Cumhuriyet döneminden önce Türk aydınları, İstanbul dışında yaşanan hadiselere/felâketlere çok fazla ilgi göstermemişlerdir. Bu nedenle Tevfik Fikret’in, 1898 yılında Balıkesir’de yaşanan deprem için, “Verin Zavallılara” isimli şiirini yazması ve bu şiirin kamuouyunda büyük bir yankı uyandırması edebiyat tarihimiz açısından önemlidir.
1898, Balıkesir için bir felâket yılı olmuştur. Bu yılın ikinci ayında Balıkesir’de o güne kadar görülmeyen büyüklükte bir deprem meydana gelir. Bu deprem, Balıkesir’i maddî ve manevî yönden yerle bir eder. Böylesine büyük bir felâket, o günün basınında ve kültür hayatında büyüklüğüyle orantılı derecede yer bulamaz.
Balıkesir depremi, Türk edebiyatındaki en güzel aksini TevfikFikret’in “Verin Zavallılara” şiirinde bulur. Fikret, depremi o kadar güzel tasvir eder ki, onu adeta bu gün bize bir kere daha yaşatır. Bu “şiirdeki hâkim duygu, ıztırap ve sefalettir. Buna karşı şairin istediği sadece merhamet ve yardımdan ibarettir.” Tevfik Fikret’in bu şiiri Servet-i Fünûn’da yayınlamasından altı gün önce yazılmıştır.
Verin Zavallılara
-Balıkesir Musâbîni İçin
Harâb-ı zelzele bir köy… Şu yanda, bir çatının
Çürük direkleri dehşetle fırlamış; öteden
Çamur yığıntısı şeklinde bir zemîn katının
Yıkık temelleri manzûr; uzakta bir mesken
Zemîne doğru eğilmiş, hemansukût edecek;
Önünde bir kadın… Of, artık istemem görmek!
Bu levha kalbimi tahrîk içinse, kâfidir;
Tasavvur eyleyemem bir yürek; velev münkir,
Velev haşîn ü mülevves ki böyle bir hâli
Görüp de sızlamasın… Şimdi siz bu timsâli
Bu levh-i mâtemi her türlü dehşetiyle alın,
Bu muhterem vatanın bir kenar-ı bâridine;
Bütün o manzara-i cân-şikâfı bir de kalın
Ridâ-yıberf ile örtün ki titresin de yine
-içinde saklayarak sûzîş-i felâketini
yabancı gözlere göstermesin sefâletini…
Nasıl tahammül eder sonra karşısında bunun,
Bunun, bu sahne-i pür-ye’s ü girye-meşhûnun
Biraz hamiyyet ü rikkatle sızlayan dil-i pâk?
Derin, iniltili çarpıntılarla sîne-i hâk
Teessüratını söyler bu levh-i âlâma;
Sizin de kalbiniz elbet acır, değil mi?
Verin, Verin şu dullara, yoksul kalan şu eytâma,
Verin enînine gayet, şu bir yığın beşerin!
20 Şubat 1313/1898
İmdat Katarı
Anadolu coğrafyasında meydana gelen büyük depremler arasında yer alan 1939 Erzincan Depremi şiddeti ve yıkıcı sonuçları açısından önemli bir etki yapmıştır. Ülkemizde en çok depremin yaşandığı Kuzey Anadolu Fay hattı üzerindebulunan Erzincan 27 Aralık 1939 tarihinde büyük bir depreme maruz kalmıştır.2 Merkez üssü Erzincan olan depremin şiddeti 7,9 civarında ölçülmüştür.
