Z kuşağı ve prekaryalıktan devam ederek bugünün işçi sınıfının analizini derinleştirirsek Standing’in emek piramidine ulaşıyoruz. Emek piramidinin en altında elbette işsizler ve tam vasıfsızlar var. Çoğunlukla sosyal yetersizliklerden ve paraya dönüşecek hiçbir vasıfları olmayan insanlardan oluşuyor.
Günümüzde uluslararası göç hareketleri bu sınıfı besliyor. Bunların üzerinde pazarlık gücü en düşük sınıf olan prekarya var. Prekarya geçici iş ilişkileri kuran, yaptığı iş kendisinde katma değer ve tecrübi birikime dönüşmeyen, kazancı birikime elvermeyen çalışanları tanımlıyor.
Artık eğitimli veya eğitimsiz olmanın bu tanımda bir anlamı yok. Zaten prekaryanın birçoğu eğitimli. Prekaryanın üzerinde eski “işçi sınıfı”nın kalıntısı olan el emeği ile çalışan kesimler var. Kaynakçılar, boyacılar, tesisatçılar, marangozlar artık işçiden ziyade zanaatkar olarak görülebilir. Bir sınıf olamayacak kadar daralmış ve aralarındaki mesleki dayanışmayı yitirmiş durumdalar.
Bunların üzerinde Standing’in “profisyen” olarak adlandırdığı vasıflı teknik emek var. Uzman mühendisler, yazılımcılar, uzmanlar, doktorlar, avukatlar vs gibi çalışanlar bu gruba giriyor. Bu grup çoğunlukla sık iş değiştiriyor ve bir işyerine bağlı kalmaktan ziyade sözleşmeli ve proje bazlı işleri ve danışmanlığı tercih ediyor. Ekonomik olarak bağımsız ancak dar bir grubu oluşturuyor.
Bunların üzerinde “yüksek maaşlılar” yer alıyor. Bunlar eski beyaz yakaların kalıntıları şirket güvencesi, iyi ücretler ve dolgun paketlerle çalışmaya devam ediyorlar. Bu kadrolar çoğunlukla şirketlerin yönetici kesimlerini oluşturuyor ve kendi içlerinde de bir derecelenmeye sahipler.
Bu sınıfın da üzerinde Standing’in elitler olarak adlandırdığı ekonomik seçkinler, patronlar, sermaye sahipleri yer alıyor. Bu sınıflar arasında geçirgenlik günümüzde oldukça zayıf. Bu durum hem toplumsal dayanışmayı hem de dinamizmi azaltıyor. Vasıfsızlar ve göçmenler tüm gelişmiş ülkeler için bir sorun. Zaten reel ücretler düşükken kayıt dışı ekonomiyi besleyen daha düşük ücretlerde çalışmaya razı olan bu kesimleri prekaryanın üzerindeki baskıyı daha da artırıyor.
Prekaryanın ise bir çıkış stratejisi yok. Yani eğitimleri ve yaşları nedeniyle bu kesim bir açmazın içinde. Onları profisyene çevirecek teknik beceriden ve uzmanlıktan yoksunlar. Yaptıkları işler onlara bu tür bir uzmanlık vermiyor. Elde ettikleri gelir ise ancak yaşamaya yetiyor.
Örneğin bir prekaryanın profisyen olması için bir uzmanlık kursuna ya da parttime okula para ayırmasına imkân yok. Olsa bile bu yatırımın bir dönüşü olacağı meçhul. Prekaryanın üzerindeki “zanaatkar işçiler” gün geçtikçe daralan bir sınıf. Bunun nedeni toplumsal tercihler. Kimse çocuğunu öğrenmesi zor ve zahmetli bu işlere yönlendirmek istemiyor. Ancak doğru bir eğitim modelinde prekaryayı besleyen bir kısım gencin bu alanlara erken yaşta kaydırılması ve zanaatkar işçiler olarak eğitilmesi ekonomi açısından da faydalı olabilir. Çünkü yaşamın devamını ağlayacak belli mesleklerdeki uzmanlara hepimizin ihtiyacı var.
Bu sınıfın üzerindeki “profisyenler” çoğunlukla iyi okullardan mezun, dil bilen, spesifik bir uzmanlığı bulunan, az bilinen veya tecrübe gerektiren bir işte uzmanlaşmış kişiler. Bu sınıf gelecekte genişleyerek maaşlıların büyük ölçüde yerini alacak gibi görünüyor.
Çünkü bu grubun emek değeri gün geçtikçe artarken şirketler için bu kişileri tam zamanlı istihdam etmek maliyetli hale geliyor. Bu sınıftakiler için de kendilerini bir şirkete kapatmaları hem ekonomik gelecekleri hem de mesleki gelişmeleri açısından mantıklı değil. Özel sektörün iş güvencesinden faydalanan maaşlı kesimleri ise içlerinde çok özel liderlik becerilerine sahip olanlar hariç zaman içerisinde daralacak.
Bunların büyük bir kısmı niteliklerinden dolayı profisyene dönüşürken bir kısmı 2000 li yılların başlarında yaşanan ekonomik krizlerde ortada kalan banka müdürleri gibi prekaryayı besleyecek. Günümüzde özellikle Türkiye’de, kamu hala önemli bir istihdam alanı ve öyle olmaya devam edecek gibi görünüyor. Ancak kamudaki görece iş güvencesine rağmen oradaki memur ve işçilerin ekonomik olarak prekaryadan bir farkı yok. Bürokratlar ise özel sektördeki maaşlılara benzetilebilir.
Bir toplumda sınıflar arası geçiş imkanı azaldığında piyango, loto, toto gibi eğilimler patlar. Günümüzde Bitcoin, borsa, saadet zinciri (ponzi modeli) bir anlamda bu işlevi görüyor. Normal yollardan kendilerine bir ekonomik güvence sağlayamayacaklarını düşünen çalışanlar küçük birikimlerini, hatta borçlandıkları paraları bu araçlara yatırıp kolay yoldan para kazanmaya yönelmiş durumdalar. Hepimizin gördüğü yüzlerce batış hikayesi ve hayal kırıklığının altında içinde bulunduğumuz geçirimsiz toplumsal yapının da rolü yok değil.