BU TÜRKÜYÜ SÖYLEYECEK BOL BOL ZAMANIN OLACAK!

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

        

 

      Yeşil Tepeler, etrafını çevirirken karınlarını içeri çekip başlarını arkaya  atarak etrafına tas şekli verdiği toprağı verimli, sulanır  ova, Osmanlı Padişahı  tarafından, köylülerin elinden zorla alınıp o bölgede gözü kulağı vurucu gücü olan el etek öperek;

            “Çok yaşa padişahım” diye bağıran Sümbül Ağa’nın dedesine bağışlanmıştı. Padişah, zulmüne  karşı duran, baş eğmeyip dikleşen köylüleri, gözünü kırpmadan kılıçtan geçirirken,katliamdan kaçarak kurtulanlar kendilerini,tepelerin arkasından  yükselen başları çatallı yüce dağların, askerin ulaşması zor, savunmanın kolay, kuş uçmaz kervan geçmez yerlerine atarak köylerini kurup hayata tutunmaya  çalıştılar.

            Ovada insan boyu kalkan buğday ekini rüzgar, önünde bir yönden öbür yöne deniz dalgaları gibi kabara kabara akıyor, bire on veriyor. Ama aynı ekin, dağlar arasında topraktan yukarı iki karış kalkamıyor, bire bir  o da yağmurun bol düştüğü yıllarda  veriyordu.

            Sümbül Ağanın ambarları buğday,  ahırları büyük baş sığır, sayaları koyun sürüsü ve kesesi parayla dolup taşıyor , köylüler, ağız dolusu ekmek  yiyecek  un bulamıyor, üç beş kel kör hayvanla  yarı aç yarı tok  sürünüyor, meteliğe kurşun sıkıyorlardı..

           İşsizlik, milleti kırıp geçiriyor, iş bulamadan gurbetten dönenler, başlar önde,  kollar sanki omuzlardan sopa gibi aşağı sarkmış, köy içinde  aylak aylak dolaşıyor, sıkıntıdan  soluğu burundan alıp veriyorlardı.

           Sözün özü ağanın evi düğün bayram yeri, topraksız köylülerinki ise, ölü toprağı sepilmiş evi gibi.sessiz,sinek vızıltıları duyuluyordu.

. .

           Sonunda kimi dolandırıcı,  kimi kapkaçı, kimi de resmen hırsız oldu.

           Köye dönebilen dolandırıcı gaspçı ve hırsız, getirdiğini ailesi ile tükettikten sonra tekrar işe çıkıyordu. Suçüstü yakalananlar karakollarda falakaya yatırılıyor, adliye koridorlarında süründürülüyor,  cezaevi zindanlarında  çürütülüyor. Ama suçun ardı arkası gelmiyor, gün be gün suç ve suçlu sayısı çığ gibi büyüyordu.

        “Bu düzen değişmeli, toprak kanunu uygulanmalı, milli gelir halkça bölüşülmeli, emek korunmalı, İstiklal Savaşı’nda ordunun belini oluşturan köylü, bu zulmü hak etmiyor”  diye bağıran, yazan ve çizen bir elin parmak sayısını geçmeyen aydınlar, yaka paça zindana tıkılıyor, devam eden hayatla birlikte bir kör döğüş akıp gidiyordu..

         

             Tilki Hasan, koyun çalmaya karar verdi. Bu işi tek başına yapması zordu.  Kendi çobanı oyalarken, yardımcı  koyunu sürüden çıkaracaktı.

             Tilki Hasan, on kapı çaldı, eli boş geri döndü . Kimse o gün teklifini kabul etmedi. Çaresiz  kaldı. Akli dengesi biraz bozuk olan Garip Mustafa’da karar kıldı. Bayramdan bayrama yardım severin verdiği etin  kokusu, şimdi Garip’in burnunda tütüyordu  Onun için, önlerindeki iki büyük dağı yürüyerek geçmek  bir tarafa; yedi dağı aşmaya dünden razıydı, tereddüt etmeden  kabul etti. Koyunu   pelit odun közünde döndüre döndüre  kızartacaklar, sonra başına çöküp üç gün üç gece  yatıp kalkarak yiyeceklerdi. Gün ağarırken yola. koyuldular.

 

            Sürü Çıplak bir tepenin yeşil yamacında otluyordu, içinde  otuza yakın keçi vardı. Çoban kavalı ile yanık bir hava çalıyordu. Sıcağın bastırmasını beklediler. Kuşluk vakti hayvan kendiliğinden. tek sıra halinde sayanın içine aktı. Çoban, kavalı kesti. Kalktı. Kavalı beline soktu, sürünün ardı sıra tembel tembel  yürüdü.  

