bu kez alfabenin 29 harfinden birini, e’yi kullanmadan bir yapıt ortaya koydu. Dünya edebiyatında yalnızca Fransız yazar Georges Perec, Ernest Vincent Wright, İtalyan oyun yazarı Lope de Vega denemişti bunu. Türk edebiyatında ilk kez Ersin Tezcan başardı. Kitabın türünü roman ya da öykü diye niteleyenler var. Ancak yazar, türü için ‘bulunç akışı yöntemiyle yazılmış iç çekmecelerim’ diyor” Yayınevi Ersin Tezcan’ı dilin sinirleriyle oynayan kişi olarak betimliyor. Tezcan Türkiye’nin en gözde üniversiteleri arasında ilk sıralarda yer alan Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nin mühendislik bölümlerini kazanmış fakat yazarlık ve bulmaca sevdası yüzünden herkesin girmek için can attığı okullardaki öğrenimini tamamlamamıştır. O kelimelerin efendisi olmaya devam ediyor ve bulmacalarla insanların eğitilebileceğini, öğretilebileceğini iddia ediyor.

 

 

Ersin Tezcan kimdir?

1967 yılında Balıkesir’in Balya ilçesinin Alidemirci köyünde doğdum. İlk, orta, lise eğitimimi Balıkesir’de yaptım. Şiir’de Nabiga diye bir terim vardır. Nabiga sonradan şair olan anlamına gelir. Bizim sülalemizde yazar, şair, yokken ben şair oldum. Bu durum amcamın kütüphanesinin zengin olmasından kaynaklanıyor. Yıldız Üniversitesinde okuyordu, ben de onun kitaplarını okuyordum. O dönemin en popüler dergisi, “Hey” de şiirlerim yayınlanırdı. Şiirlerime, ilginçlik, popüllarite, sosyalite, katmak için zamanın gerçeklerini ön plana çıkarırdım. Örneğin bir şiirimde, “İranlı Etiyopyalı ve ben sabaha sağ çıkmayacağız. İranlı savaştan, Etiyopyalı açlıktan, ben senin aşkından” dizelerini yazmıştım. Çünkü, İran ile Irak savaşıyordu, Etiyopya’da açlık vardı. Şiir yazmaya lise yıllarımda başladım. Muharrem Hasbi Koray Lisesi 80’li 90’lı yıllarda pek çok başarıya imza atmıştır. Ben de 1984 yılında Üniversiteye girdim. Hem de yüzde 5’lik bir dilimin içerisinde Yıldız Üniversitesi Elektrik mühendisliğini kazandım. Yıldız Üniversitesini tercih etmemdeki neden amcama duyduğum hayranlıktan kaynaklanıyordu. İstanbul Hiç bilmediğim bir yer. Ben yaşamım boyunca, İzmir dışında hiçbir yere gitmemiştim. Birde bire İstanbul gibi bambaşka bir dünyaya girmiştim. Merter’de Keresteciler Sitesi’nde oturdum. Sonra 25 yıl kalacağım Kadıköy’e geçtim. Bahariye’de ikamet etmeye başladım. Köprüaltı’ndaki bohem birahanelerden Arzu ve Kemancı’ya takılmaya başladım. Burada, Derman İskender Över (Küçük İskender), Hüseyin Avni Dede, Sunay Akın, Erkin Koray ile tanıştım. Erkin Koray kızını okula göndermeyeceğini hep söylerdi. Bu birahaneler marjinal kişilerin uğrak yeriydi. Her metrekareye bir şair düşüyordu. Sağında-solunda şair, önünde-arkanda şair, yakınında-uzağında şairler olunca ben de mecburen yazma isteği uyandı, şair oldum yazmaya başladım. Bu arada Yıldız üniversitesindeki öğrenimimi dondurdum. 2 yıl sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Jeoloji Mühendisliği bölümünü kazandım. Burada da kaydımı dondurup İstanbul’a geri geldim. Artık şiirlerim Milliyet Sanat Dergisi’nde yayınlanıyordu. 2008 yılında ailemle ilgilenmek için Balıkesir’e döndüm. Buradan Gazete ve dergilere şiirler, bulmacalar gönderdim.

