İnsanoğlu hayatı genellikle bireysel seviyede yaşar. Bencillik ve kendini beğenmişlik öne çıkar.
Hep kendini kanıtlamak için uğraşır.
Evde, işte, okulda, sosyal çevrede… Yapabildim mi?, Başarılı mıyım?, Seviliyor muyum?..
Hep bir sorgulama, hep bir ben ben ben.
Hiç dinlemiyoruz.
Çünkü benim fikirlerim, benim görüşlerim önemli. Hep ben bilirim, en iyisini ben yaparım havasındayız.
Bakın etrafınıza onlarca, yüzlerce, binlercesini görürsünüz. Kişisel açıdan baktığımızda egonun varlığı pek yadırganmasa da, kurumsallığa dönüştüğünde yaşamımızda sıkıntıya yol açıyor.
Bir makam ve mevkiinin koltuklarını işgal edenlerin hep yaptım, yapacağım, yapıyorum demeleri, o makam ve mevkinin kişiselleşmesine yol açıyor. Bugün bakın Cumhurbaşkanından, Bakanlara, Belediye Başkanlarından Valilere, Kaymakamlara, Genel müdürlerden Kurum Müdürlerine hatta Muhtarlara kadar ben yaptım, ben verdim sözlerini sıkça duyarsınız.
Her başlayan söz ‘ben’’ ile başlar ‘’ben’’ ile biter.
Sanki o makamın o mevkiinin tek sahibi o. Seçilmişi de atanmışı da böyle.
Halbuki hiç düşünmez ki ben yaptım dediklerini verilen yetkiyle, görevle, sorumluluk bilinciyle olduğunu. Sen olmasan başka birinin o yaptım dediği işleri yapacağını.
Dedik ya hep yaptım, verdimle sınırlı olan ‘ben’i; iş yapmadıklarına geldiğinde ben yapamadım, ben veremedim olmaktan çıktığında anlaşılıyor. O zaman ‘ben’ yok oluyor.
Her ne kadar yapmadıklarını dillendirmeseler de mecbur kaldıklarını hissettiklerinde hep bire kulp bulma marifetleri de yok değildir. Dış güçlerden tutun da küresel etkilerden pandemiye, ekonomik darboğaza kadar türlü türlü bahaneleri vardır. Daha da sıkıştıklarında ‘zamanı var’ en büyük kurtarıcılarıdır.
Zamanı geldiğinde her şey unutulur yine ‘ben’ ağızlara pelesenk olur.