EVET gitmedik.
Aslında gitmek istedik.
Öyle Körfez’e falan değil tabi. Bayram tatilinde iki üç gün Karadeniz taraflarına kaçmayı düşündük.
Meselâ Amasra’ya.
Hep görmek istediğimiz bir yer. Bugüne kadar kısmet olmadı.
“Bize sadece bayramlarda tatil var; mecburen bayramda gitmeliyiz.
Ama gel gör ki, bayram herkes için tatil.
Herkes bir yerlere gitmenin derdinde.
Hal böyle olunca gideceğin yer, yaşadığın yerden pek farklı olmuyor.
Trafik keşmekeş, tatil yöreleri doluluğun ötesine geçmiş.
Hem zaten pandemide eve tıkılmanın yarattığı bunalım ortamından sıyrılmak için herkes bugünleri bekliyor.
O halde evden dışarıya adım atmamak lazım.
Aç klimayı, çalıştır vantilatörü, kavur kıymanı, kaynat mercimeğini…
Amasra fikrinden vazgeçtik. Bayram sonrasında iki üç günlük bir kaçamak yapabileceğiz belki.
***
EGZOS, KANALİZASYON VE TER KOKUYOR AYVALIK
BİZİM çocuklar Ayvalık’ta. Bayramda biz gidip görelim dedik.
Çoğu kere günü birlik gider döneriz; yatıya kalmayız.
Zaten bizim gidişler çoğunlukla erzak temini, eksiklerin giderilmesi, market, alışveriş faslında.
En sıkıntılısı da temizlik.
Ayvalık’a her gidişimizde gazeteci kimliğimizden arınıyor, temizlikçi kimliğine bürünüyoruz.
Cam çerçeve, çamaşır bulaşık, süpürge paspas.. Dip bucak hem de.
Sonra bir duş al, yollan Balıkesir’e.
Yine aynı şey işte…
Hiç gidesim yokken kalktık hazırlandık, çıktık yola.
Trafik her bayram nasılsa öyle.. Geliş yönü sakin, gidiş sakat. Akşam üstü çıkınca yola, güneşe karşı ilerlersiniz.
Dur, kalk, ilerle, yavaş, aman dikkat derken Ayvalık tabelasını gördük nihayet.
Daha doğrusu bizim hanım gördü; arabayı o kullandı, ben uyukladım her zamanki gibi.
***
AYVALIK’a girerken ilk sözüm, “sana gelmeyelim demiştim” oldu.
O araç ve yaya yoğunluğunu görünce…
Hiç birisini görmeseniz bile, kanalizasyon kokusundan ilçe nüfusunun en az on kat arttığını anlarsınız!
Trafik birbirine girmiş.. Yayalar desen salkım saçak.
Ayvalık egzos, kanalizasyon ve ter kokuyor yani!
Hani Ege’nin mavi sularından buram buram iyot kokusu gelsin diye bekliyorsunuz.. Nafile bekleyiş.
Bunların üstüne kebap kokuları da eklenince…
***
ÇARPMADAN, ÇARPILMADAN YÜRÜMENİN İMKANI YOK!
BİZİM kız tutturduğu, “akşam Cunda’ya gidelim, yemek yiyelim…”
Bayram tatilinde ha?
İstanbul’un yarısı Ayvalık’a kapağı atmışken.. Ortalık 34, 35, 06, 16, 77, 41 ve dahi Almanya plakalı araçlardan geçilmiyorken.
Kaldırımlar, kafeler, lokantalar, mağazalar ana baba gününe dönmüşken..
..ve dahi pek çoğu pandemi gerçeğini unutup hiç salgın olmamış gibi hareket ediyorken…
Haa, bir de o durum var işte..
Birbirine sürtünmenin ötesine geçilen bir ortamda, adam maske takma gereği duymuyor!
Kafelerde neredeyse kucak kucağa oturuyor.
Sahil bandı tıkalı. Çarpmadan, çarpılmadan yürümenin imkanı kalmamış.
Bir de sıcak… Leş gibi sıcak!
Gündüz kırk derece sıcağın çöktüğü Ayvalık’ta, akşam saatinde az biraz serinlik bekliyor insan.
Bayram tatilinde fiyatları yüzde yüz arttırıp sonra vitrine ‘indirim’ etiketi yapıştıran mağazaların önünde acayip birikmeler oluyor.
Bunun sebebi, harıl harıl çalışan klimalar…
Dükkanın önünden geçerken içeriden gelen soğuk hava dalgası öyle bir çarpıyor ki.. Anında içeriye dalıp pantolon gömlek raflarını kurcalarken buluyorsunuz kendinizi.
***
YİRMİ LİRA OTOPARK ÜCRETİ Mİ OLUR BİRADER?
KIZIN hatırı kalmasın diye gittik Cunda’ya.
Yine söylendim; “gelmeyelim demiştim, şu hale bakın ya…”
Tatil yaptığını cümle aleme göstermek için sosyal medyasında paylaşacağı birkaç fotoğrafla mutluluğunu sergilemeye çalışan.. Aslında durumdan hiç hoşnut olmayan bir yığın insan…
Herkes okunmaya değmeyecek tatil öykülerini sahte gülücüklerle besleyecekleri selfileri çekmenin peşinde.
Bir tabureye iki kişinin oturduğu, fincan kadar masaya sekiz kişinin abandığı o terleşmelik ortamda neyin mutluluğu, neyin neşesi, neyin tatili Allah aşkına?