 

 

Herkesin çok isteyip başaramadığı 2 üniversite kazanmışsın neden eğitimini tamamlamadın?

İstanbul bambaşka bir dünya dedim ama aslında İstanbul bambaşka bir ülke. Nüfusa göre de, bazı insanların yaşam tarzına göre de bambaşka bir ülke. Ben böyle nitelendirdim. Kendimi yazarların sanatçıların arasında bulunca tekrar yazmaya başladım. Bu arada Hürriyet, Cumhuriyet gibi gazetelere bulmaca hazırlayan, aynı zamanda, “Kadıköy’den Köprüaltına Hikayeler” kitabının yazarı Gönenli İlker Mumcuoğlu ile tanıştım. Gazetelerde çarşaf çarşaf çıkan büyük boy ödüllü bulmacalar vardı eskiden. Onları yapan adam oydu ve onunla tanışınca bulmacaya ilgim başladı. Ben mühendislik fakültesine kaydımı yaptırdım ama iyice boşlamıştım. Okula uğramaz oldum. Baktım olacak gibi değil Üniversite sınavlarına girip, İstanbul’dan uzaklaşmak istedim. Tekrar sınavlar ve ODTÜ Jeoloji mühendisliğini kazandım. ODTÜ çok farklı bir okuldu. Stadyumda devrim yazıyordu. Amerikan Emperyalizmine karşı çıkıyorlardı. Kaydımı yaptırdım. Yurtta kalmaya başladım. Belli bir süre geçtikten sonra İstanbul’u aramaya başladım, dayanamayıp döndüm. İstanbul’da şiirlerim Milliyet sanat dergisinde yayınlanmaya başladı. 1993 yılında Entelaktüel yazılar kitabım yayımlandı. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) eski genel sekreterlerinden, bana manevi oğlum diyen Mehmet Atay, Jerzy Kosinski’nin Boyalı Kuş kitabından sonra senin kitabını beğeniyorum derdi.

 

 

Entelaktüel Yazılar kitabının özelliği nedir?

Ben burada yeni bir dil denedim. Entelektüel değil de entelaktüel diye bir sözcük kullandım. Bu dil Türkiye’de, duvar yazısı deyin, tuvalet yazısı deyin, tosun edebiyatı deyin, böyle bir tür. Metin Üstündağ Limon Dergisi’nde öncülüğünü yaptı. Grafiti edebiyatına biz sözcük oyunları, bilinç akışı, otomatik yazı, ironi, kara mizahı şiire sokup bir kerede yazılan espri ve esprinin çağrışımlarla örülü olduğu bir şiir oluşturduk. Burada kakofoni, aliterasyon metatez gibi edebiyat sanatlarını hepsinin içine sokup değişik bir şiir tarzına yöneldim. Bunun Dünyada edebiyatında yansıması Dadaizm’dir. Dadaistler, torbanın içinden sözcük çekip şiir yazan deneysel edebiyatçılar topluluğuydu. Türkiye’de İkinci Yeni’den sonra böyle bir topluluk oluşturmanın öncüsü olduğumuzu düşünüyorum. Bunun benzeri birkaç şiir kitabı yayınlandı. Fakat benim yazdığım boyutta sözcüklerle oynayan herhalde yoktur. Bunu ben bir romana, düz yazıya, uyarlamak istedim. ODTÜ’de okurken, Fransız yazar Georges Perec’in E harfi kullanmadan Fransızca bir roman yazdığını duymuştum. Sürekli onu ben yapabilir miyim diye düşünüyordum. Bir arkadaş yapamazsın dedi. Ben de iddiaya girdim. İddia üzerine e harfi olmayan “e’siz Potkal” kitabını yazdım”

 

 

e’siz Potkal kitabının özelliği nedir?

