BUGÜN DÜNYANIN NERESİNDE HAK KALDI?

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

“Kim olursa olsun, ne kadar aşağı mevkide bulunursa bulunsun, her insan içgüdüsel olarak, hatta bilinçsizce, bir onuru olduğunun unutulmamasını ister. Mahpusa gelince, mahpus toplum dışı olduğunu, amirlerine karşı mevki ve durumunu bilir. Ama ne vurulan damgalar, ne takılan prangalar ona bir insan olduğunu unutturamaz. Yani sırf bir insan olduğu için, ona da insanca davranılması gerekir”

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski,  Ölüler Evinden Anılar

 

… bu yüzyılda her şey ölçüler, anlaşmalar üzerine kurulmuştur ve bütün kullar kendi hakları peşindedir. ‘bir dinara bir Ölçek buğday, bir dinara bir Ölçek arpa…’ bir de özgür bir ruh, temiz bir kalp, sağlam bir beden isterler. Ayrıca Tanrı’nın bütün nimetlerinden de yoksun kalmak istemezler.

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Budala

 

 

O sıralar öğrenmek istediğim şey bambaşkaydı, bambaşka bir şey yön verdi ellerime; bir an önce öğrenmek istediğim bir şey vardı: Ben de herkes gibi bir bit miydim, yoksa bir insan mı? Önüme çıkan engeli aşabilir miydim, aşamaz mıydım? Eğilip iktidarı yerden almaya cesaret edebilecek miydim, edemeyecek miydim! Titreyen bir yaratık mıydım, yoksa hakları olan biri mi?..

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Suç Ve Ceza

 

Bütün bir yılı kupon keserek, çiftleşerek geçiren; varlığını aşağılayan saldırılar karşısında secde ederken pazarda sebze fiyatlarına söylenmeyi demokrasi sanan; evinde elektrik ya da su kesilince modern bir ülke üzerinde fikirler yürüten; insan hakları denince aklına trafik kuralları ve sarhoş naralarından başka bişey gelmeyen; etikten, otobüs kuyruğunda sıraya uymayı; estetikten evindeki eşyaların renk uyumunu anlayan; bir gün bile bir resim sergisinde yada kitapçı dükkanında gezmeyen bu silik, bu birbirine benzeyen bir örnek insanların denizde derinlik, kumla içtenlik, fesleğenle genişlik, zakkum ve sardunyayla farklılık kazanması, gökle yerin, denizle dağların yer değiştirmesi kadar uzak, doğanın ilkel gerçeğinden de geriye düşmüş bir yıkıcı gerçeklik değil midir sizce de?

Şükrü Erbaş, İnsanın Acısını İnsan Alır

 

Avrupa için başka, Afrika, Asya ya da İslam âlemi için başka insan hakları yoktur. Yeryüzündeki hiçbir halk kölelik, despotluk, zorbalık, cahillik, karanlıkçılık için ya da kadınların köle olması için yaratılmamıştır.

Amin Maalouf, Çivisi Çıkmış Dünya

 

“Hak! Hukuk! Bugün dünyanın neresinde hak kaldı? İnsanlar onu katletti. Herkesin hakları var, fakat onların, onların gücü var ve bugün güç demek her şey demek.”

Stefan Zweig, Mecburiyet

 

 

Edremit, şirince bir kasabaydı…

” Edremit, üç tarafını saran Çamtepe, İbramcaköy ve Tavşanbayırı isimli üç yamaca yaslanan büyükçe, şirince bir kasabaydı.İki küçük dere, kasabanın içinden ve kaldırımlı sokakların ortasından gelerek Aşağıçarşı dedikleri yerde birleşiyor, sonra biraz ilerde kasabayı yalayıp geçen Büyükçay’a kavuşuyordu.

Tepelerden birine çıkıp bakıldığı zaman, görülen manzara ender bir şeydi:

Damların yosun tutan ve kararan kiremitlerini nihayetsiz dut, erik ve iri yapraklı incir ağaçlan örtmeye çalışıyor, derelerin kenarını beyazımtırak yapraklarıyla uzun kavaklar, bazı yerlerde kopan bir şerit halinde ve yalnız kenar mahallelerde takip ediyor; bunların arasında belki yirmiden fazla minare, bembeyaz yükseliyor ve uzaktan bakan bir göze, tıpkı kavak ağaçları gibi hafif hafif sallanıyor hissini veriyordu.

