Dünya kendi halinde bir cennet. Ta ki insanın eli ona erişmeden. Apartmanlar arasında kalmış henüz yeşil bir arsadaki küçük bir su birikintisinde, henüz imara açılmamış şehir kenarındaki bir merada açan çiçekleri, gelen giden kuşları, küçük böcekler ve sürüngenleri fark ettiğinizde bunu idrak ediyorsunuz.
Yaşamın her bir unsuru başlı başına bir mucize insan aklı için imkânsız bir mükemmellik. Her gün doğumu ve batımı, ılık ılık saatlerce yağan bir nisan yağmuru, orman ve korulardan yükselen yağmur sonrası yaprak kokuları insanın içine doğduğu ancak ne anlamaya ne de bir benzerini üretmeye imkanının olmadığı mucizeler.
Var etmeye muktedir olmayan insan son dönemde daha da sıklıkla müşahade ediyoruz ki yok etmek konusunda oldukça mahir. Tepelerde hunharca açılan taş ocakları, kırsallarda yapılan gereğinden fazla geniş yollar, traşlama kesilen koruluklar, imara açılan meralar, kontrolsüzce şehir kenarlarına dökülen molozlar. Köylerin çöplerini döktüğü dereler. Neredeyse tüm ormanların içine kondurulan rüzgâr gülleri, su kaynaklarının barındığı dağlara açılan maden ocakları, imara açılan ovalar, eşi benzeri olmayan tarım toprakları, yağmalanan kıyılar, zeytinlikler, gerekli gereksiz açılan orman yolları bu tahribatın sadece benim yakın çevremizde şahit olduğum görüntüleri. Bizim bu toprakları böyle tahrip etmeye hakkımız var mı? Bizim var edemediğimiz güzellikleri böyle düşüncesizce yok etmek iznimiz var mı? Biz bu dünyada hesapsız ve kitapsızca istediğimizi yapabileceğimizi mi zannediyoruz?
2015 yılında araç kiraladım ve tüm İzlanda adasını dolaştım. Marmara bölgesi büyüklüğünde olan bu adada ne bir moloz gördüm, ne bir taş ocağı. Bunları bir kenara bırakın İzlanda’da bir kayayı yerinden oynatmak, inşaat bahanesiyle kırmak bile suçtur. Dünyaca ünlü doğa harikalarının yakın çevresinde her yıl yüzbinlerce turist ağırlamalarına rağmen konteyner binalar harici bir yapı göremezsiniz. Neden ? Çünkü İzlanda’lılar için kendi adaları, kendi toprakları kutsaldır, değerlidir, varlıklarının bir parçasıdır.
2018 yılında bütün İskoçya’yı gezdim. Şehirlerini ve kırsallarını gitmediğim bir köşesi kalmadı. İskoçya dünyanın en güzel peyzaja sahip ülkelerinden biridir. Binlerce göl vardır, eski buzul çağının şekillendirdiği yükseltileri, Highlandlar da denilen sisin ve yağmurun eksik olmadığı yüksek toprakları muhteşemdir.
İskoçya’da ne moloz, ne hafriyat, ne derelerde çöp gördüm. Kırsaldaki yollar tek arabanın geçeceği kadardır. İki araba yan yana geçemeyeceği için yollarda her 300 metrede bir cep yapmışlar. Arabalar birbirine saygıyla yol veriyor sonra da teşekkür ediyorlar. İskoçya’da orman yollarına araçla giremezsiniz.
Ormanların kapısında kilit vardır. Ama sırt çantanızı alıp istediğiniz yere yürürsünüz. Binlerce gölü olmasına rağmen hiçbir gölün kenarına açılmış araba yolu bulamazsınız. İskoçya’da her yıl yüzbinlerce turisti ağırlamasına rağmen doğal alanlarda karavan ve çadır parklarından başka yapılar bulunmaz.
İskoçya yaşayan bir efsanedir ve İskoçlar hatta tüm Britanya bu yağmurlu, sisli, karanlık ve soğuk ülkeyi en küçük taşına kadar korumak üzere ant içmiş gibidir. Bu arada inşaat, moloz, gereksiz yollar, yerli yersiz tarumar edilmiş turistik alanlar görmediğim İskoçya’nın kişi başına düşen yıllık milli geliri 30 bin Sterlindir. Yani 38 000 USD civarı. İzlanda’nın kişi başına düşen yıllık milli geliri 68.727 USD dir. Bunun % 33’ü turizm gelirleri kaynaklıdır. Bazı aklı evveller hemen efendim onların nüfusu az derler. Elbette onların nüfusu az, ekonomilerinin hacimleri Türkiye kadar geniş değil. Ancak kaynakları da toprakları da turizm imkanları da Türkiye kadar geniş değil.
Yani bu ülkelerin paraları var ama o parayı gereksiz yere çarçur etmedikleri gibi ülkelerinin bu korunmuşluğu onların turist ağırlama kapasitesini sürekli artırıyor. Türkiye bu ülkelerden açık ara daha güzel bir ülke. Çünkü bu topraklarda onlarda olan şeyler de olmayan şeylerde mevcut. Ama o kadar korkunç bir yağma ve tahribat var ki hiçbir vatanseverin bunu kabul etmesi mümkün değil. Çünkü vatan dediğin ovadır, dağdır, topraktır, deredir, göldür, denizdir. Hayali ve mücerret edebi bir kavram değildir vatan.