Kitap bir iddia üzerine yazıldı. Arkadaş bana 10 yıl süre verdi. Ben 10 günlük zaman diliminde, içinde e harfi geçmeyen kitabı yazdım. Kitap aslında yokken ben, şu an çok tanınmış ve başarılı bir senarist olan Gül Abus Semerci’ye bahsettim. Yazar o dönemde Aktüel Dergisi’nin muhabiriydi. Balçiçek İlter o zaman Aktüel’in editörüydü. Bana orijinal bir şey var mı diye sorduğunda e’siz Potkal kitabının olduğunu söylemiştim. Bu kitabı olmadığı halde söyledim ve beni çağırdı. Gittim röportaj yaptık. Aslında kitap yoktu. Ben Gül’e bunu itiraf ettim. Kitap yok dedim. Bana gelen bir telgraftan yola çıkarak, ben kitabı mecburen yazdım. Çünkü yayınevi söyleşi yayımlandıktan sonra e’siz Potkal kitabının Kasım ayında çıkacağını ilan etti. Yayınevinin 30’uncu yıl dönümüydü. 1997 yılında ben de 30 yaşına girmiştim. İçinde e harfi geçmeyen bir kitap fakat benim adım E ile başlıyor, hem e yayınlarından ve Emek isminde bir kızdan intikam almak için yazılan bir kitap diye medyada duyuruldu ve kitap çıkmadan hakkında yazılar çıkmaya başladı. Herkes soruyor kitap nerede? kitap nerede? Ben de oturup 10 gün içinde kitabı yazdım. Çünkü yıllardan beri kafamda kurgulamıştım ve notlar almıştım. Mecburen kasım ayındaki hem baskıya, hem kitap fuarına yetiştirdim. Bir ara kitabın inceliği konu oldu. Ben kitabın inceliği, kalınlığından öte, kitabın içeriğine önem veren yazarım. En sevdiğim kitap da, Samuel Beckett’in İmge kitabıdır ve 10 sayfadır. bu bağlamda kitabın kurgusu da olmadığı söylendi. Kurgusu olmaması da bir kurgudur. Kitap fuara yetişti ve yayımlandı. Bir hayli ilgi gördü.

 

 

e’siz Potkalı eleştiren olmadı mı?

Metin Üstündağ bana, “Ersin bu kitapta 3-4 tane konu var. Bunları harcamışsın. 3-4 tane kitap yazabilecekken en başta bu kitabı yazman senin için büyük bir handikap” demişti. Ben sonradan Metin Üstündağ’a hak verdim. Bu kitaptan sonra daha ilginç ne yapılabilir? Neye yazılabilir? Diye çok düşündüm. A’sız kitap yazmaya karar verdim. İlginçlik ararsak, Avrupa’da ve Amerika’da sayfaları boş olan kitaplar satış rekorları kırdı. Türkiye’de bu tür şeyler deli saçması olarak görülüyor. Eskiden padişah iğneye ip geçiren adama para vermiş sonra da dövdürmüş boş işlerle uğraşıyorsun diye. Bunun gibi bir şey. Türkiye’de okuru olmayan bir şeye ben hizmet etmiş oldum. Ama yaptığım şeyden pişmanlık da duymadım. Kitabın konusu kurgusu şu: Bir adam hiç tanımadığı birinden mektup alıyor. Kitapta mektuba yazıt dedim. Betikte de, mektupta da e harfi var. Yazıt ta, “Yaşıyor musun” diye soruyor. Gerçek yaşamda mektubun benzeri bir telgraf bana gelmişti, “hala yaşıyor musun?” Aydın’dan gönderilmiş. Şaşırdım. Çünkü gece gelen telgraflar genelde hayra alamet olamaz. Sonra araştırdım, üniversiteden, Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünden bir bayan arkadaşım olduğunu öğrendim. Sora uzun süre mektuplaştık, sonra telefonlaştık, en sonunda İstanbul’da yüz yüze karşılaştık. İlk kitabımı okumuş. İlk kitabım intihar ve ölüm temasına yönelik bir kitaptı. Hani bu kitabı yazan hala yaşıyor mu? İntihar etmemiş mi gibi esprili bir telgraf göndermiş. Ben bu olaydan yola çıkıp e’siz Potkal’ı  yazdım. E’siz Potkal’da, Adam hiç tanımadığı birinden mektup alıyor ve o da ona yanıt yazıyor. Adam mektuplarında bitiremediği romanı anlatıyor. Bu roman, 2 ıssız adada 2 aşığın potkallarla kurduğu iletişimi anlatıyor. Potkal, ıssız adaya düşen kişilerin yardım istemek için yazdıkları mesajları içine koydukları şişe ve benzeri nesnelere deniyor. Kadın’da mektuplarında tuttuğu düş günlüklerini anlatıyor. Romanda, adamın adı Adam, Kadın adı da Hiç. Hiç ile Adam en sonunda Ölü Dağ’da bir araya geliyorlar ve hayatı sorgulayan bir konuşmanın sonunda adam bir kağıda not bırakıyor kitabın finali böyle ve bu kitabın sonunda bir şifre var. Bu şifreyi şu anda basıma hazır olan içinde a harfi geçmeyen kitabımda açıklıyorum. Ben e’den sonra a ve i harfleri geçmeyen üçleme olarak yazmayı düşünmüştüm. Fazıl Hüsnü Dağlarca bana, “Ersin sıkıysa ü harfi olmadan yaz. Çünkü ü harfi bulunan sözcüklerin eş anlamlısı çok az”  Düşündüm doğru. Ben bulmaca hazırladığım için eş anlamlı Türkçe sözcüklerin büyük çoğunluğunu ezbere biliyorum. O zamanlar yapay zeka yoktu. Ben manuel olarak bu kitabı oluşturdum. Ama gençliğin verdiği bir zeka vardı. Bu kitabı yayımlamak aslında bana kötülük oldu. Sonra bir şey üretemedim çünkü çok enteresan ve ilginç bir kitap yazmam gerekiyordu.