Yukarıçarşı’daki Kurşunlu Cami’nin iri kubbesi daima donuk bir ışıltı ile parlıyordu.

Kasabanın panoramasında, bir tablodaki kadar ahenk ve uygunluk vardı.

Bu, ağaç, minare ve kiremit kümesinin etrafını ayva ve diğer meyva ağaçlarından ve ova tarafında bağlardan ibaret açık yeşil bir çember sarıyor; onun etrafında da siyah yapraklı zeytinlerin daima kıpırdayan halısı göz alabildiğine uzanıyordu.

Şehrin içerisi orta halli bir esnaf manzarası gösterirdi. Dar sokakların iki tarafındaki ahşap, fakat oldukça biçimli ve aşağı yukarı birbirine benzeyen evlerin hepsinde muhakkak bir bahçe vardı. Bunların arasında bazen sivriliveren büyük eşraf evleri, beyaz badanaları, çifte kanatlı sokak kapıları ve ikinci katın sokağa doğru yaptığı çıkıntıdaki tozlu kalyon ve muharebe resimleri ile insana küçükken dinlediği masalları hatırlatırdı.

Salâhattin Bey’in evi Bayram Yeri dedikleri semtte, yabancı memurların oturduğu Rum mahallesi ve Aşağıçarşı taraflarından uzaktaydı. Sokağın köşesinde olan evin arkasında büyük bir bahçe vardı. Dere, bahçenin kenarından geçer ve çocuklar ellerindeki fıçı çemberlerinin keskin taraflarını vurarak, bir karıştan daha derin olmayan suda balık avlarlardı. Evin ön tarafındaki meydanda mahallenin bulgur değirmeni vardı; büyük bir taş çanağın üzerinde tahta kollar vasıtasıyla döndürülen, yine taş bir yuvarlaktan ibaret olan bu değirmeni, kadınlar gülüşüp oynaşarak çevirirlerdi. Biraz ilerde, derenin bir parça genişleyip derinleştiği yerde mahallenin büyükçe çocukları ördek dövüştürürlerdi. Burada çocukların büyük adamlar gibi, muhtelif sınıfları, muhtelif grupları vardı ve bu tasnifte büyüklerinkinden çok farklı esaslar gözetiliyordu.

En itibarlı ve en sözü geçen sınıf, kabadayı, aynı zamanda ağırbaşlı olanlardı: Bunlar olur olmaz şeyler için kavga etmezler, fakat kavga ederlerse ucunda ölüm olsa da yılmazlar. Küçük ve zayıf çocukları daima himaye, mahalledeki çocuk münazaalarını güzellikle, olmazsa zorla halleder. Yani her hususta hâkimdirler. Bunlar çok kere orta halli veya fakir, fakat namuslu ailelerin çocuklarıdır; ya bir esnafın yanında çıraklık, yahut da babalarına yardım ederler.

Bunlardan sonra terbiyeli ve kendi halinde çocuklar gelir. Bunların hemen hemen hepsi mektebe gider ve çalışkandır. Kimseye çatmazlar. Kendilerine çatılsa bile mukabele etmezler ve yollarına giderler. Taarruz daha ileri giderse ağlayarak babalarına şikâyet ederler. Fakat babalarından ziyade, birinci sınıfta zikredilen “namuslu kabadayı” ların himayeleri bunları korur. Bilhassa mahallenin kadınlarıyla ihtiyarlarının bunlara teveccühleri vardır ve analarıyla babalarının “medarı iftiharı “dırlar. Bir de haylaz, kavgacı, insafsız kabadayılar vardır. Bunların da gözleri hiçbir şeyden yılmaz; fakat diğerleri gibi ağırbaşlı değildirler. Durup dururken, kavga, vukuat çıkarırlar, işleri güçleri ördek dövüştürmek, boncuk oynamak, yahut komşu bahçelerinden dut taşlamaktır. Mahalle bunlardan yaka silker ve uslu çocukların en yıldıkları bunlardır.

