AHMET SERT
Yeşilçam’ın unutulmaz ustalarından Şener Şen’in hayranları hemen hatırlayacaklardır bu filmi…
Film; Anadolu’nun kendi şehrine bile uzak, “Selamsız” isimli ücra bir kasabasında geçer. Günlük gazeteler bile iki gün sonra gelir ya; işte öyle bir kasaba…
Belediye Başkanı, başka bir yerdeki programı için kasabasından geçeceğini öğrendiği Cumhurbaşkanını kasabada ağırlamayı kafasına koyar; kendisini ağırlamak için de bir bando kurmaya karar verir.
Film de zaten bir bando kurulması kararından sonra hareketlenmeye başlar. Verilen ilana sadece alkolik bir bando şefi cevap verir ve kasaba ahalisinden bir bando teşkiline başlar.
Filmin finalinde fırtınalı geçen bir süreç sonunda günlerce süren uğraşlar, çabalar cumhurbaşkanının kasabadan transit geçmesiyle oluşan hayal kırıklığıyla boşa gider.
Geçen gün Balıkesir ile ilgili yaptığımız bir sohbetin sonunda aklıma bu film takıldı.
Ha, “Selamsız”, Ha, “Balıkesir”…
Ne fark vardı ki arada…
Biri Anadolu’da bir yerlerde ücra bir kasaba; diğeri adı şehir olsa da birilerinin bir yerlere giderken transit “gelip geçtiği” bir kasaba…
Bir dostumuz anlatmıştı; aralarında geçen sohbette Ayvalık’a giden birinin tabiriyle “Ayvalık’a giderken içinden geçtiğimiz yer mi?” diye ifadesini bulan garip Balıkesir…
Bu konunun neden böyle geliştiğinin, bilimsel nedenlerini kendi tezimde uzun uzun anlattım; uzun uzun da yazarız bir ara… Ama kısaca halk diliyle anlatmak lazım şimdi…
Daha büyük, daha gelişmiş, daha uygun konumda bir şehir olmamıza rağmen nasıl oluyor da “Selamsız Kasabasının” kaderini yaşıyoruz.
Bunun nedenlerini sorgulayan, çözüm yolları arayan var mı acaba diyeceğim de öyle olsa zaten bu durumda mı olurduk.
Balıkesir için yıllar içinde geliştirilen “Arada kalmış kent” tanımlaması yapılır oldu. Bunu, hala şehrin, İzmir ile Bursa gibi iki büyük anakentin arasına sıkışmışlığı gibi anlayan okumuşundan cahiline bir kesim var.
Oysa “arada kalmış kent” tanımlamasıyla anlatılmak istenen şey, Balıkesir’in eskiyle, yeni arasında bir bağ kuramamasını, bunu kent hayatına, içinde yaşayan insana yansıtamaması…
Balıkesir şu haliyle ne eskisini ortaya çıkarmayı başarabilmiş ne de yeniyi inşa edebilmiş bir şehir olmaktan çok uzak…
İşte bazen kestirmeden bu köşede yazdığımız yazılarda dile getirdiğimiz güncel proje önerilerinin, fikir paylaşımlarının arka planında çok genel ifadelerle yukarıda yazmaya çalıştığım bilimsel gerçekler var.
Bu şehrin “çok popüler” iki körfeze sahipken bile hala şehrin en büyük ticari, idari merkezi olmasının altında yatan nedenleri araştıran oldu mu acaba…
Sıkmadan, uzatmadan çok kısa yazayım; bu şehrin yüzyıllardır üzerinde taşıdığı bir yol/pazar şehri kimliği var.
Eski devirlerde günümüzdeki gibi yollar yokken, Bandırma Körfezinden Egeye, İç Batı Anadolu’dan, Edremit Körfezine doğru giden doğal yollar Balıkesir şehir merkezinde birleşip Balıkesir Ovasında noktasal olarak açılır ve Balıkesir şehri bu noktada kurulur.
Yaklaşık yedi yüz yıldan beridir de kırsaldaki yerleşimler ürettikleri tarımsal ve hayvansal ürünleri bağlı oldukları bu “Pazar şehri Balıkesir’de” kurulan pazarlara, panayırlara satmak üzere getirirler. Kısaca alın size “transit ve pazar” Balıkesir şehri…
Daha yüz yıl önce meydana gelen Büyük Balıkesir Depremi ve 1950 Çarşı Yangınıyla, elindeki kısıtlı sayıdaki bedesten, han, hamam gibi tarihi eserleri kaybetmişken ve yerine de ne yazık ki planlı bir “çarşı merkezi de” inşa edememiş olduğumuz için ne eskiyi muhafaza edebilmiş ne de yeniyi kurgulayabilmiş durumda değiliz.
