HAVRAN TEPEOBA’DAKİ MOLİBDEN MADENİNDE SON DURUM

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Ülke kötü yönetilmeye başlanınca, bazı kesimlerde de yasalara uymak yerine yasaları kendilerine uydurmak bir alışkanlık haline geliyor. O vakit yaşananların pek çoğu da kötü bir şaka tadında oluyor. Akla, vicdana, bilime aykırı öyle işlerle karşılaşıyoruz ki bugün ülkemizde, tahammül mümkün değil. Özellikle doğaya karşı girişilen kazanç odaklı işlerde, girişimcilerin karşısında ağzı dili olup da hakkını savunacak bir muhatap da olmadığı zaman, kantarın topuzu iyice kaçıyor. Bazı işler kağıt üzerinde pek hoş, doğru, meşru, kurallarına uygun gibi gösteriliyor, hatta özünden koparılıp çok hayırlı sonuçlara ulaşıldığının bile reklamı yapılabiliyor. Fakat gerçek hiç de öyle değil. Gelin şimdi bunlardan birisine yakından bakalım.

 

500 MEİTRE ÇAPINDA 170 METRE DERİNLİKTE

KONİK FORMDA BİR ÇUKUR AÇILDI

Havran’ın kırsal Tepeobamahallesi yakınlarında, 2018’den bu yana faaliyeti durmuş olan bir maden sahası var. Özdoğu Madencilik A.Ş.’ye ait olan bu sahada, bakır ve molibden madenleri çıkartmak, zenginleştirme işlemlerini de yapmak için şirketin başlattığı ÇED süreci 2009 yılında sonuçlanmış ve üretim başlamış. Madeni çıkartmak için açık ocak kullanılmış. Orman kesildikten sonra, yaklaşık 500 metre çapında ve 170 metre derinliğinde konik formda bir maden çukuru açılmış. İş makineleri ve kamyonlar döne döne bu cehennem çukurunun içinden madeni çıkartmış ve taşımışlar az ilerideki işletmeye. Halen maden sahasının bir bölümünde, bu kocaman maden çukuru yerinde duruyor.

Diğer bölümünde ise işletme tesisleri ile maden zenginleştirme prosesinden çıkan atıkların toplandığı oldukça geniş bir baraj bulunuyordu. Dağın eğimli yamacına barajı inşa edebilmek için, maden kazılarından çıkan kaya ve toprakları dolgu malzemesi olarak yığıp, devasa bir set oluşturmuşlar burada. Halen yerinde duran bu setin üzerine de atık barajı oturtulmuş. Yıkanan madenin çamuru, bünyesindeki ağır metaller ve kimyasallarla birlikte burada biriktirilmiş. Bu baraj yetersiz kalınca, daha küçük olan bir başkasını da inşa etmeye başlamışlar. Yeri açılmış hemen büyük barajın yanına, hatta sızdırmayı önleyecek kenar membranları bile döşenmiş ama tam da bu aşamada madenin bittiği anlaşılmış ve kapatma hazırlıklarına başlanmış. Çalışanların ilişiği kesilmiş, makinalar sökülüp taşınmış, sahanın Tepeoba tarafından girişine kilit asılmış, hatta kullanılmasını önlemek için o taraftaki servis yolu bile bozulmuş. Tek giriş yönü olarak, Yenice yolu tarafındaki bağlantı hattı bırakılmış. Orada bir giriş kapısı ve bekçi binası var. Bunun dışında madende hiçbir şey kalmamış, tümüyle terk edilmiş.

 

KAPANAN MADEN SAHASINI VAHŞİ ÇÖP SAHASINA

DÖNÜŞTÜRMEK İSTEDİLER

Geriye kalmış işletme sahasının rehabilite edilerek tekrar doğaya kazandırılması işi. Şirket önce, o devasa maden çukuruna bir çözüm bulmaya çalışmış. Burası için ÇED dosyasında verdiği taahhütleri de unutarak, maden çukurunu önce Havran Belediyesi’ne, sonra da Balıkesir Büyükşehir Belediyesi’ne katı atık depolama sahası olarak “devretmeye” çalışmış. Bölgedeki ilçelerin eski vahşi çöp sahalarında onlarca yıldır birikmiş olan katı atıkları buraya taşıyıp, bir de biyoenerji santrali kurmak suretiyle yakıp yok etmeyi planlamışlar. Maliyet hesapları bile yapılmış ama işin içinden çıkamamışlar. Bu derinlikte ve sürekli metan gazı üretecek bir çöp deposunun, bir saatli bomba yaratmak gibi olacağı anlaşılarak niyetler rafa kaldırılmış. Zaten o günlerde “Sıfır Atık” çalışmaları için Ankara’dan gelen talimatları da alınca, bölgedeki eski çöplükleri “ileride bir gün düşünülmek üzere” olduğu gibi bırakmışlar ve çeşitli yerleşim alanlarından çıkan katı atıkları her gün TIR’larla Balıkesir’e taşıyıp değerlendirmek şeklinde özetlenebilecek farklı bir yöntem uygulamaya başlamışlar.