 

 

Neden yazamadınız? Konu mu bulamadınız, hayatınızda başka şeyler mi oldu?

2008 yılında tamamen Balıkesir’e döndüm. Aileme ile ilgilenmem gerekiyordu. Geçen zaman içerisinde edebiyat piyasalarında, dergilerde göründüm fakat ciddi anlamda yazı ve şiir yazamadım. Bulmacalardan para kazandım. Yazarın acı içinde ve sokakta olması gerektiğini savunuyorum. Acı olmazsa bir edebiyat tıkanır. Türk edebiyatı şu an maalesef tıkanmış duruma girdi. Selim İleri de söyledi, “Acı yok, trajedi yok” dedi. Yani insanlar önce şiir yazıyorlar, sonra ona göre acı çekiyorlar. Türkiye’de edebiyat son zamanlarda çok kötü bir yere gidiyor ve dikkat edin hep yabancı ve telifli kitap basıyorlar. Yerli kitap çok az. Kitap okumak önemlidir. İyi bir okur olmak, iyi bir yazar olmaktan daha önemlidir. İkinci Yeni şairlerinin hepsiyle tanıştım, hepsine kitap imzalattım. İlhan Berk, Cemal Süreyya, Edip Cansever, Ece Ayhan, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, hepsiyle sohbet ettim, feyz aldım, düşüncelerinden etkilendim ama Balıkesir’de gazetelere, dergilere, bulmacalar hazırlamak durumunda kaldım.

 

 

E’siz Potkal’da şifre var demiştiniz açıklar mısınız?