          

Tilki Hasan: Garip Mustafa ya;

          “Ben çobanı lafa tutacağım, sen koyunu  sürüyerek çıkaracaksın, tamamı mı!”dedi.

          “Heç merak etme Hasan Emmi!”

            Tilki Hasan  kulübeye girdi. Selam verdi. Çoban selamını aldı  yer gösterip;

           “Buyur otur. Hoş gelmişin kardaş“ dedi.

            Çoban, niye geldiğini, hangi köylü olduğunu sordu.

           “Sarıtaş Köyündenim, kasabaya gidiyorum; bir bardak ayranı içer içim serinler diye girdim.”

           “Başım gözüm üstüne!“

             Çoban kalkıp  bir derin kapta yoğurdun üstüne  su döktü    kaşıkla  adamakıllı, çırpıp bir bardak misafire, bir bardak kendine  doldurdu. Karşılıklı olarak diktikleri bardakları bir solukta içip bitirdiler.. Tilki  Hasan  derin bir nefes salarak:

           “Ölmüşlerin ruhuna değsin” dedi.

            “Afiyet bal olsun!“

Çobanın tatlı dilli güler yüzlü cana yakın oluşu, işini  kolaylaştıracağını anlayan Tilki Hasan:

          “Ağa” dedi.  “Gelirken çok güzel bir kaval sesi duydum, sen mi çalıydın?“  

            “Bendim!“

           “Yine  çalar mısın, hayatımda  böyle bir kaval sesi daha duymadım.  Ciğerime işledi sesi.”

            “Sesin güzel mi?”

“Fena sayılmaz. “

            “ Şimdi oldu, ben çalarken sen de söyleyeceksin!“

               Canına minnetti. Canı gönülden..

              “Haay haaay!”

               Çoban çalmaya, Tilki ,söylemeye başladı:

            “ Koyun gelir yata yata”

            “ Çamurlara bata bata “

            “ Gelin Ayşem suya gider “

            “ Yosunlara tuta tuta…”

               

                Garip  Mustafa. gözüne kestirdiği koyunun önüne gelen boynundan yakalayıp kenara çektiği  beyaz kıllı keçiden acı  çığlıklar  yükseldi, Çoban kavalı kesip kulak kabarttı. Çığlıklar bir dakika kadar kısa sürdü. Çoban kavalı üflemeden  Tilki  hemen yeni türküye başladı.

               “Tutma kıllıyı kıllıyı”

               “Belaya  sokar başını”

               “Düşürür seni  dama”

               “Gün bitmez yata yata”

 

               “Tut tüylüyü tüylüyü”

              “ Hiç çıkmaz sesi soluğu”

               “Uslu uslu yürür yanı sıra”

               “Çıkarır seni selamete”

 

                 Çoban şaşkın boğuk bir sesle;

               “Yahu  böyle türkü mü olur“ dedi.

               “Çok haklısın, bizim köyün delisi Hüseyin, bu türküyü  çıkardı, köylünün diline doladı. “

                “Heeeeeee!”

                “Heeeeee yeeee!”

                  Çoban çalıyor.  Tilki, bildiği türküleri  içten gelen bir kapılışla arka arkaya sıralıyordu; yirmi dakika yakın süre böyle geçti. Garip, koyunla tepeyi aştı.

                  Tilki Hasan:

                 “Kardaş yeter” dedi.  “Hakkını  helal et! “

                 “Helal olsun yolun açık olsun!”

 

 

                  Koyunun çalındığı koca sürü içinde iki gün sonra fark edildi. Sümbül Ağa Jandarmaya şikayette bulundu.

                  Jandarma Komutanı:

                 “Sarıtaş Köyünden  hırsız çıkmaz “ dedi.

                  Çoban  adamı tarif etti

                  Jandarma komutanı,  Tilki Hasan olduğunu  anladı. Bir çavuş iki eri köye gönderdi. Tilki Hasan ve muhtar karakola getirildi. .

                  Tilki Hasan suçu şiddetle reddetti. Muhtarla odasında görüşen komutan o gün köyde  Garip Mustafa’nın  da olmadığını öğrendi. O da getirildi. İfadeleri alınıp mahkemeye sevk edildi.  Sorgu hakimi, Sümbül Ağa’ya  delilini sordu. Şahit olarak dinlenen Çoban,  Tilki’nin  söylediği türküyü  tekrar etti. Hakim merakla; 

                  “Bu  türkü nasıl delil olur?“diye sordu.

                  “Keçi acı acı çığlık atınca, bu türküye başladı.  Onunla keçi tutma bağırır, koyunu tutarsan sesini çıkarmaz diye  bildirdi sonra anladım. “

                    Hakim:

                   “Ne diyor un? “ diye Tilki Hasan’a sordu.