 

“BİZİM MADEN GÖLET DOĞURDU!..”

Bu defa şirket, yangın göleti yapılması için maden çukurunu Orman İşletmesi’ne vermeye kalkmış. Çukurun dibinde birikmiş olan yağmur sularını alıp taşımak için araçların ineceği düzgün bir yol olmaması ve helikopterlerin de kendi yaratacakları ters hava akımından etkileneceği anlaşılınca, bu niyet de hayata geçirilememiş. Bu durumda dahiyane bir çözüm olarak, “rehabilitasyon planında değişiklik” yoluna gidilmiş, çukurun olduğu gibi bırakılıp “gölet” ilan edilmesi teklif edilmiş. Tahmin edeceğiniz üzere kabul de görmüş şirketin bu önerisi. Yani “bizim maden, gölet doğurdu” denmiş resmen. Masrafa ne gerek var, bırak kalsın yöntemine evet denilmiş. Nasıl, kötü bir şaka tadında değil mi durum?

 

O GÖLETTE SAZAN YETİŞMEZ!

Şimdi “yahu ne zararı var göletin?” diyenler de olur belki. Şöyle özetleyeyim. Bu maden çukurunun dibindeki kocaman su birikintisinin çok farklı, o coğrafyaya uymayan bir rengi var. Turkuaz renkli bir gölcük oluşmuş orada. Halbuki adres Maldiv Adaları falan değil, bildiğiniz Havran. Neden böyle peki? Çünkü açık maden ocaklarında, yağmur yağdıkça sular çeperlerde ortaya çıkmış olan ağır madenleri bünyesine alıp aşağı indiriyor. Buna “asit maden drenajı” diyorlar. Böylece oluşan birikintilerde hiç bir canlı yaşayamıyor, suları zehir niteliğinde oluyor. Bu birikintinin rengi, işte bu kirliliğin bir göstergesi oluyor. Yani orada piknik yapmak, göle girip yüzmek, sazan yetiştirmek falan asla mümkün değil. Hatta o birikintiye ulaşmak için yollar açılsa bile, bu suyu alıp orman yangınına dökmek de hiç uygun değil. Zira yangını bastıracağım derken, ormandaki bitki ve canlıları zehire bulamanın da alemi yok.

 

40 BİN AĞAÇ KESİLDİĞİ SÖYLENİYOR…

YERİNE 3 BİN FİDAN DİKİLMİŞ!

Üstelik buraya helikopterle 5 dakikalık mesafede Havran Barajı var. Yani bütün şartları zorlayarak, o maden çukurundan bir yangın göleti yaratmaya hiç gerek bulunmuyor. Fakat anlaşılan, bu maden sahası için ek masraflar yapmak istemeyenlerin yaratıcılığının da sınırı yok. Günümüzde, Türkiye’nin her yerindeki durum böyle ve bir örneği de Havran’da sergileniyor. “Uyanıklığın” sonu yok. Dibinde gölet ilan edilen bu devasa çukurun içine değil ama sadece ağız kısmına, şirket parasını ödemek suretiyle 3 bin kadar çam fidesi ekimi yaptırılmış Orman idaresine. Halbuki, o maden ve bağlantı yolları için bu bölgede toplam 40 bin kadar ağaç kesildiği söyleniyor vaktiyle. Doğanın alacağı ne olacak şimdi? Onda bir bile değil kesilen dikilen oranı, hak mı bu?

 

DEV ÇAMUR KÜTLESİ NASIL KURUYACAK?

Gelelim diğer tarafa. Madenin işlendiği, zenginleştirildiği bölümdeki rehabilitasyon ise, atık barajı sahalarının tekrar doğaya kazandırılması anlamına geliyor. Çevre İl Müdürlüğü bu taraf için “kapatma projesine uygun susuzlaştırma aşamasındaki baraj 5 yıl izlenecektir” demekteydi. Bu ifade, atık barajında ağır metaller ve kimyasallarla karışık haldeki dev çamur kütlesinin kuruması için beklenecek süreyi anlatıyor. Atık barajı haliyle doğanın etkilerine açık oluyor. Yağmur veya kar yağdıkça suyu artıyor, güneşi yedikçe kuruyor. Beş yıl beklenince de bu çamur kütlesi kuruyup üstü örtülecek hale geliyor. Bu işin de bir tekniği var elbette. Barajın kenar membranlarının, kurumuş çamur kütlesinin üstünü örtecek şekilde çevrilmesi ve ayrıca sızma olmayacak bir tarzda kapatma örtüsü çekilmesi gerekiyor. Sonra da üzerine dolgu toprağı seriliyor. Öyle ya yağmurun yine yağması, içeriye sızması ve çamuru etkilemesi de mümkün. Buna karşı önlem alınması gerekiyor.