Kitabın sonunda Adam karakteri, bir çığa bağıracağım adını diyerek, bir çığa bir isim bağırıyor ve A’sız kitapta, ben çığa bağırılan ismi açıklayacağımı söylemiştim. Fakat kitabın içinde şifreli olarak 2 yerde isim açıklanıyor. O sözcük sayfada belli bir sistemle belirtiliyor. Onu daha çözebilen, hangi isim olduğunu bana söyleyen veya şifreli olduğunu belirten çıkmadı. Sayfa bütünlüğün de belli bir sistemle harfleri karlarsanız ya da harfleri tersten okursanız bulunabilir. Tabi bunun pek çok tekniği var ve ben söylemiyorum. A’sız kitabımın ismini Ruhun Gemisi koyacaktım, fakat bu Ruhun gemisi adında bir müzik grubu kurdular. Ruhun Gemisi adlı bir bar açıldı. Kitapların isimleri çok önemlidir. Benim en sevdiğim kitap isimlerinden biri, Turgut Uyar’ın Büyük Saat yapıtıdır. Murathan Mungan’ın, Yaz Geçer eseri de güzeldir. İşte kuşlar gibi gitti diye Yaşar Kemal’in kitabı var o da güzel kitap isimlerinden biridir. kitabı sattıran isimdir. Tuna. Kiremitçi’nin Git kendini çok sevdirmeden kitabının çok satmasının nedenlerinden biri kitabın isminin bir tangodan alınmış olmasıdır. Eskiden kitap çıkarmanın bir önemi vardı. Şimdi parası olan kitap çıkarıyor. Şairlik zaten çok basit. Masabaşı şair olmaz. şairimiz, “Pazar şairi bunlar. Pazar günü karıları, çamaşır, bulaşık yıkar, bunlar da şiir yazar” derdi.

 

 

A’sız kitapta da şifre var mı? A’sız kitabınızdan söz eder misiniz?

A’sız kitabın oluşmasında, Yahya Kemal Beyatlı’nın, “Sessiz Gemi” şiirinin çok önemli bir yeri vardır. Sessiz geminin finali şöyle biter: “Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler. Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden, Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden. Bu dizelerde hiç a harfi geçmez. Bu ilgimi çekti. Bu şiirin bütününde de a harfi çok az geçiyor. Bu nedenle ilgimi çekti, kulağıma musiki gibi geldi. Yahya Kemal sadece ok şiirinde aruz ölçüsünü kullanmamıştır. Diğer her şiirinde aruz ölçüsü kullanmıştır. A’sız kitabımın son dokunuşlarını yapıyorum, içeriği konusunda da pek açıklama yapmak istemiyorum. Sadece E’siz kitaptaki şifreyi açıklayacağımı söyleyebilirim

 

 

A’sız kitabın merak edilmesini istiyorsunuz ve detay vermek istemiyorsunuz O zaman hangi yazarları, hangi şairleri, ne tür yapıtları beğeniyorsunuz?

Benim en çok sevdiğim kitaplardan biri, Mai ve Siyah kitabıdır. Halit Ziya Uşaklıgil bence Türk edebiyatının en önemli yazarlarından biridir. Batı tarzında ilk roman ve realist özellikler taşıyan Mai ve Siyah Türk edebiyatında bir mihenk taşıdır. Ondan sonra Türkiye’de maalesef yazılamamıştır. Geçenlerde bir arkadaşım en çok sevdiğim 10 kitabı sordu. Bir liste yaptım. 10 kitabın yazarlarının hepsi yabancı. 8’i Yahudi. Türk yazar yok. Olsaydı kimi alırdım; Tezer Özlü’yü ya da Yusuf Atılgan’ı alırdım. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam kitabı Türk edebiyatında en önemli kitaplardandır. İnsanın en sevdiği yazar ve ya kitap, dönem dönem değişebilir. O anki ruh haline göre sana yakın gelen kitabı daha çok sevebiliyoruz. Ama genel olarak Türkiye’de klasikten bahsedilemeyeceği için, Anna Karenina, Savaş ve Barış, Suç ve Ceza gibi kitap yok. Edebiyat tek kişilik bir terapidir. Edebiyat psikanalizi, psikiyatriyi insanın kendi kendine yapabilmesidir. Yazarken alınan hazzı hiçbir şeyde bulamazsın. Bir nevi düşünsel orgazm gibi bir şeydir. Edebiyat insana yalnızlığını, yalnızlığıyla baş etme yolunu öğretir. Benim, fiil ve fiilimsi geçmeyen kitabım basılmaya hazır.