En istihfaf edilenler, yüzsüz, korkak, yılışık ve haylaz olan bir sınıftır ki, bunların çoğunu memur çocukları teşkil eder. Usulsüz bir terbiye ile evde mütemadiyen dayak yiyen, izzetinefis namına bir şeyleri kalmayan ve mektep kaçkınlığını itiyat eden bu çocuklar, hakiki kabadayılar tarafından daima hor görülür. Diğerlerinden, birtakım istifade düşünceleriyle, yüz bulsalar bile (çünkü bunlar sırf yaranmak için evlerinden öteberi bile çalıp getirirler) ilk fırsatta terslenir ve kovulurlar. Mahalle kavgalarında ve gezmelerde yerleri yoktur.

En sonra, korkak ve suya sabuna dokunmayan zavallı birtakım çocuklar gelir ki, kimse bunlarla meşgul olmaya tenezzül etmez; herkes tarafından rahat bırakılırlar, Çünkü bunlar, feleğin sillesini yemiş, ya boğaz tokluğuna bir nalbant veya kahveci yanında çalışan ve böylece günün on sekiz saatini işbaşında geçiren fukaralar; yahut da yazın tarlada, kışın zeytinde çalışıp anasını beslemeye uğraşan yetimlerdir; herkes bunlara merhamet ve çekingenlikle bakar..”

SABAHATTİN ALİ-KUYUCAKLI YUSUF

 

 

KURT KANUNU

Türk edebiyatının usta kalemi Kemal Tahir’in Kurt Kanunu isimli romanı, Cumhuriyetin en bunalımlı dönemlerinden biri olarak değerlendirilen “İzmir Suikasti” olayına karışan ve karıştırılanların dramı olarak da okunabilecek bir roman. İttihatçılar arasındaki iktidar kavgasını ve tasfiye sürecini de acımasız bir yalınlıkla ve özeleştiriyle ortaya koyan romandan alıntılar paylaşıyoruz.

 

Kurtlukta düşeni yemek kanundur.

 

Çürüdük hepimiz. Çürüdüğümüzün farkına varmadan çürüdük

 

“Dünya ölümlü, insanoğlu ölecek değil mi ergeç? Ha biraz önce, ha biraz sonra…”

 

“Doğruymuş meğerse, çokluğun bir yerde yokluğa kavuştuğu…”

 

“Biz hem güçlü hem güçsüz fukara insanoğlu…”

 

“Düşünme, dayanma, hayal etme gücümüz ne kadarsa o kadar insanız.”

 

“Tarihin örneğini yazmadığı kurtlar boğuşmasına girip yenik düştük. Kurtlukta düşeni yemek kanundur.”

 

Yenik düşmüştük bir kez… Yenik düşeni rakamların gerçeği bile kurtaramaz.

 

“… sorumluluktan kaçan bütün insanlar, doğruluktan çok zor söz edecek kadar bencildirler…”

 

“…Ancak insanın insana kahpelik etmesi ortadan kalkınca kurtuluş var.”

 

“Dünyada sormaktan başka ödevi var mıdır insanoğlunun? Hayır, yoktur. Çünkü bulmaktan başka ödevi yoktur. Bulamadığımızdan sorarız. Sen buldun mu her şeyi? Bütün soruların karşılığını buldun mu kafanda? Bu karşılıklar yeterli mi sonuna kadar?”

 

“Başarırım evelallah… Çünkü haddimi bilirim. Hiçbir şeyi zorlamam, ancak ödevimi yaparım… İnsanlık ödevimi…”

 

” Toplan! Salt ölümün çaresi yoktur bu dünyada…Madem ki daha ölmedik, çabalayacağız..”

 

*****

 

 

Haftalık Sinema Proğramı

 

TRT 2 filmlerinde bu haftaki filmleri kaçırmayın…

16 Aralık         Cuma              21.30   Stalker (İz Sürücü)

17 Aralık         Cumartesi       21.30   Lion

18 Aralık         Pazar               21.30   Bread and Roses (Ekmek ve Güller)

19 Aralık         Pazartesi         21.30   Cléo de 5 à 7 (5’ten 7’ye Cleo)

20 Aralık         Salı                  21.30   The Horse Thieves. Roads of Time (At Hırsızları)

21 Aralık         Çarşamba        21.30   Kar Beyaz

22 Aralık         Perşembe       21.30   Eldfjall (Yanardağ)

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
harika
Harika
0
_ok_do_ru
Çok Doğru
0
kat_l_yorum
Katılıyorum
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün
BUGÜN DÜNYANIN NERESİNDE HAK KALDI?
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!