Başım dik, tenim hafif kavruk buğday rengi, Galata Kulesi koydular ismimi…
Beyoğlu’nun ara sokaklarından, hafif yokuşlar arasından göğe baktığımızda göreceğimiz ilk yer. Öyle ihtişamlı, öyle büyük ki İstanbul’un birçok yerinden bile belli ediyor kendini güzelliğiyle. Galata Köprüsü’nden, Karaköy’den, Beyoğlu’ndan, Eminönü’nden ve İstiklal’in sonlarına geldiğimizde aşağı sallanınca biliriz ki tüm ihtişamıyla Galata çıkacak karşımıza. Şairlerin adına şiirler yazdığı, romanlara, hikayelere konu olmuş, aşıkların merdivenlerinden el ele çıktığı, uzaktan da olsa görmek için başımızı kaldırıp nerede diye gözlerimizle aradığımız büyülü mekan Galata.
DENİZDEN GELEBİLECEK TEHDİTLERE KARŞI…
Beyoğlu’nun en güzel noktasında tüm ihtişamıyla karşımızda. Önce uzun uzun izliyoruz Galata’yı eteğindeki Viyana Kahvesi’nde. Güzel bir kahve içip, kahve kokuları, martı sesleri, insanların tatlı telaşları arasında uzun uzun izliyoruz Galata’yı. Uzun uzun bakıp iç geçirip hayran kalmamak mümkün değil adeta gözlerinizi alamıyorsunuz bu ihtişamlı yapıdan.
Kahvemizi içip, uzun uzun Galata’yı izledikten sonra Galata’ya çıkmak için merdivenlere uzanıyoruz. Bizanslıların “MegalosPyrgos”u (Büyük Burç), Cenevizlilerin “ChristteaTurris”i (İsa Kulesi) bizim ise Galata Kulemiz. Net olarak kimin tarafından, ne zaman yaptırıldığı bilinmese de birçok tarihçi, birçok kaynak Cenevizliler tarafından 1348-1349 yıllarında yaptırıldığı söylenmektedir. Bu ihtişamlı kulenin yaptırılmasının sebebi Cenevizliler tarafından denizden gelebilecek tehlikelere karşı gözlem amacıyla yaptırıldığı birçok kaynakta söyleniyor.
RESTORASYONLARA KARŞIN ORİJİNALLİĞİNİ KORUYOR
Merdivenlerden çıkarken her katta Bizans’tan kalma, Cenevizliler’den kalma, Osmanlı zamanından kalma birçok tarihi eser karşılıyor bizleri. Kulenin yapısı, harika bir incelikle işlenmiş olan taştan duvarları, zemini… Her ne kadar ilk halini bilmiyor olsak da görmemiş olsak da yapılan restorasyonlarda bile bu ihtişamlı kule hala orijinalliğini koruduğunu, yapaydan uzak olduğunu hissettiriyor. Osmanlı zamanında ilk restorasyon 18. yüzyılda yapılmış, eskisinden daha da güzel bir hale getirilmiştir. 18. yüzyılda yapılan restorasyonda külahı yenilenmiş, kulenin içine bazı eklemeler yapılmıştır. Osmanlı zamanında yaptırılmış bir diğer restorasyon da 19. yüzyılda II. Mahmud Dönemi’nde olmuştur. Kule bir yangınla harap olmuş daha sonra da II. Mahmud tarafından yenilenmiştir.
BİR YANI HALİÇ, BİR YANI KARAKÖY, BİR YANI BEYOĞLU…
Merdivenleri bitirip Galata’yı en ince ayrıntısına kadar inceledikten sonra seyir terasına çıkıyoruz. Adım attığımız andan itibaren İstanbul’un büyülü güzelliği tüm bedenimizi sarıyor. Adeta tüm İstanbul ayaklarımızın altına serilmiş bir vaziyette duruyor. Karşımızda Haliç’in eşsiz güzelliği dururken büyülenmemek elde değil. Başımızı biraz çevirince Galata Köprüsü’nü görüyoruz. Koşuşturan insanlar, köprünün ucunda balık tutan insanlar… Galata’nın tepesine çıkınca Galata sanıyor insan kendini. Tüm İstanbul’u gören, ayakların altında tutan, İstanbul’un birçok yerinden görülen o eşsiz Galata sanıyor insan kendini, İstanbul’un kalbi sanıyor kendini o eşsizliğiyle, büyüsüyle İstanbul’u ayakta tutan, İstanbul’a kan pompalayan Galata sanıyor kendini. Bir yanı Karaköy, bir yanı Beyoğlu, bir yanı Galata Köprüsü, bir yanı Eminönü, bir yanı Haliç, bir yanı tüm İstanbul. Kocaman bir şehir İstanbul tam ortasında ise o büyülü şehrin eşsiz güzelliğiyle parıldayan kalbi Galata…
Başım dik, tenim hafif kavruk buğday rengi
Galata kulesi koydular ismimi
Bilirim, işlemeli değildir yapıldığım taşlar
Lakin ölçemedi, hiçbir ölçü birimi
Duvarlarıma kazınmış şiirlerin kıymetini… Aydın Meriç