 

ZEHİRLİ ÇAMUR İLERİDE DOĞANIN BAŞINA BELA OLUR!

Bu işler maden sahasında ne kadar hakkıyla yapıldı bilemiyoruz. Zira çevre sakinleri, kenarlardaki membranların sökülüp atıldığını, çamur kütlesinin üstüne ise bir örtü serilmediğini söylüyorlar. Eğer bu doğruysa, durum fena. O vakit, bu zehirli çamur ileride doğanın başına bela olacak demektir. Bu husus ancak ciddi bir denetlemeyle ortaya çıkarılabilir. Fakat maden çukurunu “gölet” ilan ettiren bir anlayış olunca karşımızda, ister istemez “barajları kapatırken, işi nasıl yaptılar acaba?” diye de düşünmek gerekiyor.

 

ORALARI BAL ORMANINA DÖNÜŞTÜRECEKLERMİŞ…

Rehabilitasyon sürecinin garip işleri bununla da bitmiyor. Şimdi artık beş yıllık süre sona ermiş ki, geçtiğimiz günlerde Orman idaresi bu baraj sahalarının da şirketten teslim alındığını ve dikim işlemleri yapılacağını duyurdu kamuoyuna. Balıkesir Orman Bölge Müdürlüğü yetkilileri, geri teslim alınan maden sahasında incelemelerde bulunup, fotoğraf verdiler. Bölgedeki arıcıların Bal Ormanı olarak kullanmasına imkan sağlamak amacıyla burada çalışmalar yapılacağını söylediler. Eski atık barajı sahasına “gelir getirici türler” başta olacak şekilde onbinlerce lavanta ve adaçayı, çevresine ise servi ve yalancı akasya fidanları dikileceğini ifade ettiler.

 

ÇED SÜRECİ NİYE VAR O ZAMAN?

Ancak sahadaki hem büyük ve hem de küçük atık barajları, sadece oradaki taş ve kayalarla kapatılmıştı. Hiç toprak yoktu ortada. Oysa şirket 2009’da aldığı ÇED raporunda “ağaçlar kesilip, yeşil örtü açıldıktan sonra orman toprağı toplanarak bir alanda biriktirilecek ve maden çalışması bittikten sonra da, bu toprak tekrar açık madenin üzerine serilerek, yeniden ağaçlandırma yapılacaktır” diye taahhütte bulunmuştu. Peki nerede bu toprak? Maden çukurunda yok, ona yukarıda değindim. Atık barajı sahasında da yok ne yazık ki. Nereye gitti peki? Muhtemelen, bu sahada vaktiyle oluşturulan o devasa dolgu setinin inşasında kullanıldı. İyi de kim kazançlı çıktı bu işten? Kamu kurumları mı, doğadaki canlılar mı, çevre sakinleri mi, yoksa ek harcamalara asla katlanmak istemeyen ve vaktiyle verdiği taahhütlere de uymayan şirket mi? O zaman “niye ÇED süreci var ki” diye düşünmemek mümkün mü şimdi? Kamu adına durumu ciddiyetle takip etmesi gerekenler neredeler? Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yıllarca izledikten sonra bu sahadan neyi teslim alıp da Balıkesir Orman Bölge Müdürü’ne bıraktı ki? Bir terslik yok mu bu işte? Kesilenlere karşılık olacak ağaç dikimi yerine, (hayırlı bir amaçla olsa bile) çalı formunda bitki dikimine başlanmasına da karar verilmiş ama toprak yok ortada. Bu iki bakanlık yetkilileri birbiriyle hiç konuşmuyor, haberleşmiyor mu acaba?

 

 Bütün bu olup bitenler kötü bir şaka gibi değil mi sizce de? Hakkımızı savunması gereken bu kurumlar, ortaya çıkan kamu zararını göremiyorlar mı? “Canım ne olacak, işte çalışmış şirket, ekonomiye katkısı olmuş, ihracat yapmış, personel çalıştırmış, vergi ödemiş; bu kadarcık kusuru da olsun” mu diyeceğiz; yoksa “tamam parasını kazanmış ama işini de layıkıyla toparlasın, doğaya verdiği zararı minimuma indirsin, taahhütlerine uysun” mu diyeceğiz? Hangisi doğru sizce? Yönetmek bu yapılanlar mıdır gerçekten? Bugün “oldu-bitti, lavanta da ekildi” denilen maden sahasındaki rehabilitasyon işlemleri, birkaç sene sonra dava konusu olursa, yöneticiler ne diyecek, nasıl savunacaklar durumu acaba?

 

 

 

 

 

 

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
harika
Harika
0
_ok_do_ru
Çok Doğru
0
kat_l_yorum
Katılıyorum
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün
HAVRAN TEPEOBA’DAKİ MOLİBDEN MADENİNDE SON DURUM
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!