 

 

Fiil ve fiilimsi geçmeyen kitap nedir? O konuda da açıklama yapmayacak mısınız?

Fiil ve fiilimsi geçmeyen, “Fiiller Mezarlığı” adlı 200 sayfaya yakın bir kitap yazdım. , Şu an son rötuşlarını yaptım. Bu kitap, Fransa’da “Hiç Bir Yer Treni” diye bir kitap var, onun benzeri. Fiil kullanılmadan bir roman yazılmış. Ben Türkçe de çok zorlandım. Fiil ve fiilimsi geçmeden bir roman size belki de olanak dışı geliyor olabilir. Ben böyle bir kitaba imza attım. Kafka’nın bir sözü vardır. “Bir kafes kuş aramaya çıkmış.” Ben de, bir yayınevi beni ararsa veya bana ulaşırsa bu kitabı verebilirim. Bu kitap yayınlanırsa, en azından edebiyata, dile, dil bilimcilere bir katkım olacağını düşünüyorum. A’sız kitap basıma hazır, bulmaca kitaplarım var değişik konseptlerde. Bulmacayla edebiyatı iç içe geçirip ikisini bir arada kullanıp bir roman örgüsüyle kitap yazmak istiyorum. Burada da şöyle düşündüm. Bin civarında bulmaca, bulmacaları çözünce, anahtar sözcükler oluşacak. Anahtar sözcükleri yan yana getirince, roman ortaya çıkacak. Çok donanımlı ve dünya edebiyatında rastlamadım. Ben farklı olmanın peşindeyim. E’siz kitap, A’sız kitap, fiil ve fiilimsi olmayan kitap ve düşündüğüm bulmaca, roman ikilisi kitaplarını, “Leb Değmez” geleneğinden esinlenerek yazdım. Leb değmez, dudak değmez anlamına gelir. Leb değmez şiirlerinde, türkülerinde, dudakların arasına iğne konulur,  b, f, m, p, v harfleri söylenmeden şiirler okunur, aşıklar atışır. İğnenin batmasıyla, kaybedilen bir oyundur ayni zamanda. Yani Rus Ruleti’nin edebiyata uyarlanmış hali diyelim biz ona.

 

 

Yıllarca ulusal gazetelere, dergilere bulmaca hazırladınız. Nasıl yapıyorsunuz. Bir tekniği, taktiği, formülü var mı?