Depremin hemen ardından 28 Aralık sabahı Dahiliye Vekili B. Faik Öztrak ve Sıhhiye Vekili Dr. Hulusi Alataş saat 09:40 treni ile Ankara’dan deprem bölgesine gitmek için ayrılmışlardır. Trende bulunanlardan Köşe Yazarı Nüsret Safa Coşkun, Vekillerden aldığı malumatı şöyle nakletmektedir; “…memleketin şark bölgesiyle bu bölgeye yakınlaşan Orta Anadolu kısmından bazı vilayetlerimiz misli görülmemiş bir zelzele felaketiyle karşılaşmışlardır. Bunların içinden de en talihsizi Erzincan çıkmış. Şehrin tamamen yıkıldığı ve insanca zayiatın çok fazla olduğu anlaşılıyor.” Aynı zamanda bu trenin bir imdat katarı olduğu ve felaketzedelere çadır, yiyecek ve enkazı kaldırmak için amale götürdüğü de bilinmektedir. Trende Dâhiliye Vekili ile yapılan bir diğer röportajda ise, deprem bölgesindeki bütün memurlara depremzedelerin barınmaları ve onlara yapılacak yardımlar hususunda gerekli talimatların verildiği, Erzincan’da tek bir nakil vasıtası sağlam kalmadığından Divriği’den altı kamyonun Erzincan’a gönderildiği belirtilmiştir. Ayrıca daha hızlı inceleme yapması ve rapor hazırlaması için Trabzon’daki Umumi Müfettişlik Bürosu’nun depremzedelerin iskânları neticeleninceye kadar Erzurum’da görev yapacağı açıklanmıştır. 29 Aralık akşamı Erzincan’a ulaşan 4. Umumi Müfettişlik görevlileri zaman kaybetmeden yardım çalışmalarına başlamıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, depremin meydana geldiği gecenin sabahı yani 27 Aralık günü zaman kaybetmeden çalışmalara başlamıştır. Söz alan Sıhhiye Vekili Dr. Hulusi Alataş Anadolu’nun doğusunda meydana gelen depremle alakalı bir beyanat vermiştir. Bu beyanat oldukça önemlidir, zira deprem bölgelerinden çekilen ilk telgraflar mecliste okunmuştur.
“Bu sabah saat ikide memleketin birçok yerlerinde şiddetli bir zelzele hissedildi. Bu zelzele tesirini en ziyade Erzincan, Tokat, Sivas ve Ordu vilâyetlerinde göstermiştir. Peyderpey malûmat almaktayız. Aldığımız malûmata göre, müsaade buyurursanız Erzincan’ın telgrafını okuyayım: Gece saat iki raddesinde çok şiddetli bir zelzele oldu. Bu zelzelede Hükümet konağı, ordu müfettişliği, ordu evi, postahane ve şehrin en sağlam binaları dâhil olmak üzere bütün evleri ve dükkânları yıkılmıştır. Şehir baştanbaşa enkaz yığını halindedir. Kendilerini kurtarabilenler sokaklara dökülmüşlerdir. Şimdiden birçok ölü ve yaralı tespit edilmiştir. Birçok nüfus enkaz altındadır. Pek az hasarata uğrayan ve zayiat vermeyen piyade ve topçu kışlalarından gelen askerlerle enkaz altında kalanların kurtarılmasına ve ötede beride başlayan yangının itfasına çalışılmaktadır. Şehirde muhabere imkânı bulunmadığından bin müşkülâtla Jeneralİskora ile birlikte Dumanlı istasyonuna gelinmiştir ve malûmat ancak oradan arz edilebilmiştir. Tümen komutanı Akdoğan şehirde yardım işleriyle meşguldür. Şehir kâmilen yıkılmış olduğundan ekmek ihtiyacı olduğu gibi enkaz altından kurtarılanların ve kurtarılacakların tedavileri için ilâç ve doktor ve halkı barındırmak için çok miktarda çadıra ihtiyaç vardır. Tahribat yalnız şehre münhasır olmadığı, köylerde de geniş mikyasta tahribat ve zayiat olduğu anlaşılmıştır…”
Türk dilinin büyük şairi Nâzım Hikmet deprem tarihinde cezaevindedir. ”Kesemden verceğim bir şeyim yok, yüreğimden vereyim” dediği “Kara Haber” şiirini yazmıştır.
Kara Haber
Erzincan’da bir kuş var
Kanadında gümüş yok
Gitti yarim gelmedi
gayrı bunda bir iş yok.
Oy dağlar dağlar, dağlar…
Aldı ellerine kanlı başını
Karın ortasında Erzincan ağlar…
O ağlamasın da kimler ağlasın
Kar yağar lapa lapa
tipidir gelir geçer…
Yan yana sırt üstü yatan ölüler
akşam olur tandıramaz
ateşini yandıramaz
Gün ağarır şafak söker
kimsecikler gitmez suya
ezilmiş başlarıyla ölüler
vardılar uyanılmaz uykuya
Ses edip geceye beyaz taşından
kışlanın saati çaldı ikiyi.
Ne çabuk lahzâda bitti yaşamak
Kimisi altı aylık,
kimisi sakalı ak,
kimi on üç, on dört yaşında;
kimi yola gidecek
kimisi mektup bekler
yan yana, sırt üstü yatan ölüler…
Yayıkta yağ vardı, dövülemedi,
akpeynir torbaya koyulamadı,
hasret gitti ölüler
dünyaya doyulamadı…
Uyanıp kaçamadılar,
kuş olup uçamadılar
açıldı kuyular, kimse inemez
Erzincan Beygiri rahvandır amma;
ölüler ata binemez.
yan yana, sırt üstü yatan ölüler…
NÂZIM HİKMET