Oturacak yer bulmak imkansız. Yürümeye yer yok zaten.
Arka sokaklar, sahile göre daha sakin olurdu eskiden.. Şimdi oralar da mekan dolmuş. Daracık sokaklar, mekanların işgaline uğramış. Nefesler birbirine karışmış, bir gram rüzgar esmiyor.. Öğlen saatinde malak gibi yatıp güneşlendiği plajda kızarmış pilice dönmüş, yanık tenin acısıyla sağından soluna dönemeyen, ama tatil selfilerinden taviz vermeyen binlerce insan…
Mekanlar mesafesiz.. Masalar birleşmiş, insanlar kucak kucağa.
Kanalizasyon, yanık et, egzos ve ter kokusuna, anason kokusu da ekleniyor Cunda akşamında!
Bittabi oturacak yer, yemek yiyecek mekan, arabayı bırakacak otopark bulamıyor insan.
Otopark dedim de; her boş alanı otoparka dönüştürmüşler. Elinde otopark yazılı dövizler taşıyan bir yığın çoluk çocuk. Sanıyorsun, hemen orada boş yer var. İşaret ettiği noktaya ilerliyorsun; hem bayağı bir ilerliyorsun.. Taşlı çakıllı daraşmalık yollardan geçip otoparka ulaşıyorsun.
Kışın gitsen her yer bedava otopark.. Şimdi iki saatliğine yirmi lira, zaman aşımı olursa her saat için on lira gazlıyorlar.
Bu ortama yarım saat katlanabildik. Gerisin geri merkeze döndük. Tabi gidişte yaşadığımız trafik çilesi, dönüşte de yaşanmalıydı. “Kaderimse çekerim” dedik; o karmaşanın içine attık kendimizi.
***
GİTMEK BİR DERT, DÖNMEK AYRI DERT…
KLİMALARIN, vantilatörlerin kar etmediği sıcak, yapış yapış, kabus gibi bir gecenin uykusuzluğundan uyandığımız ertesi sabah, kan ter içinde kalma pahasına evi temizledik, akladık pakladık. Bizimkilere yaşanabilecek bir ortam bırakıp Ayvalık’tan ayrıldık.
Ayrıldık derken.. Öyle hemen ayrılamıyorsunuz tabi.
Cumhuriyet Meydanı’ndan Armutçuk’a kadar trafik kilit.
Aynı kırmızıda dört beş tur bekliyorsunuz.
Armutçuk’tan Cunda’ya dönüş tarafını polis kapatmış; kimseyi geçirmiyor.
“Biz anayola çıkıp Balıkesir’e gideceğiz polis abi, vallahi de billahi de Cunda’da işimiz yok” yakarışınız karşılıksız kalıyor.
Bölgedeki trafik anarşisinden kurtulmak saatler alıyor.
O karmaşık ortamda yüksekçe bir duvarın üstüne tünemiş iki ihtiyar gözümüze çarpıyor. Nasıl çıktılarsa duvara çıkmışlar; madensularını açmışlar, tebessüm ederek ortamı izliyorlar!
Onların yerinde olmak istedik o an.
Sonra sağdan biri yanaştı; trafik kilitlenmiş, hareket etme imkanı yok, “az sağa kay da biz geçelim” demez mi…
Korna sesleri, ortamdan sıkılıp dellenenlerin bağırışları, gidiş ve dönüş yolunda birbiriyle dalaşan sürücüler.. Yüksek gerilim.
Bir saatten fazla süren bu kaostan en nihayetinde kurtulup Pazar yerinin oradan Balıkesir yoluna çıkabildik.
Gecenin on biri olmuş saat; Ayvalık tarafına giden arabaların oluşturduğu ışık seli devam ediyordu.
“Gidin yavrum gidin, hayli neşeli, eğlenceli bir ortam sizi bekliyor” diye dalga geçtik!
***
BUNUN ADI TATİL, EĞLENCE, HUZUR FALAN DEĞİL!
UZUN lafın kısası..
Bu hal, insanın kendi kendine yaptığı eziyettir, işkencedir.
Tamam, dokuz gün tatil yapacaksın; cebinde paran var, altında araban.
Niye katlanırsın böyle bir eziyete.
Eğlence, mutluluk, huzur falan çıkmaz bu ortamdan.
Dinlence, zaten mümkün değil.
Bir tatil yöresinin yaşam kapasitesi vardır. O kapasiteyi zorlama işte.
Altmış yetmiş bin kişilik nüfusun on katına çıktığı bu ortamda, iyot değil kanalizasyon solursun.
İşletmeciler, esnaflar, otelciler, pansiyoncular, lokantalar, bakkal çakkal herkes bu anı bekliyor. Pandeminin ekonomiyi vurduğu bu ortamda cepleri az biraz para görecek.
Ne ki, seninki tatil olmuyor.
Eve dönünce ne anlatacaksın millete?
Yapamadığın tatilin nesini anlatacaksın?
Ayrıca dikkat et, bavullarla birlikte virüsleri de taşımış olabilirsin eve.
Çünkü normalleşmeyi “her şey çok normal, salgın bitti” gibi algıladın. Maske takmadın, mesafe koyma imkanın zaten yoktu. Gittiğin mekanların denetimsizliği bir yana, sen de poponu koyacak bir sandalye bulduğuna şükrettin, temizmiş pismiş bakmadın.
Şimdi git bir test yaptır, n’olur n’olmaz…