Uzun seneler, hemen hemen bütün gazetelere bulmaca yaptım. Haber Türk, Vatan, Sabah gazeteleri, dergiler. Özgür Yici arkadaşım bir yayın grubunun başındaydı. Vatan Dergi Grubu ile çok güzel işler yaptık. Şu an, Yapı Kredi Yayınları’nın çok saygın ve elit dergisi Kitaplık, Herkese Bilim Teknoloji Dergisi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Dergisi için bulmacalar hazırlıyorum. Bulmacayla insanları eğitebilirsiniz. Bulmacalar draje bilgilerin bir araya geldiği bir platformdur. Fakat benim bulmacalarım konuludur. Ben iddia ediyorum bulmacayla Kuantum fiziğini bir insana öğretebilirim. Bir bulmacayla futbol kurallarını öğretebilirim, bir ili, bir şehri tanıtabilirim. Bulmaca bir CV’dir. Bulmacanın soruluş biçimi önemlidir. Ana sözcüğü çocuğu olan kadın diye de sorulur, benim yaptığım gibi, Maksim Gorki’nin bir romanı diye de sorulur. Eğer böyle sorulursa, okur Gorki’nin kitabını bilmiş olur, belki de o kitabın okunmasına vesile olunur. Balıkesir’de, Bağlar Sokağı’nda bir kahvede düşünce deneyi yaptım. Kahvedekileri tanıyorum çoğu bulmaca çözüyor. Hatta sen çözeceksin, ben çözeceğim kavgası yapıyorlar. Eisenhower’in  lakabı nedir? 5 kişi, “İke” diye yanıtladı. Cemal Gürsel’in lakabını sordum, “Aga” olduğunu söylediler. Afrika’da bir antilop türü diye sordum, “Okapi” dediler. Soruları tersine sordum: Antilop ne demek? Bilmiyoruz. Cemal Gürsel kimdir? Yanıt yok. Eisenhower kimdir? Yine bilemediler. Aslında draje bilgilerle, bulmacayla insanlara bir şeyler empoze edilebilir. Karl Marx’ın kitabı Kapital’i öğretebilirsiniz. Tematik pek çok şey bulmacayla öğretilebilir. Şu anda Bulmaca yapan çok az kişiden biriyim. Çoğu gazete eski bulmacaları yineliyor veya bilgisayar kullanıyor. Hatta bulmaca hazırlamayı öğretmek için kurs açmayı bile düşündüm. Bazı üniversitelere gittim kursu kabul etmedikleri gibi ilgilenmediler bile.  Halk eğitim merkezlerinde kurslar olsa bizim gibi bulmaca hazırlayanlar yok olsa bile arkamızda birilerini bırakmış oluruz. New York Times Gazetesini alanlara, “Önce nereye bakarsınız” konulu anket düzenlemişler. Bu gazeteyi alanların  % 80’ii ilk önce bulmacaya baktığını söylemiş. Bulmaca dünyanın her yerinde çok önemlidir. Manuel yani elle yapılan bulmacalar günlük olaylarla ilgilidir. Bir gün önce olan olayları konu eder. Bence, köşe yazarlığıyla bulmaca yapmak aynıdır. Bir gün önce, mesela ne oldu? Kızlarımız voleybolda birinci oldu. İşte Ebrar, İşte Hande. Bu soruları bulmacada hazırlarsınız. Bulmacanın yararı kalitesine bağlıdır. Kuzu sesi, eşek sesi, bunları çözmek neye yarar. Bazıları uğur sayar? Cevabı; nal. Ama şöyle sorarsan sıcak … Cemal Süreya’nın bir kitabı diye sorarsan da yanıtı Nal.  İşte o da nal, bu da nal. Mesele soruyu sormak. Yabancı ülkelerde, adam kitapçıya giriyor, ülkelerle ilgili, tarihle ilgili bulmaca istiyor. Bulmacalar bulmaca kitapları tematik olmalı. Bulmaca hayatın ta kendisidir.

,

 

Kendine özgü bulmaca kitabın var mı?

Cumhuriyetin 100’üncü yılında Atatürk Bulmacaları projem vardı. Atatürk’ün çocukluğu, gençliği, Atatürk ve kadın, Atatürk ve devrimler, Atatürk ve savaşları ile ilgili 100 tane tematik bulmaca. Fakat bunu basacak yayınevi bulamadım. Pek çok arkadaşa da söyledim. Hiç kimse arayıp ilgilenmedi. Acaba Atatürk’ü seviyorum diyenlerin sevgileri sahte mi diye düşünüyorum bazen?  Bazen de, din sömürüsü yapıldığı gibi Atatürk sevgisi sömürüsü mü yapılıyor sorusu geliyor aklıma.

 

 

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Türkiye’de kitap okuyanlar azaldı. Parkta kitap okuyanlara rastlıyor muyuz?  Ama Japonlar, Avrupalılar ne yapıyor? Kumsalda, otobüste, plajda, her yerde kitap okuyor. Bizde kitap boş zamanlarda okunuyor. Sunucu soruyor: “Boş zamanlarında ne yaparsın?” Yanıt: “Kitap okurum” gibi bir şey hala sürdürülüyor. Ülkemiz için çok acı bir durum. Benim her zaman övündüğüm şey kütüphanemin zenginliğidir. Okumak, bulmaca çözmek, insanlara çocuk yaşlarda aşılanabilir. Gerisi boş. İnsanın altyapısı yoksa zorla kitap okutamazsınız. Kitap okumanın verdiği hazzı hiçbir şey vermez.

 

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
harika
Harika
0
_ok_do_ru
Çok Doğru
0
kat_l_yorum
Katılıyorum
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün
Hafriyat değil Harf’iyat uzmanı
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!