Vatan, bayrak, şehit kanları ile sulanmış topraklarımız edebiyatını dilimizden düşürmeyiz ama her yere moloz dökmek, piknik yaptığımız çeşme başlarını hayvan ahırlarında daha kötü hale getirmek konusunda büyük meziyetlerimiz olduğu kesin. Bu ülkede Uludağ Milli parkındaki milyon yıllık buzul göllerinin yanına araba yolu yaptılar. Hasan boğuldu’da binyıllardır özgür akan su yatağına beton döktüler.
Balıkesir’in yakın çevresindeki tek mesire alanı olan Değirmenboğazında zaten ağaçlandırma olan orman içine yeni yollar açılmış Ötesi var mı? Daha düne kadar Kazdağı’nın tepesine tesis mi yapsak, kayak pisti mi kursak, teleferik mi yapsak tartışmaları devam ediyordu. Şimdi aynı felaket, bölgemizin en güzel ve en doğal dağı olan Ulus dağının tepesinde. Yapmayın arkadaşlar.
Bu toprakları rahat bırakın. Bu ülkeye zarar verme hakkınız yok. O dağlar kendi halinde kaldığında sizin tesislerinizin getirdiğinden çok daha fazla fayda sağlar bu ülkeye. Sizin var etmediğiniz bu güzellikleri, bizim doğmamış çocuklarımızın da hakkı olan bu güzellikleri böyle geriye dönülmez biçimde tahrip etmeye hakkınız yok.
Bunu çok açık söylüyorum. İnsan dünyaya edeple dokunmalı. İnsanın varoluş gayesi dünyayı güzelleştirmektir. Tabi bu gayeden çok uzaklaşmıştır insanoğlu. Bugün yaşadığı maddi manevi tüm sıkıntıların sebebi de budur. İnsan kendine de türdeşlerine de çevresindeki diğer canlılara da dünyayı dar etmiştir. Bir cennet olan bu gezegeni elini atığı her yerde bir cehenneme dönüştürmüştür.
Şimdi burada yavaşlamak lazım. Bizim bu gezegenin sahibi olmadığımız şuuruyla hareket etmek lazım. Diğer canlıların, dağın, taşın, tepenin, derenin de üzerimizde hakkı vardır. Bu hakka saygılı olmak lazım. Bu hak kul hakkı kadar ağırdır. Siz Allah’ın yarattığı peyzajı, güzelliği hoyratça tahrip ederseniz bu gayretullah’a dokunur. Böyle bir başıboşluğun yeri yok bu dünyada. Herkes bunun bedelini er geç öder. Bu dünyada ödenir bu bedeller. Eskiler sahip oldukları marifet ve miras aldıkları geleneğin bakışı ile bu konuları bilirler ve attıkları adımlara dikkat ederlerdi. Bu işlerin vebali vardır. Bu dünya sahipsiz değildir.
Konuya ister çevrecilikten bakın ister vatanseverlikten bakın, isterseniz manevi bir bakışla konuyu ele alın, bu işlerin bu derece ben yaptım oldu usulü ele alınması herkesi vebal altında bırakır. Dünya feryat figan gıda krizinden bahsediyor, su krizinden bahsediyor, toprak krizinden bahsediyor ama biz hala su kaynaklarımızı madenlere kurban ediyoruz, derelere çöp döküyoruz, meraları imara açıyoruz, tarım topraklarına bol bol hobi bahçeleri, çirkin beton barakalar konduruyoruz.
Ondan sonra sıkılmadan sürdürülebilirlikten, yeşil dönüşümden vs. bahsediliyor. Akıl ve bilim de mi bize doğru yolu göstermiyor? Bizim olanlara sahip çıkalım. İlaveten Balıkesir’in doğası müstesna güzelliklere sahiptir. Bunu korumak gerekir. Bu özellikler yakın gelecekte Balıkesir için çok daha kıymetli hale gelecektir. İda-Madra Jeoparkı gibi bir çok çalışma potansiyeli vardır yapılabilir. Ekonomik fayda ayrı şeydir rant ayrı şeydir bunları karıştırmamak lazım. Uzun vadeli ekonomik getirileri iki günlük aldı kaçtı rantlarına kurban etmemek önemlidir. Bölgenin en güzel kayın ormanlarının bulunduğu Çataldağlara rüzgar gülleri yapmak yerine yürüyüş yolları, kamp alanları, karaca-geyik yetiştirme sahaları yapılsaydı, derelerinde sportif alabalık üretim ve avı planlansaydı İstanbul İzmir güzergahında bir turizm cennetine çevrilebilirdi. Sapanca’nın kartepesi gibi olurdu.
Bilen bilir Çataldağ’daki büyük kaya peyzajının dünyada eşi yoktur. Ama o peyzajı rüzgar gülleri ile bozduk ayrı mesele. Elde kalanları koruyalım. Bozmaya muktediriz ama var etmeye gücümüz yok. O zaman milyon yıllık oluşumlara kepçe dozer sokarken düşünmek lazım. Dünyaya edeple dokunmak, ardımızdan burayı daha güzel bir yer halinde bırakarak göçüp gitmeyi bilmek lazım vesselam.