Babam, Sırrı Yırcalı’nın Yeniköy boraks ocağında başçavuş olarak çalışıyor. Onun tek gayesi, üç oğlunu okutup ekmek sahibi yapmak. Sık sık şunu dillendirirdi:
“Bu memlekette Allah’a kulluk yaptırmıyorlar. Kula kulluk yaptırıyorlar, ben çektim çocuklarıma çektirmeyeceğim.! “
Ben İstanbul Hukuk Fakültesi’nde . benim küçüğüm İzmir Eczacılık Fakültesi’nde, en küçük kardeşim Balıkesir Necati Eğitim Fakültesi’nde okuyor.
Tek gelirimiz babamın maaşı.
Şirket zarar edip kapanırsa, ortada kalacağımız korkusundan babam, kendini saran korkuyla işine dört elle sarılmış sıkı takip ediyor. Sendikanın iş yeri temsilcisi, akrabası olan sendikabaşkanından aldığı destekle işten kaytarmaya, yakalandığında da ikaz eden babamı “Sende kimsin?“ dercesine nazarı dikkate almamaya başlıyor. Babam marangozhanede uyurken bastırınca sinirlenip :
“Sen çalışma, kötü örnek ol, seni gören çalışmasın, ben de görmezden geleyim, ne olacak bu şirketin hali” diye soruyor.
“Şirketin… “ diyerek dere tepe düz sıyırınca babam Allah yarattı demeyerek sille tokat girişiyor, elinden zor kurtarıyorlar, ağzının burunun ve üstü başının kanını silmeden soluğu Balıkesir’de alıyor. Adam önlerindeendikacılar, bağırıp çağırarak Sırrı Bey’in odasına doluşarak bastırıyorlar:
“Ya bu başçavuşu işten atarsın, ya da biz greve gideriz!”
Sırrı Bey, sakin bir tavırla babamı dinledikten sonra karar vereceğini söyleyerek yola çıkıyorlar. Madenin yolu Yeniköy’ün hemen yanıbaşından geçiyor. Köylüler yolu kesiyorlar. Sırrı Bey sebebini soruyor:
“Beyim bu başçavuşu istemiyoruz, çıkar işten! “
“ Niçin ?”
“Namazı yasakladı! “
“Ben onunla bir görüşeyim! “
Sırrı Yırcalı, kanı üstünde ve yüzünde kuruyan işçiyi işaret ederek soruyor:
“ Bunu sen mi dövdün? “
Babam cevap veriyor:
“Evet ağabeyi ben dövdüm! “
Babam, Sırrı Bey kendinden büyük olduğu için ona ağabey diye hitap ederdi.
“Neden?”
“Üçüncü kez işten kaytardığını yakaladığımda Şirket iflas ederse hoşuna mı gidecek diye sordum, ‘şirketin…’ diyerek bastı küfürü; bu küfür şirketin adı altında benim anama avradımaydı. Kendimi kaybetmişim. Yemin ediyorum, bir daha küfür ederse bu sefer bayıltıncaya kadar döverim…“
Babamın işten çıkarılırım korkusuyla kıvırtacağını, ezilip büzüleceğini, özür üstüne özür dileyeceğini, önce bekleyen işçiye ne cevap verecek diye bakıyor Sırrı Bey, tık yok, sonra kafasını sendikacılara çeviriyor, tıs yok.
Sırrı Bey bu sefer babama ikinci soruyu yöneltiyor:
“Namazı yasaklamışın doğru mu ?”
“ Doğru!”
“ Neden“
“Sizin izinizle yirmi dakika uzakta olan Yeniköy’e Cuma namazına yarım saat izin vererek şirketin vasıtasıyla gönderiyorum, bir buçuk saate geliyorlar.“
Sırrı Bey işçiye soruyor, cevap yok.
Bununüzerine Sırrı Bey;
“ Ben gidiyorum“ diyerek ocağı terk ediyor.
Madenin yolu, Ali Şayakçı maden sahası içinden geçiyor. Bir gün Ali Şayakçı, babamın bindiği jipi durduruyor.
“Sırrı Bey in başçavuşu sen misin?” diye soruyor.
“Evet, benim. “
“Senden çok memnun. “
“Sağ olsun. “
“ Maaşın ne kadar?”
“ Dört bin. “
“ Gel benimle çalış, altı bin veririm! “
“ On bin de versen gelmem!”
“Sebep ?”
“ Sen iş yerinde, işçiyi, çavuşu kızdın mı tokatlıyor muşun! “
“ Sırrı Bey ne yapıyor?“
“Bizi topluyor, lokum dağıttırıyor, ailesinden biriymişiz gibi bizlere bir şikayet, dilek ve isteğimiz olup olmadığını soruyor! “
“ Diyelim ki Sırrı Bey sana bir tokat attı, ne yaparsın? “
“ O asla öyle bir şey yapmaz! “
“Niçin ?”
“İnsanı seviyor, karıncayı bile incitmiyor!“
“Peki benim işimde çalışıyorsun, ben bir tokat atarsam?”
Babamın tepesi atıyor. Kan beynine sıçrıyor.
“Bak efendi, benim işim var, lafa tutma beni; eşek sudan gelinceye kadar evire çevire basardım sopayı! “
Babam midesi bulanmış gibi çehreyle kendinijipe zor atıyor.
Babam emekli olunca veda ziyaretine gidiyor. Boraks millileştirilmiş, Sırrı Bey üzgün.
“Mehmet Çavuş madeni elimizden aldı devlet!“
Babam teselli etmek istiyor.
“Ağabey sizden sonra gelen nesil sıkıntı çekmez! “
“ Bu, benim hiç aklıma bile gelmedi! “
Sırrı Bey,başını önüne eğiyor, bir süre düşünüyor, sonra kaldırıp babamı duygusal yönden pek etkileyen şu cümlesiyle konuşmasını bitiriyor:
“Devletin aklına bile getirmediği, yüz yıllar boyunca toprağın altında bekleyen bu kıymetli madenimizi biz toprağı tırnaklarımızla kazıyarak çıkardık meydana!“