                   “Kabul etmem, ne bu adamı gördüm, ne ayranını içtim ne de böyle bir  türkü  bilirim ve ne de  söyledim. Külliyen yalan! “

                    Hakim kafasını öne eğdi bir süre düşündü. Sonra başını  kaldırıp Garip Mustafa’yı tepeden tırnağa  süzdü, duruş ve tedirgin bakışlarından, saf  biri olduğunu, korktuğunu anlayınca başını ona  aniden çevirerek dövecek gibi bir tavırla  bağırdı:

                  “Söyle oğlum, sizin köyde bu türküyü başka kim söyler! “

                    Korkudan titreyen Garip Mustafa;

                 “ Kim söyleyecek hakim beğim Hasan’ın babası söyler, ondan öğrenmiştir “ dedi.

                   Tilki Hasan’ın yüzünü anında soğuk  ter bastı.

                 “Yaktın ulaa beniii” diye mırıldandı, içinden.

                   Hakim  ikisini de tutukladı.

 

                   Tilki Hasan’ın dedesi Kara Bayram Çavuş Sakarya Savaşı’nın en kritik en tehlikeli eşiğinde  takımının en önünde dönüp arkasına bakmadan, gözü kırpmadan  kelle koltukta, Yunan askeri ile boğaz boğaza  tutuştuğu boğuşmada siperden sipere atılarak güneşte paralayan alkanlara boyanmış  süngüsüyle  destanlar yazarken, savaşı yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa’nın  dürbüne  takılarak heyecanlanıp sesinin titremesine  sebep olmuştu.

                   Yanıbaşında  harbi dikkatle  takip eden İsmet Paşa’ya;

                  “İsmet! Şu  tarafa bak çocuklar yaman dövüşüyor, başlarındaki bir afat.”

                    Tarif edilen yöne dürbünü çeviren İsmet Paşa;

           “Paşam o çocuk  Kara Bayram Çavuş, Eskişehir Şavaşlarında önüne çıkan Yunan askerini tepelemiş,  onu devirecek biri çıkamadı. karşısına.. Sordum soruşturdum, bu çocuklar dedelerinin ellerinden ovayı zorla  alıp Sümbül Ağa’nın  dedesine  bağışlayan padişahın dağlar arasına sürdüğü yoksul ve topraksız köylülerin çocukları olduğunu öğrendim.”

                    “İsmet! Savaşı bu çocukların sayesinde kazancağız! “

                    “Paşam! Bu çocukların hakkını nasıl ödeyeceğiz?”

                    “Hiç merak etme İsmet! Sıra onlara da gelecek şu belayı bir defedelim.”

                     

Bela defedildi. Mustafa Kemal Paşa  köylünün toprak sahibi yapılmasını istedi.

Yapmaya ömrü yetmedi!   Bin dokuz yüz kırkbeş yılında toprak kanunu çıkarıldı.  Başta Sümbül Ağa olmak üzere bütün toprak ağaları birleşip rest çektiler:

                     “Bizde  verilecek  bir karış toprak yok, haydi alında görelim!”

                        Onların  dediği oldu. Kanun uygulanamadı. içinde kanun olan raftaki dosyanın üstünde bir parmak kalınlığında toz birikti. Yüce dağların doruğundan uzun menzilli gözleriyle ovayı süzen  Kara Bayram Çavuş, yokluk, yoksunluk içinde toprak özlemi çeke çeke öldü. Oğlu Kara Mehmet ve torunu Tilki Hasan  hırsız oldular.

                        Topladığı rüşvetle, İstanbul Boğazında bir  yalı yaptıran  Beyoğlu’na  dört adet işhanı diken,  İstiklal Harbi karşıtı Padişah taraftarı, Paşa Dedesinin  yalısında el bebek  gül bebek  büyütülen,  Anadolu’nun yoksul çocukları bozkırın ortasında aç susuz ve çıplak halde Yunanla boğuşurken  yatağında göbeğini kaşıyarak  boy atan hakim, tek bir soruyla elde ettiği başarıdan dolayı   duyduğu  gurur ve takındığı keyifli bir gülümsemeyle, sanki tahta oturuyormuş gibi koltuğunda kasılarak Tilki Hasan a;

                         “Hadi  bakayım” dedi, “bu türküyü bol bol söyleyecek zamanın olacak!”  

 

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
harika
Harika
0
_ok_do_ru
Çok Doğru
0
kat_l_yorum
Katılıyorum
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün
BU TÜRKÜYÜ SÖYLEYECEK BOL BOL ZAMANIN OLACAK!
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!