İşte konumundan dolayı yüzlerce yıl bir “yol/transit” şehri olarak kurulan, gelişen Balıkesir şehir merkezi günümüzde yine bu vasfından dolayı “transit” geçilen bir şehir konumunda…
Ancak dünya ve ülkemiz çok değişti. Artık çok ücra “Selamsız Kasabalarına” bile görmek, gezmek için gidenler var. Yeter ki “görecek, gitmeye değecek hikâyeler” kurgulayın…
Günümüzde buna çok canlı örnekler de var ülkemizde…
Bayburt’a 45 Km. uzaklıktaki Bayraktar Köyünde bulunan “Baksı Müzesi” bunun en çarpıcı örneklerinden…
Sen “görmeye, gitmeye” değecek şeyler yaparsan dağın başındaki en ücra köye gitmeye meraklı binler var artık ülkede…
Onun için sadece dışarıdan birileri gelsin diye değil, bu şehir ve insanı hak ettiği için de eskiyi koruyup, görünür kılmalı; yeniyi de iyi kurgulamalıyız.
Bu şehrin insanı için yeşiliyle, tarihiyle, kültür-sanatıyla, ulaşımıyla, modern kentsel donatı alanlarıyla oluşan bir şehirde yaşamak artık lüks olmamalı, en doğal bir insani hak çünkü bu…
Dolayısıyla kendi insanımız için “yaşamaya değer, müreffeh” bir şehir inşasını başardığımız zaman dışarıdan görmeye gelecek binler var zaten merak etmeyin…
Ancak; mesela ben bir Bilecikli olsam şu haliyle Balıkesir şehir merkezinde “görmeyi, merak duygumu” tetikleyecek bir unsur bulamam.
Bu yüzden tarihimizi, tarihi eserlerimizi, her açıdan kültürümüzü tanıtacak, gösterecek bir ortam oluşturmak zorundayız.
Kimse kusura bakmasın bu haliyle kimse şehrimize uğramaz. Oysa şehrimizde anlatacak onlarca hikâye, gösterecek onlarca eser var.
Şehrimizin; yukarıda tarihi eserlerimizin az olmasının nedenlerini anlattığım üzere artık bir çeşmeyi, bir kitabeyi bile heba edecek lüksü yok…
Onun içindir ki belki bazılarına sıkıcı olacak şekilde devamlı “tarihi eserleri kurtarın, etrafını açın” türü lakırdılar etmemiz…
Onun içindir ki “modern şehircilik anlayışına” uyan bir kent özlemini dile getirmemiz…
Dolayısıyla “arada kalmış bir kent” olmak kadersizliğini yine aşacak olan bizler; bunu yapabilirsek bu kent hem kendi insanı hem dışarıdan gelen misafirleri için “geçip gidilecek değil, kalınacak, görülecek kent” olur.
Gidilen yer güzergâhındaki bir ara durak, nihai varış noktası ya da birkaç gün kalınacak bir destinasyon olmak emin olun bizim elimizde…
Sadece silkinmeye, üzerindeki ölü toprağını atmaya ihtiyacı var şehrimizin…
Bugün turistten geçilmeyen o meşhur bazı turizm şehirlerinde uçak seferleri yokken bu şehirde 1950-58 arası uçak seferleri vardı.
Yine bugün yeni stadyumlarıyla caka satan şehirlerde yokken, şehrimizde 1952’de o zamanın en modern stadyumlarından biri hizmete girmişti.
Velhasıl konu uzun, mesele çetrefilli…
Anlatacak mesele, verilecek örnek çok…
Bizi bu hale “merkezini” bu kadar değersizleştiren, öteleyen kendi yönetimlerimiz, idari anlayışımız getirdi. Ne yaptıysa kendi eliyle bu şehir yaptı yine kendisine…
İşin özü: Eskiden kalanları ortaya çıkaracağız, parlatacağız, yeniden görünür hale getirme imkânı varsa görünür hale getireceğiz; yeniyi de iyi kurulayacağız, özellikle de “çarşıda ve yakın çevresinde.”
DEĞER VERECEĞİZ MERKEZİMİZE…
“Selamsız” olduysak sebebi yine biziz…
İyi bir planlama ve bu planın kararlılıkla uygulanmasıyla şehrimiz10 yılda parmakla gösterilen bir şehir olur.1950-60 yılları arasında şehrimiz için söylenenleri bir başka yazıda anlattığımda bunun hayal olmadığını, bugün başka şehirler için kullanılan sözlerin bizim şehrimiz için daha o yıllarda kullanıldığını göreceksiniz. Yeter ki inanalım…
Kalın sağlıcakla…